Üçüncü Cildi Takdim Ederken 

 “Arşiv Belgeleri Işığında Bedîüzzaman Said Nursî ve İlmî Şahsiyeti” adlı eserimizin Üçüncü Cildini tamamlamaya muvaffak eden Allah’a hamd ve O’nun şanlı Peygamberi ile ashâbına salat ü selam olsun.

Kitabın bu cildi Bedîüzzaman’ın 1934-1944 yılları arasındaki hayatını ve daha önemlisi de bu dönem Cumhuriyet tarihini doğrudan ilgilendirmektedir. Bedîüzzaman’ın 24.07.1934 günü Isparta’ya getirilişinden 09.08.1944 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile Afyon Emirdağ’a sürgün edilmesi sebebiyle, Denizli’den ayrılışına kadar geçen kadar geçen hayatı ve mücadelesi hakkında, sağlam kaynaklara ve en önemlisi de doğrudan devletin arşiv belgelerine dayalı bir çalışma olmuştur. Risâle-i Nur Külliyâtından yaptığımız iktibaslar ise, Envar Neşriyâtın yayınları esas alınarak yapılmaya çalışılmıştır.

Kitabın bölümlerine geçmeden evvel üç noktayı açıklamak bizim temel vazifemizdir:

Birinci Nokta: Bedîüzzaman’ın bu hayat dönemini ikiye ayırmak gerekmektedir:

Birinci safha, Kemalist hükümetlerin kendisine musallat olduğu dönemdir. Bu dönemde Mustafa Kemal etkilidir. Çalışmamızın İkinci Cildinde belgelerle ortaya koyduğumuz gibi, 1934 yılından 1936 yılına kadar Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı olduğu Kemalist hükümet, beş önemli teklif ve tavizlerle Bedîüzzaman’ı yanına çekmek istemiştir. Bedîüzzaman, Mustafa Kemal’e aslâ taviz vermemiştir. Halbuki kuvây-ı milliye lehine Bedîüzzaman gibi çalışan Şeyh Sünusîler, Abdülhâkim Arvasîler ve de Şeyh Şerâfeddinler, Mustafa Kemal’in aldatmacalarına aldanarak onun yanında çalışmışlar ve hatta bunlardan bazıları Bedîüzzaman ve Risâle-i Nur’u çürütmek için Mustafa Kemal’in siyâsetine âlet olmuşlardır.

Bir zaman sonra Mustafa Kemal iki defa şifre ile Van Vilâyetinin eski vâlîsi ve benim dostum Tahsin Bey’in vasıtasıyla beni -neşredilen Hutuvât-ı Sitte’ye mükâfaten taltif için- Ankara’ya celb etti, gittim. Şeyh Sünusî Kürdçe lisanı bilmediğinden beni onun yerinde üçyüz lira maaşla Vilâyât-ı Şarkıye vaiz-i umûmîsi, hem meb’us, hem diyânet riyâseti dairesinde Dâr’ül Hikmet a’zalarıyla beraber eski vazifem ile memnun etmek ve benim Van’da temelini attığım Medreset-üz Zehra ve şark Dâr’ül fünunuma Sultan Reşad’ın verdiği ondokuz bin altun lira -ikiyüz meb’us içinde yüzaltmışüç meb’usun imzasıyla- yüzellibin banknota iblağ edilerek kabul edildiği halde; ben Beşinci Şu’a aslının verdiği haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve bu adamla başa çıkılmaz, mukabele edilmez diye, dünyayı ve siyâseti ve hayat-ı içtimaiyeyi terk edip yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarfettim.[1]

İkinci safha ise Milli Şef hükümetleri dönemidir. 1936 yılının başından 1944 yılının Ağustos ayına kadar da Milli Şef hükümetleri, Bedîüzzaman’ı ortadan kaldırmağa çalışmıştır.

Her iki dönemde de, devletin bütün imkânları kullanılarak adlî, askerî ve siyasî baskılarla Bedîüzzaman bir taraftan susturulmaya çalışılırken; diğer taraftan defalarca zehirlenerek, soğuk ve yaşanması zor tecrid odalarında tutularak, karakolların karşısında ikamet ettirilip defalarca evi aranarak ve en önemlisi onun hayat damarı olan talebeleriyle muhaberesi ve Nur hizmetlerini sekteye uğratmaya çalışarak psikolojik ve fizikî baskılara maruz bırakılmıştır.

Bütün bu baskılar Nur hizmetini durduramayınca, bu sefer Müslümanlar nezdinde makbul bazı şeyhleri ve âlimleri Bedîüzzaman’ın aleyhinde kullanarak Nurların ehl-i iman nezdindeki tesirini kırmaya çalışmışlardır. Mustafa Kemal virüsünden kurtulamayan bu gruba iki önemli misal vermek gerekmektedir. Yani Kemalist Rejim, Bedîüzzaman’ı adlî, askerî ve mülkî tedbirlerle bertaraf edemeyince, yen bir yol denemişlerdir. O da yanlarına çekebildikleri, dîn âlimleri ve bazı şeyhler vasıtasıyla, Bedîüzzaman’ın ilmî itibarını çürütmek ve Risâle-i Nurlara itiraz oklarını atmaktır.

Birincisi, Şeyh Şerâfeddin’dir ki, Eskişehir Hapsinde istismar edilmiştir. Bu zatı 120 kişilik nur maznunları ile birlikte göstermelik bir şekilde Eskişehir hapsine atan rejimin ana hedefi, Nur Talebelerini kandırarak Bedîüzzaman’dan ayrımaktır. Bedîüzzaman’ı tek hücrede tecrid eden rejim, onu kırk kişilik Nur Talebelerinin bulunduğu koğuşa koymuş ve sonra da tahliye etmiştir. Onun müridlerinden olan Şeyh Nazım Kıbrısî’nin Mustafa Kemal sevgisi ve Nurlara dil uzatması bu hâdiseye dayanmaktadır.

İkincisi ise, Eskişehir Hapsinin meyvesi olan ve 1936 yılında telif edilen 33 Kur’ân âyetinin Nurlar’a işârî olarak işâretini açıklayan Birinci Şu’a’yı vesile yapan ve Mustafa Kemal’e yakınlığı ile bilinen Seyyid Abdülhâkim Arvasî, şuursuzca Bedîüzzaman’a itiraz eylemiş ve onun müridleri, kısmen de olsa, bu itirazda kendisini takip etmişlerdir. Necip Fazıl’ın ve son zamanlarda Osman Ünlü adlı bir biçarenin itirazlara buna dayanmaktadır.[2]

İkinci nokta ise, Bedîüzzaman’ın bütün bu baskılara ve zulümlere karşı Kemalist hükümetlere ve Milli Şef hükümetlerine karşı takındığı tavır ve muhâlefet tarzıdır. Evvela onun asıl tavrını ortaya koyalım: ilmî muhâlefet

Evet ben, neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren “müsâvât-ı hukuk” mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havâssın istibdad ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhâlefetle çalışanlardanım. Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.

İşte ey ehl-i dünya! Dünyanıza hiç karışmadığım ve prensiplerinizle hiçbir cihet-i temasım bulunmadığı ve dokuz sene esaretteki bu hayatımın şehadetiyle yeniden dünyaya karışmaya hiçbir niyet ve arzum yokken, bana eski bir mütegallib ve daima fırsatı bekleyen ve fikr-i istibdad ve tahakkümü taşıyan bir adam gibi yapılan bunca tarassud ve tazyikiniz, hangi kanun iledir? Hangi maslahat iledir? Dünyada hiçbir hükümet böyle fevk-al kanun ve hiçbir ferdin tasvibine mazhar olmayan bir muameleye müsaade etmediği halde; bana karşı yapılan bu kadar bed muamelelere, yalnız değil benim küsmem, belki eğer bilse nev’-i beşer küser, belki kâinat küsüyor! [3]

Bedîüzzaman’a göre muhâlefet iki kısımdır: Birincisi, ilmen ve fikren muhâlefetdir ki, Bedîüzzaman bu muhâlefeti yapmaktan asla geri durmamıştır. İkincisi ise, siyâseten ve kuvvetle muhâlefettir ki, bunun yolları siyasî parti kurmak yahut isyan etmektir ki, Bedîüzzaman bütün hayatı boyunca müsbet hareketi tercih ederek bu yolun caiz olmadığını her zaman haykırmıştır.

Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır… Ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükümet ele bakar, kalbe bakmaz. İdare ve asayişe ilişmeyen şiddetli muhalifler her hükümette bulunur. Hatta Hazret-i Ömer’in (R.A.) taht-ı hâkimiyetindeki Hıristiyanlar, kanun-u şeriatı ve Kur’ânı inkâr ve Peygamber Aleyhissalatü vesselam’a adavet ettikleri halde onlara ilişmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile Risâle-i Nur’un bir kısım şakirdleri idareye dokunmamak şartıyla, rejim ve usulünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif âmel etse, hatta rejimin sahibine adavet de etse, onlara kanunen ilişilmez.

Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse; hakikat-ı Kur’âna feda olan bu başı, zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem. Ve bu hizmet-i İmaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.[4]

Bedîüzzaman’ın siyâsetle olan münasebetlerini ve muhâlefet anlayışını şu ifadeleri en güzel şekilde ortaya koymaktadır:

“Ne için siyâsetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?”

Elcevab: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyâsete girdi. Belki siyâset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var.

Hem siyâsete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur.

Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb’us değilim, o halde siyâsetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karışayım.

Eğer muhalif siyâsete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağımEğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhâlefet etsem, husulü meşkûk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyâseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti.

Buna kat’î şahid, o vakitten beri sekiz senedir birtek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okuduğumu ve dinlediğimi, biri çıksın söylesin. Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu. Hem beş senedir bütün dikkat ile benim halime nezaret ediliyor. Siyâsetvari bir tereşşuh gören söylesin. Halbuki benim gibi asabî ve اِنَّمَا الْحِيلَةُ فِى تَرْكِ الْحِيَلِ düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan pervasız, alâkasız bir insanın, değil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyâsete iştihası ve arzusu olsaydı; tedkikata, taharriyata lüzum bırakmayarak top güllesi gibi sadâ verecekti.[5]

Üçüncü nokta, Genel Bilgiler başlığı altında iki önemli konuyu özetledik. Birincisi, 1934-1944 yılları arasında başta Isparta, Kastamonu ve Denizli olmak üzere Bedîüzzaman ve davasını ilgilendiren coğrafî bölgelerin mülkî âmirlerini ve devletin önemli erkânını anlattık. Ta ki, Bedîüzzaman’ın hayatı ile alakalı meselelerin hangi makam tarafından yürütüldüğünü araştırmacı daha rahat kavrayabilsin. İkincisi, arşiv belgelerine dayanarak ve kendi bilgilerimizi de ilave ederek, Bedîüzzaman ve Nurlar ile alakalı açılan davaların; Bedîüzzaman’ın ikametgâhında yapılan aramaların ve nihâyet Bedîüzzaman’ın ne zaman ve nereye seyahat ettiğinin kronolojik tarihini takdim eyledik.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org