Uhuvvet ve muhabbet tesîs edilmeli

Uhuvvet ve muhabbeti aynı dâvâda hizmet eden kardeşler arasında te’sîs eden “şefkat”tır. Sevgiden gelen muhabbet bazen karşılığı görmeyince değişebilir. Şefkatten gelen uhuvvet ve muhabbet ise değişmez.

Şefkat, insanlara özellikle manevî sahada acımak ve yardım etmektir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri yüksek şefkatini şöyle ifade buyurmuş: “…fıtratımda rikkat-ı cinsiye ile acımak hissi ziyade bulunduğundan, kendi elemimden başka binler kardeşlerimin elemlerini de o şefkat sırrıyla çektiğimden, yüzler sene yaşamış gibi ihtiyarım.” 1

Bu veciz ifade ile şefkat, sevgi ve muhabbetten daha âlâ, daha pâk, daha keskin ve selâmetli olduğu anlaşılıyor.

Ne var ki, insanda nefis ve hevâ var. Bazen nefis bir esbaba rast gelir, sevgi ve muhabbet; kin ve adavete dönüşür. Her ne sebep olursa olsun kardeşlerimizi değerlendirirken hasenatlarının seyyiatlarına, güzelliklerinin çirkinliklerine, hayırlı işlerinin şerli vaziyetlerine; kemiyetten veya keyfiyetten üstün gelmesine bakmalı ve bunları ölçü almalıyız. 

Teşhis edilemeyen bir hastalık nasıl insanı ölüme götürüyorsa; tahkik edilmeyen meseleler de insanı hüsrana götürür. 

Risale-i Nur, imanî sahada insanlığa doğru istikameti gösterdiği gibi, insanlar arası sosyal ve içtimaî meselelerde de yol göstermiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, “Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip, tamamını kabul etmeyiniz; belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız; bakır çıktı ise, çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız; bana reddediniz, gönderiniz.” 2 der.

Demek ki, ehl-i tahkik ve uyanık olmakla beraber hüsn-ü zanna evet, âdem-i itimadı da elden bırakmamak lâzımdır.

Konumuza darbı mesel olan bir anekdot ile bağlamak istiyorum. Adamın biri artık eşinin eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş onun işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş. Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın eşinin ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem tavsiye etmiş.

“Eşinden 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla.”

Eşi, mutfakta yemek hazırlarken adam 40 adım uzaklıktan seslenmiş: “Hayatım bu akşam yemekte ne var?” Cevap yok. Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış. Gene cevap yok. Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş? Hâlâ cevap yok. Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış. Gene cevap alamamış. Bu sefer eşine iyice yaklaşmış, “Hayatım bu akşam yemekte ne var?”

Eşi: “Hayatım beşinci kez aynı cevabı veriyorum ya, Tavuk, Taaavuuukkk” demiş.

Belki de düşündüğümüz gibi problem karşımızdakilerde olmayabilir. Problemlerin sebebini birazda kendimizde aramalıyız. O zaman başkasını yargılamadan kendimizi kontrol etmeliyiz ki uhuvvet ve muhabbet şefkat ile te’sîs edilsin. Vesselâm.

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:
1- Yirmi Altıncı Lem’a, 13. Rica s. 252.
2- Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarât, s. 230.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: