Toplumsal Salgın: Mutsuzluk

Mutsuzlukta dibe vurmak üzere olduğumuzu tahmin ediyorduk ama son yapılan ülkelere göre mutluluk haritası araştırması bunu bir kez daha teyit etti. “Gallup Araştırma Şirketi” binlerce insanla görüşmüş ve ülkelerin ‘Mutluluk Haritası’nı çıkarmış. 155 ülkede gerçekleştirilen bu çalışmaya göre ülkemiz 103. sırada yer alıyor. Anlayacağınız toplumsal bir buhranın eşiğindeyiz.

Mutsuzuz çünkü bizdeki iletişim adeta illet-işim’e dönüşmüş durumda. Genelde toplumsal iletişimden ama özelde de aile içi iletişimden bahsettiğimi bilmem hatırlatmama gerek var mı?

Küresel ısınmanın, çevresel kirlenmemin hemen her boyutunun konuşulup-tartışıldığı ve çözüm üretmek için büyük meblağların ve zamanın harcandığı günümüzde, çevresel kirlenmeden daha vahim bir kirlenme olan duygu ve düşünce kirlenmesinin önüne geçmek için fazla bir gayretimiz yok.

İnsanla yaşadığı çevre/evren arasında garip bir ilişki var. Bundan dolayı kimi âlimler insan’a “mikro evren” kâinata da “makro insan” demişler. “Makro insan” olan kâinatın bilinmeyen yıldızları, galaksileri, kara delikleri var. “Mikro evren” olan insanda ise içinde keşfedilmeyi bekleyen dünyalar var.

Çağımız insanı kozmoloji adına evrenin en ücra köşelerini keşfe çıkarken, içindeki evrenden habersiz yaşamakta. Nice galaksiler, yıldızlar, Habal teleskopları bu uğurda keşfedilirken insanın kendi iç âlemindeki latifeleri hala keşfedilmeyi bekliyor.

Bunun sebebini siz olsanız ne ile izah edersiniz?

İnsanın içindeki dünyaları keşfe çıkması uzaydaki dünyaları keşfe çıkmasından çok daha zor olması bu meseleyi izah etmek için yeterli bir neden olabilir mi?

İnsanın kendini tanıma sürecinde sıkıntılarla karşılaşması haliyle karşısındaki insanları tanıma sürecine de yansıyor. İşte tam burada durup düşünmek lazım, neden bir hayatı birlikte paylaşmaya talip olan insanlar, yaşadıkları bu hayatı tahrif ediyorlar? Ve birbirlerine bu hayatı zindan ediyorlar?

Aile kurumu paylaşarak üreten bir ocak, bir yuva olması gerekirken, neden tüketerek insan öğüten bir yapı haline dönüşüyor?

Tüm bu soruların cevabını insanın kendini ve karşısındakini tanıma süreci içerisinde aramak gerekir.

Yapılan tüm çalışmalar insanın kendini tanıma sürecinde insan-evren ilişkisinin, insan-insan ilişkisinden daha iyi olduğunu göstermektedir. İnsanın, bir diğer insanı tanıma yöntemi kurduğu iletişimin kalitesi ile belirlenebilir.

Eşler arasında yaşanan ve boşanmayla neticelenen hemen tüm evliliklerin temelinde de işte bu iletişimsizlik yatmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜYİK), verilerine göre Türkiye’de son 15 yılda boşanma oranı %245 artış göstermiştir. Ayrıca evlenme oranları da neredeyse bu oranda azalmıştır. Tüm boşanma sebepleri içinde geçimsizliğin (iletişimsizliğin) oranı %95’ten fazladır. İletişimsizlik hem aşkı, hem evliliği, hem de bütün ilişkileri bitirmektedir.

Eşler arası problemlerin meydana gelmesinde en önemli faktörlerden birisi, eşlerin birbirlerini yanlış tanıması ve yanlış anlamasıdır. Sorunların büyütüldüğü ve kronik hale geldiği ailelerde temel yanlış; eşlerin her biri problemin karşıda olduğuna inanmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda olan eşler, her zaman en doğruyu kendisinin yaptığını, gereken fedakârlığı gösterdiğini, ancak hep haksızlığa uğradığını düşünmektedir. Hâl böyle olunca da sorunların çözülmesi zorlaşmakta ve iş boşanmaya kadar girmektedir.

Aslında bu durumun zannedildiğinin aksine böyle olmadığını Nasreddin Hoca’nın bir fıkrasıyla izah etmeye çalışalım. Bir gün aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişi Hoca’nın yanına gelir. Birinci adam, olayı kendi açısından güzelce anlatır.

Bunu dinleyen Hoca:

“Haklısın” der.

Sözü alan diğer adam da, kendine göre nasıl haklı olduğunu bir güzel açıklar. Hoca aynı şekilde:

“Haklısın” der.

“Olaya şahit olan Hoca’nın hanımı dayanamaz ve itiraz eder:

“Hocam nasıl olur, ikisine de haklısın” dedin.

Hoca biraz sıkılır ve eşini tasdik etmekten başka çare bulamaz:

“Hanım sen de haklısın.”

Aslında eşler arasındaki olaylar, tıpkı bu fıkrayı andırır. Neredeyse tüm ikili ilişkilerde “yüzde yüz haklı” olan taraf yoktur. Herkes aralarında geçen olayları kendi açısından değerlendirir ve bir bakıma herkes haklıdır.

“Olur, mu canım öyle şey?” dediğinizi duyar gibiyim.

Evet, sizde haklısınız!

İşte insan ilişkileri aynen böyledir. Olaya hangi açıdan baktığınız, olayı çözmeye mi yoksa bitirmeye mi, niyetli olduğunuzu gösterir.

Bugün hala elimizde mutlu evliliği belirleyen kesin ölçütler yok. Bilim bize, “şunlar şunlar olursa evliliğin mutlu olur” şeklinde kesinlik içeren bir açıklama getiremiyor. Daha da önemlisi, “insanları mutlu etmenin yolu bilimden geçmiyor. Bilimi bilmek ise bilge olmayı sağlamıyor.” Bununla birlikte bilimden istifade edebiliriz. İletişim konusunda kendimizi geliştirebiliriz. Fırtınalı bir havada dalgaları kontrol edemeyiz ama o dalgaların üzerinde sörf yapmayı öğrenebiliriz. Önceliğimizi karşımızdaki insanları (özellikle eşimizi) değiştirmeye değil kendi iletişimimizi geliştirmeye verebiliriz. Bu sayede oluşabilecek badirelerden geçmek daha kolay olacaktır. Çünkü her evde zaman zaman biz hekimlerin tabiri ile nabız yükselir, tansiyon düşer. Yani şok belirtileri görülür. Müdahaleniz doğru olmazsa ilişkiniz ölümcül bir safhaya kadar ilerleyebilir veya kronikleşebilir. Çözülmemiş çatışmalar kronik hastalık gibidir. Tedavi edilmeyen hastalık çoğu kez kötüye gider, belirtilerini görmezseniz evliliğinizi bitirebilir. Burada yapılması en uygun müdahale problemlerin sebepleri üzerine yoğunlaşmak yerine, problemlerin çözümleri üzerine yoğunlaşmak olmalıdır. Zaman zaman zorlandığınız yerde evliliğin en önemli yakıtını kullanmaktan çekinmeyin. Evet, evliliğin en önemli yakıtı günümüzde hala, “anlayış”tır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: