Türkçe ve Bediüzzaman

1923 de İzmir’de toplanan iktisat kongresinde amele murahhaslardan İzmirli Nazmi ve arkadaşı tarafından Latin harflerinin kabulü konusunda bir önerge verilmiş ve reddedilmiştir. Kongre başkanı olan Kazım Karabekir, Hakimiyet-i Milliye gazetesinde “Latin Harflerini Kabul edemeyiz “ başlığı altında bir yazı yayınlamıştır.

Paşa’nın ifadesinden alıntılar; ”Binaenaleyh bugün bir kuvvet vardır ki bu kuvvet cihana karşı bu propagandayı yapıyor: Türk yazısı güçtür, okunmaz. Bendeniz bu mesele ile bizzat uğraştım ve Arnavutluk ihtilali içinde bulundum. Acaba bu Latince kabul edilebilir mi? Bu kabul edildiği gün memleket hercü merce girer. Her şeyden sarf-ı nazar bizim kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, tarihlerimiz ve binlerce cilt asarımız bu lisanla yazılmış iken büsbütün başka bir şekilde olan bu hilafını kabul ettiğimiz gün, en büyük felakete derhal bütün Avrupa’nın eline güzel bir silah verilmiş olacak, bunlar alem-i İslam’a karşı diyeceklerdir ki; ürkler ecnebi yazısını kabul etmişler ve Hristiyan olmuşlardır. İşte düşmanlarımızın çalıştığı şeytankarane fikir budur. Büsbütün lal ve ebkem olur ve bütün alem-i İslam’ı üzerimize hücum ettirir ve kendi aramızda birbirimizi yeriz “(Agah Sırrı Levent, Türk Dilinin Gelişme ve Sadeleşme Evreleri s 367)

Şükrü Saraçoğlu harflerin kaldırılmasını 1924 Yılı 25 şubatında bir konuşmasında ileri sürmüş mecliste büyük hücumlara uğramıştır. (Aynı eser, S. 368)

Mehmet Ali Tevfik ve Cenap Şahabettin, harflerin kaldırılmasına karşı beyanlarda bulunmuşlardır. Bu lehte ve aleyhte münakaşalar sonrası, devletin ve hükümetin harfleri kaldırmak konusundaki birliktelikleri 3 Kasım 1928 de yeni harflerin kabulü ile olay kapanmıştır. Ama mecliste milletin dinini, edebiyatını, kültürünü, tarihini savunacak insanlar olmadığı için milletin rağmına bu inkılap kabul edilmiştir. İsmet paşa bu münakaşalar sırasında Dolmabahçe’de yapılan toplantı da çok garip iddialar öne sürmüş talihsiz bir konuşma yapmıştır.

“Milleti cehaletten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini terk edip Latin esasından Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur. Komisyonun teklif ettiği alfabe hakikaten Türk alfabesidir, katidir. Türk milletinin bütün ihtiyaçlarını temin etmeğe kâfidir. “ (Aynı eser 374)

Latin alfabesini kabul ile millet birden bire alim olacaktır. Bin yıllık alfabe birden bire alfabelikten çıkmış Latin harfleri ile kabul edilen alfabe hakikaten Türk alfabesi olmuştur. Ne tuhaf asılsız, yanıltıcı iddialar. Kazım Karabekir’in dediği gibi bütün milletin mazisi, dini ve tarihi bir anda hurafe-i nisyana atılmıştır.

Necip Fazıl’ın dediği gibi;

Allah’ım sen acı bu saf millete
Akşam yatar sabah kalkar başıboş

Milletin hukukunu kim savunmuştur, dil, tarih, edebiyat öylesine gitmiştir. Bugün Erdoğan’ın yaptığı Osmanlıca hamlesi ne kadar büyük bir terakkidir, bunu anlamak zor değil. Halbuki Latin alfabesi kabul edilir, ama Osmanlıca ’da devam ederdi, bütün bu sıkıntılar yaşanmazdı. Bugün bir doçentin çevirdiği Osmanlıca metin okunmuyor sadece Latin alfabesine çevriliyor, o devirde bunu bir rüştiye öğrencisi yapabiliyor. Rübab-ı Şikeste’den bir şiiri okuyup anlatan büyük oranda doçentlik için yol alıyor, o gün o şiiri bir idadi ve rüştiye öğrencisi anlıyordu.

Bütün bu çalışmalar ve dayatmalar yapılırken Bediüzzaman şu eserleri telif eder.

Zehre Arapça 1923
1923 Zehrenin zeyli Arapça 1923
1923 Hubab Arapça 1923
1923 Zeyl-ül Hubab Arapça 1923
1922 Hutuvat-ı Sitte Türkçe ve Arapça 1922

1926-1930 SÖZLER
1926 Birinci söz Türkçe
1926 İkinci Söz Türkçe
1926 Üçüncü Söz Türkçe
1926 Dördüncü Söz Türkçe
1926 Beşinci Söz Türkçe
1926 Altıncı Söz Türkçe
1926 Yedinci Söz Türkçe
1926 Sekizinci Söz Türkçe
1926 Dokuzuncu Söz Türkçe
1926 Onuncu Söz Türkçe
Onbirinci Söz Türkçe
Onikinci Söz Türkçe
Onüçüncü Söz Türkçe
Ondördüncü Söz Türkçe
1933 Ondördüncü Söz’ün Zeyli Türkçe
Onbeşinci Söz Türkçe
Onaltıncı Söz Türkçe
Onyedinci Söz Türkçe
1927 Onsekizinci Söz Türkçe
Ondokuzuncu Söz Türkçe
1926 Yirminci Söz Türkçe
1926 Yirmibirinci Söz Türkçe
1926 Yirmiikinci Söz Türkçe
1929 Yirmiüçüncü Söz Türkçe
Yirmidördüncü Söz Türkçe
1927 Yirmibeşinci Söz Türkçe
Yirmialtıncı Söz Türkçe
1929 Yirmiyedinci Söz ve Zeyli Türkçe
Yirmisekizinci Söz Türkçe
1928-30 Yirmidokuzuncu Söz Türkçe
1928-30 Otuzuncu Söz Türkçe
1928-30 Otuzbirinci Söz Türkçe
1928-30 Otuzikinci Söz Türkçe
1928-30 Otuzüçüncü Söz Türkçe

Bediüzzaman bu münakaşalar yapılırken Barla’da eserleri Osmanlıca olarak yazıyor ve Barla’da kurduğu birkaç vilayet ve kasaba ve köyde, ikinci planda bütün Türkiye’de adeta bir matbaa coğrafyasında hem Osmanlıca öğretiyor, hem de yazdırıyordu. Sessiz sedasız beş yüz bine yakın nüsha Osmanlıca risale yazıldı. O eserleri yazanlar bugünlere kadar geldiler ve hala Osmanlıca risaleler var, ders yapılıyor ve Hayrat Vakfı da Türkiye’de Osmanlıca öğretimini üstlenmiş bulunuyor. Bediüzzaman eserlerini Osmanlıca yazdı, tashih etti.

Daha sonra Türk dil kurultayları ve Güneş Dil Teorisi konuşuldu. Daha sonra ders verilmedi. “Güneş Dil Teorisi, Türkçe’nin dünya tarihindeki ilk dillerden biri olduğunu savunan dil bilim teorisidir. Teori, 1930’lu yıllarda Mustafa Kemal Atatürk tarafından desteklendi ve bizzat geliştirildi[1], ancak dil bilimciler tarafından kabul görmedi ve kısa sürede önemini yitirdi.[2] Atatürk’ün 1938 yılında vefatının ardından İbrahim Necmi Dilmen Ankara Üniversitesindeki Güneş-Dil Teorisi ile ilgili derslerine son verdi. Öğrencileri bunun sebebini sorduklarında “Güneş öldükten sonra onun teorisi nasıl hayatta kalabilirdi” diye cevap vermişti.[3]” Google Güneş Dil Teorisi )

Bütün bu dil tahribatları cereyan ederken, Bediüzzaman Osmanlıca ile eserlerini yazdı, talebeleri Osmanlıcanın yayılmasına çalıştılar. Kimseyle kavgasız dövüşsüz, teorik mülahazalara girmeden…

Dil hakkında yüz yıldır yapılan bütün tahrip çalışmalarında dilden atılan bütün kelimeler, onun eserlerinde yaşandı okundu ve kullanıldı. Ve Bediüzzaman yüzlerce dilcinin ve teorisyenin yıkmakta birbiri ile yarıştığı bir Türkçe’nin ölümüne dur dedi ve bugün bu dil onun sayesinde yaşamaktadır.19 yüzyılın son çeyreğinden itibaren Yüz elli yıllık bir süre içinde Bediüzzaman dili korumuştur, hem Türkçeyi hem de Osmanlıcayı. Onun yaptıklarının geri atılmaz adımlar olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Bütün Türkçüler ve dilciler onun yaptığını yapamamıştır. Türk milleti ona medyun-u şükrandır.

Sözler, Lemalar, Mektubat, Şualar, Tarihçe-i Hayat, Mektuplar‘ın dili üzerinde yapılacak köklü bir araştırma onun yüzyıllardır kullanılan dili nasıl koruduğunu gösterir. Gündemden kaldırılmasına çalışılan din ve dilin korumasını tek başına başaran bu insanın neden bu kadar zulme ve ihanete maruz kaldığı, karşısındakilerin ne kadar büyük bir gayretin sonucu başarısız oldukları görülmektedir.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: