Toplum Olarak Empati’den Ne Kadar Yanayız?

Empati, genel anlamıyla bir insanın kendisini, karşısındaki insanın yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, duygularını hissetmesi ve bu anlayışını ona sözlü veya lisan-i hal ile yani beden diliyle anlatmasıdır.

Empati içtimai ve sosyal ilişkilerde de birçok kolaylıkları sağlanmasına yardımcı oluyor. Mesela, kişi muhatabını anlar, düşüncesinden ayrı olanı ötekileştirmeden barışçıl yollarla onu kazanır, problemlere çözüm yolları daha kolay olur, kendini onun yerine koyup akl-ı selim hareket eder, aralarındaki husumet; müspet hareketle ıslah edilir, iletişim kolaylaşır, dolayısıyla samimiyet, güven ve muhabbet artar.

Efendimiz (a.s.v.)  on beş asır önce Medine’ye yerleşince ilk iş olarak toplumsal uzlaşmayı, barış içinde birlikte yaşamayı, empati sağlamak amacıyla sözleşme hazırlar. Hadis-i şerifte de:“Sizden birisi kendisi için hoşlanıp istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz.”(Buhari, İman, 1/9) Keza, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir”  buyurmuş.

Empati, mana itibariyle anlaşılmış olduğu tahmin ediyorum. Bu anlamda gerek birey, gerekse toplum olarak ne kadar empatiden yana olduğumuzu kendimizi sorgulasak, herhalde empati ile ne kadar alakadar olduğumuzu çevremizde bulunan fakir ve yoksul insanlardan anlaşılmaktadır. Deme ki empati yapmakta bir eksiklik vardır.

Bu gün Türkiye’nin en yakın sınır komşusu, Müslüman ve bir cihette soydaşlarımız sayılan Suriye halkı, bir iç savaş mağduru haline gelmişler. Bu mağduriyetten dolayı memleketimize de iltica eden binlerce Suriye halkı vardır. Her ne kadar bunlara devlet yardım elini uzatmış ise de, yardımın kifayetsizliğinden, sokak ve caddelerde dilenenlere rastlanmaktadır. Tarihte misafirperver, civanmert ve erdem bilinen şanlı bir milletiz. Bu mağdur insanlara empati ile yaklaşmamız şanlı tarihimizi teyit etmiş olacağız.

Peygamber efendimiz, (a.s.m.) Müslüman Mekke halkı ile Medine’ye hicret ettiklerinde, başta Ensar ailesi olmak üzere Medine halkıyla birlikte birer, ikişer muhacirleri evlerine misafir eder, nafakalarını o mağdur kardeşleriyle paylaşırlar. İşte empati de, misafirperverlikte bu olsa gerek.

Empati, kişiler arasında karşılık beklemeden öteki olma becerisi olarak tarif edildiğine göre, her türlü sosyal ilişkilerde nasıl iyi niyet hâkim ise, şerefte de, o niyet hâkim olmalıdır. Örneğin: Kişi namusunu haysiyetini, şerefini ne kadar korumak istiyorsa; karşısındaki insanın da namusunu, haysiyetini ve şerefini o kadar korumakla mükelleftir. Bu konuda efendimiz (a.s.m.)’in, insanlık âlemine empati için verdiği mesaja bakalım.

Cüleybib adında bir genç sahabe, Hazreti Resulullah’a gelir, “Ey Allah’ın elçisi! Zina etmeme izin ver”

Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurur:  “Böyle bir şeyin senin annenle yapılmasını ister miydin?”

Sahabe: İstemezdim.

Resulullah (a.s.m.) Sorar: “Senin bir kızın olsaydı, ona böyle bir şey yapılmasını ister miydin?

Sahabe: İstemezdim.

Resulullah (a.s.m.) Sorar: Halanla veya teyzenle böyle bir şey yapılmasını ister miydin?”

Sahabe: Hayır, Ya Resulullah, istemezdim.

Resulullah (a.s.m.) Sorar: Kız kardeşinle ister miydin? Hayır, hayır, istemezdim!”

Allah’ın Resulü, Cüleybib’yi ikna eder. Ardından da elini bu gencin göğsüne koyar ve şöyle dua eder: “Allah’ım! Bunun günahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu muhafaza et,”  buyurmuş.

Fahrülâlemin ve Habib-i Râbbülalemin Hazret-i Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâmın varisi; asr-ı hazırın mebusu, Risale-i Nur’un müellifi Bediüzzaman, nadire-i cihan, hadim-i Kur’ân Said Nursi (r.a.) empatinin mahiyetini şöyle anlatıyor:

“Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir. Bu, fenâ fi’l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini (nefsi hisleri, çıkarları) unutup, kardeşlerinin meziyetleri ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.
Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir (kardeşliktir). Peder ile evlât, şeyh ile mürid arasındaki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır.” (Lem’alar)

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

13.04.2013

www.NurNet.org

NOT: Risale-i Nur tamamen Kur’an’ın malı olduğu için, başta tevhit, nübüvvet, haşir, şeriat ve adalet’ten bahseder. Bu umman denizinden, konumuz ile alakalı yirmi ikinci mektup, Lem’alar’dan yirmi ve yirmi birinci lem’alara müracaat edilebilir.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: