Toplum Hayatı; Hazret-i Ali Efendimiz’in Tavsiyeleri

Hazret-i Ali Efendimiz, Malik bin el-Haris el- Eşter’i Mısır’a vali olarak tayin ettiği zaman ona bir emirname verir. Bu emirnamede yer alan çok değerli emir, tavsiye ve öğütlerden bir kısmını aşağıda takdim ediyorum:

Ey Malik! Ben seni öyle bir memlekete gönderiyorum ki, senden evvel birçok hükümetler oralarda adalet sürdü veya zulmetti. Sen vaktiyle nasıl evvelki valilerin icraatlarını göz­den geçiriyorsan, halk da şimdi senin icraatlarını öyle göze­tecek. O zaman senin onlar hakkında söylediklerini halk da şimdi senin hakkında söyleyecek. Kimlerin salih olup olma­dığı ancak Allah’ın kendi dilinden söylettiği sözlerle anlaşılır. Onun için biriktireceğin en güzel azık; iyiliğe yönelik işlerin olsun. Heveslerine hakim bulun. Sana helal olmayan şeylerde nefsine karşı sıkı dur. Zira gerek hoşlandığın, gerek istemedi­ğin şeylerde nefse karşı sıkı durmak, onun hakkında adaletin tâ kendisidir.

Halk için kalbinde sevgi ve merhamet duyguları ile lütuf meyilleri besle. Sakın biçarelerin başına kendilerini yutmayı ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Çünkü, bunlar iki sınıftır: ya dinde bir kardeşin ya da yaratılışta bir eşin. Evet bunların kabahatleri bulunabilir; kendilerine birtakım kusur­lar arız olabilir. Hata ile, yahut kasıtlı olarak işledikleri ka­bahatleri olsa da ellerinden tutup doğru yola getirmek pek de mümkündür. Nasıl Allah’ın kendin için affını ve hoşgörüsünü istersen sen de onlara affını ve hoş görünü bol bol ver. Çünkü sen onların üstünde bulunuyorsun; valilik yetkilerini sana ve­ren ise senin üstünde bulunuyor. Allah ise valiliği sana vere­nin de üstündedir ve kulların bütün işlerini hakkıyla görmeni istiyor, seni onlarla imtihan ediyor. Sakın Allah ile harbe girip de kendini O’nun gazabına siper etme. Çünkü ne intikamına dayanacak kudretin var, ne de O’nun af ve merhametinden müstağnisin.

Sakın affettiğinden dolayı pişman olma. Sakın hiçbir bir cezalandırman için de kat’iyyen sevinme. Sakınmak imka­nını buldukça hiçbir badireye atılma. Bir de sakın “Ben tam bir kudret sahibiyim, emrederim, itaat ederler.” deme. Çünkü böyle bir davranış kalbin fesadı, dinin zayıflaması ve felakete yaklaşma ile sonuçlanır. Şayet elindeki kudret sana bir bü­yüklük ve tahakküm hissi verirse hemen üstündeki Melekût’un büyüklüğüne şöyle bir bak ve kâinatı sevk ve idare eden o muazzam ve muhteşem ilahi gücü ve senin kendi nefsine bile güç yetiremeyeceğin şeyde Allah’ın nasıl bir kudret sahibi ol­duğunu düşün. İşte bu düşünceler senin o yükseklerde dolaşan başını yere indirir, şiddetini giderir, seni bırakıp giden aklını başına getirir. Sakın Allah ile büyüklük yarışına kalkışma, sakın büyüklük ve zorlayıcılığında O’na benzemeye özenme. Çünkü Fatır-ı Zülcelal Hazretleri her zorbayı zelil, her büyükleneni hakir eder bırakır.

…..

Kendin hakkında, sana yakınlığı olanlar hakkında, tebaan arasında kendilerine meyil beslediklerin hakkında adaletten kesinlikle ayrılma. Şayet böyle yapmazsan zulmetmiş olursun. Halbuki, Allah’ın kullarına zulmedene karşı bu mazlumların davacısı bizzat Hazret-i Allah’ın kendisidir. Allah da bir kim­senin hasmı oldu mu o kimsenin tutunabileceği bütün delil­ler batıldır. Ve ölünceye yahut tevbe edinceye kadar onunla harp içince bulunur. Dünya’da zulüm kadar Allah’ın lütuf­larını izale edecek ve kahrını hızlandıracak bir şey olamaz. Zira Cenab-ı Hak zulm altında inleyenlerin beddualarını işitir; zalimleri ise gözetleyip durur.

Halkın arasında yanına hiç yaklaştırmayacağın, kendisin­den en çok nefret edeceğin kimseler ise, halkın ayıplarını en ziyade araştıranlar olmalıdır. Senin vazifen bilgine ulaşanları düzeltmekten ibarettir. Bilmediklerine gelince onlar hakkında hükmü Allah verir. Evet sen halkın ayıbını gücün yettiği ka­dar ört ki, Allah da senin halkından gizli kalmasını istediğin şeyleri örtsün.

İnsanlar hakkındaki bütün kin düğümlerini çöz, seni in­tikama doğru sürükleyecek iplerin hepsini kes. Sence açıklık kazanmayan şeylerin tümü hakkında anlamamış görün, şunu bunu gammazlayanın sözüne çarçabuk inanma. Çünkü gam­maz ne kadar saf görünürse görünsün yine hilekardır.

Sakın, ne seni yokluk ihtimaliyle korkutarak ikram etmek­ten geri çevirecek cimriyi, ne zor ve ağır işlere karşı azmini gevşetecekkorkağı, ne de zulme saparak sana ihtirası iyi gös­terecek hırslıyıdanışma meclisine sokma. 

Memleketin yararına olan tedbirleri tesbit etmek ve sen­den evvel insanlara huzur, güven, doğruluk ve iyilik sağlaya gelmiş şeyleri devam ettirmek hususunda, alimler ve arifler ile sürekli görüş ve danış

Kimseye, gösterdiği kahramanlıkları nisbet kabul etmeyerek değersiz bir mükafat verme. Bir de mevkiinin küçüklüğü bir adamın kıymetli yararlılığını küçülmene asla sebep olmasın. Sonra altından kalkamayacağın hadiseleri kesip atamadığın işleri Allah’a ve Resulüne gönder. Zira Cenab-ı Hak doğru yola gitmesini dilediği bir topluma:

“Ey İman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve içinizden olan ul’u-l emre (amir­lerinize) itaat edin. Şayet bir şey de anlaşamazsanız Allah’a ve Resulüne gönderin.”

buyuruyor. Allah’a gönderin demek kitabındaki muhkemata sarılmak demektir. Resule göndermek demek onun toplayıp, birleştiren ve tefrikaya meydan verme­yen sünnetine uymak demektir.

Halk arasında hüküm vermek için öyle bir kimse seç ki, sence onların en değerlisi bulunsun. İşten sıkılmasın, mura­faaya gelenlerden sinirlenerek inada kalkışmasın, hatasında ısrar etmesin; hakkı gördüğü an (doğru gördüğü anda) döne­ceği yerde dili tutulup kalmasın; hiçbir zaman tamah ettiği bir menfaatin kaybolacağı gibi bir endişeye düşmesin.

Tayin edeceğin memurlar konusunda da dikkatli ol. Çün­kü, en çok menfaat düşkünü kimseler şahsi çıkarları için bu görevlere harisdirler (hırslıdırlar). Sakın şahsi yakınlık veya tesir altında kalarak hiçbir kimseye vazife tevdi etme. Çünkü, bencillik ve tarafgirlik zulüm ve hıyanete götüren iki sebeptir. Bunların geçimlerini de geniş bir surette temin et. Çünkü, bu tutumun kendilerini iyiliğe sevk etme hususunda kuvvetli bir destek olacağı gibi elleri altındaki şeylere tenezzül etmek­ten de o sayede uzak kalırlar.

İhtikara mani ol. Çünkü Peygamber Efendimiz (asm) ih­tikarı men buyurdular. Alım-satım doğru tartılarla olmalı ve alanı da satanı da ezmeyecek mutedil fiyatlar çerçevesinde ya-pılmalıdır. Herhangi bir kimsenin yasağından sonra ihtikara yanaşırsa ifrata varmamak şartıyla onu hemen cezalandır.

Alt kesimdeki, her türlü çareden mahrum fakirler ve çare­sizler ile felaketzedeler, kötürümler hakkında Allah’tan kork­malı hem de çok korkmalısın. Bu kesimde halini söyleyen de var söyleyemeyen de. Allah’ın bunlara ait olmak üzre korun­ması için seni görevlendirdiği hakkı çok iyi koru.Sakın azamet (büyüklük) seni onlarla uğraşmamaktan alıkoymalısın. Zira işlerin mühim olanlarını iyi gördüğün için ehemmiyetsizini yüzüstü bırakırsan mazur görülemezsin. Bu sebepten kendilerini düşünmekten geri durma ve zavallıları ekşi çehre gösterme. Öyle çalış ki, Allah’ın huzuruna çıktı­ğın zaman “Gücümün yettiğini sarfettim.” diyebilesin. Halkın bu kesimi adalet ve yardıma başkalarından ziyade muhtaçtır. Onun için her birinin hakkını vermeye son derecede itina et.

Sonra yetimleri ve yaşlıları, bulunduğu hâlde hiçbir çaresi olmayan kimselerin geçimini de üzerine al. Bu işler sana ağır gelebilir. Lakin şunu unutma ki, ne kadar hak varsa hepsi de ağırdır. Bunu Allah yalnız o kimselere kolaylaştırır ki, halden ziyade akıbeti (işin sonunu) düşünerek nefsini dayanıklılı­ğa alıştır ve kendi hakkında Allah’ın vaadinin doğruluğunda emin bulunur.

İhtiyaç sahipleri için sırf kendileriyle meşgul olacağın bir zaman ve mekân ayır ve hepsiyle otur da seni yaratan Allah’ın rızasını celbedecek bir tevazu göster. Sonra askerini, yardımcılarını, muhafızlarını, zabıta memurlarını yanlarında bulundurma ki, söylemek isteyen çekinmeden derdini dökebil­sin. Ben Peygamber Efendimizden birkaç yerde işittim, şöyle buyurmuştu:

“İçinizdeki zayıfın hakkı serbestçe kuvvetlisin­den alınamayan bir millet, hiçbir zaman kuvvetlenemez.” 

Her ne kadar niyet halis olmak ve halkın selametine hizmet etmek şartıyla bu çalışmalarının hepsi Allah içinse de sen yine vakitlerin en hayırlısını Allah ile arandaki durumlar için nefsi­ne hasret. Allah rızası için eda edeceğin taatın en başlıcası da Zat-ı İlahiye has olan farzları yerine getirmekten ibaret olsun. Gecende gündüzünde bedeninden Allah’a ait bulunan kulluk hissesini ayır ve seni Cenab-ı Hakkın yüce huzuruna yaklaş­tıran bu taati vücuduna her neye mal olursa olsun eksiksiz ve gediksiz eda et. Şayet namazında halka imam olmuşsan sakın ne bıktıracak kadar uzun ne de bir hayra yaramayacak gibi kıldırma. Çünkü halkın içinde öyleleri vardır ki, hastalık sahibidirler, öyleleri vardır ki iş sahibidir.

Peygamber Efen­dimiz (asm) beni Yemen’e gönderirken:

“Onlara namazlarını nasıl kıldırayım?” diye sormuştum. Bana

“En zayıflarının na­mazı gibi kıldır ve ayrıca müminlere karşı çok merhametli ol.” buyurmuşlardı.

Buraya kadar söylediklerime ilaveten bir hususu da asla unutma. Sakın halkından uzun bir müddet uzak veya sak­lı durma. Çünkü valinin halktan saklanması halkta yanlış kanaatler uyandırma yanında valinin işlerinde vukufunu da azaltır. Valilerin perde arkasında oturmaları perdenin dışında dönen işlere muttali olmalarına mani olur. Bunun sonucunda onların gözünde hadiselerin büyüğü küçülür, küçüğü ise büyür. Güzeli çirkin, çirkini de güzel olur. Hak ile batıl karışır.

Düşmanın tarafından sana teklif olunan sulh (barış), rıza-yı İlahiye muvafık ise katiyyen reddetme. Zira barışta askerine istirahatı, sana endişeden rahat ve ülken için de se­lamet vardır.

Şayet düşmanla aranızda sözleşme akdettiysen yahut ona karşı bir taahhüdün varsa yapılan sözleşmeye riayette bulun, ahdini yerine getir. Verdiğin sözü muhafaza için ica­bederse hayatını bile feda et. Çünkü arzularınız birbirinden farklı, düşünceleriniz ayrı olmasına rağmen, insanların ilahi farizalar arasında ahidlerin tam yerine getirilmesi kadar üze­rine birleştikleri bir şey yoktur. Hatta müşrikler de hıyanetin vahim neticelerini gördükleri için müslümanlara karşı ahde vefayı iltizam ediyorlar. Binaenaleyh sakın verdiğin sözden dönme, sakın ahdine hıyanet etme, sakın düşmanını aldatma. Zarar ve mahrumiyete mahkum, akılsız ve cahillerden başkası Allah’a karşı gelmek cüretini gösteremez.

Sonra kandan ve onu haksız yere dökmekten son derece­de sakın. Çünkü haksız yere kan dökmek gibi felaket getiren, bunun kadar mesuliyeti büyük, bunun kadar nimetin zevalini, devletin mahvolmasını hak eden bir şey yoktur. Allah Teala, kıyamet günü kulları arasında hükmünü verirken ilk olarak döktükleri kandan başlayacaktır. Sakın haram kan dökerek saltanatını kuvvetlendirmek sevdasına kapılma. Zira bu hare­ket onu zaafa düşürecek, daha doğrusu zevale erdirerek başka ellere geçirecek sebeplerdendir.

Kendini sakın beğenme. Sakın nefsinin sana hoş gelen ci­hetlerine güvenme. Sakın yüzüne karşı övülmeyi isteme. Zira iyilerin ne kadar iyiliği varsa hepsini mahvetmek için şeyta­nın elindeki fırsatların en sağlamı budur. Sonra sakın halkı­na yaptığın iyilikleri onların başına kakma, yahut yaptığın işleri mübalağalı gösterme, yahut kendilerine verdiğin sözden dönme. Çünkü başa kakma, iyiliği bitirir; mübalağa hakikati söndürür; sözden dönme ise Allah-ü Teala’nın da, halkın da nefretini celbeder. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerîm’de “Böylece si­zin yaptığınızı söylemeniz Allah indinde ne kadar menfur bir harekettir.” buyurmaktadır.

Sakın işlere vaktinden evvel atılma, sakın vakti gelince de sabırsızlık gösterme. Sakın açıklık kazanmayan işlerde inat etme, vuzuh kesbettiği zaman da gevşeklik gösterme.

Hiddetine, öfkene, eline ve diline hakim ol. Bunların hep­sinden korunabilmek için de badirelerden geri durup şiddetini tehir et ki, öfken geçsin de iradene sahip olabilesin.

Şunu da iyi bil ki, bir gün seni Yaratan’a döneceğini, O’na hesap vere­ceğini, çok açık ve iyi bir şekilde hatırlamadıkça nefsine hakim olmak imkânını katiyyen bulamazsın. Şimdi senin üzerine ge­rekli olan, senden evvelkilerin sana ulaşan adil hükmünü, ya-hut isabetli olan tutumlarını yahut Peygamber Efendimiz’den (asm) gelmiş bir haberi yahut Kitabullah’taki bir farizayı hatırda tutarak, bu gibi meselelerde bizden gördüğün hareket tarzına uyabilmen ve şu emirnamemde bildirdiğim ve ileri­de nefsinin arzularına kapılmanı mazur görmemekliğim için elimde sana karşı sağlam bir hüccet bildiğim hükümleri tatbi­ke çalışmandır.

Artık Cenab-ı Hakk’ın geniş rahmetinden ve bütün istek­leri kuşatmış olan azamet ve kudretinden dilerim ki, Rıza-yı İlahi’si vech ile kulları arasında güzel bir övgü ve ülkeler içer­sinde iyi eserler bırakabilmek için, gücümüzün yettiği kadar çalışmaya seni de beni de muvaffak kılsın. Hakkımızdaki ni­metini tamamlasın ve bize olan ikramını kat kat arttırıp, sana da bana da saadetle ve şehadetle can vermeyi muvaffak ve kolay eylesin.

Bizim dua ve niyazımız Allah’adır. Salat-ü selam Allah’ın ve Resulüne ve onun iyi ve tertemiz âli üzerine olsun. 

Mehmed Kırkıncı

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: