ÜMMETİN KANAYAN YARASI: DOĞU TÜRKİSTAN

Bu makalemizde inşallah Doğu Türkistan’ı, oradaki zulmü, bize düşen görevleri ve yapmamız gerekenleri elimizden geldiğince anlatmaya çalışacağız. Öncelikle bu makaleyi yazma amacımız ile başlayalım:

 Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’de;

“İçinizden emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker bir topluluk bulunsun. Ve işte kurtuluşa erenler ancak onlardır.”(1)

buyurduğu ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in de

“Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz. İşte bu imanın en zayıf derecesidir.”(2)

dediği minvalde, bizler de bu âyet-i kerîmedeki ve hadîs-i şerîfteki hakikatlere mazhar olmak için bu yazıyı kaleme almaya karar verdik. Bütün dünya Doğu Türkistan zulmüne sessiz kalırken “Zulme karşı sessiz kalan dilsiz şeytandır.” şuur ve bilinciyle hareket etmeliyiz. Ülkemizde ve bütün İslâm ülkelerinde bu konunun gündem olması gerekmektedir. Bizler de Merhum Abdurrahim Karakoç’un dediği gibi diyoruz ki;

“Esir iken Kırım, Kerkük, Türkistan,
Bana zindan olur Maraş, Elbistan.
İbn-i Sina, Dedem Korkut, Alparslan
Susarsam hakkını helal etmesin.”
(3)

Evet, şimdi de o topraklara bir göz atalım. Ümmetin gözü önünde Kızıl Çin’in zulmü altında inim inim inleyen bir yurt… Müslüman Türk kimliğinin yok edilmeye çalışıldığı, tarihin büyük soykırımlarından birinin yapıldığı, insanlık dışı işkencelere başvurulduğu bir yer… Dünya bu zulme göz yumuyor ve ses çıkarmıyor. Ve o Doğu Türkistan ki; bizden başka dostu olmayan bir yer. Peki sizlere bir soru:

– Biz onların kardeşi iken ve asıl sahiplenmesi gerekenler bizler iken neden sessiz kalıyoruz?..

Belki de en başta bu zulmü tam mânâsıyla bilmeyişimiz ve pek de bilgimizin olmaması olabilir. Peki o bahsettiğimiz Doğu Türkistanlılar kim? Onlar ki; Kızıl Çin’in eziyetlerine direnen mücahid ve mücahideler topluluğu. Zorla dinlerinden uzaklaştırılmaya çalışılan şanlı mü’min ve mü’mineler. Ve Doğu Türkistan halkı o zulümler karşısında kan ağlıyor!..

Evet, ümmetin kanayan bir yarası. Orası Doğu Türkistan!..

Neşterlerle kesilmiş ve lime lime edilmiş haldeler. Ve ümmetin umudu olan bizleri bekliyorlar. Gök bayrağın sahibi olan o mücahitler, bizi bekliyorlar. Namus, ırz târûmâr edilmiş, pâyimâl olmuş. Tarihin en büyük asimilasyonlarından birisi yaşanıyor. Ve Ümmet-i Muhammed (asm) suskun. Sesi çıkmıyor… Neden peki?..

– Hani “Mü’minler ancak ve ancak kardeş”(4) idi?.. Bu mudur kardeşlik?..

– Hani “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücûda benzerler.”(5) idi?..

– Hani Rahmet Peygamberi Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz, “Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (hakikî mânâda) iman etmiş olamazsınız.”(6) buyuruyordu?..

– Hani?.. Çin’in yaptığı bu zulümlere karşı Nerede bu ümmet?..

– Hani “Zulme rıza zulüm”(7) idi?..

– Hani o yeri geldiğinde “Zâlimler için yaşasın cehennem!..”(8) diye nârâlar atanlar?.. O nârâları atanlar bizler değil miydik? Neden suskunuz?..

Fark ettiysek zulme uğrayanlar yine Müslümanlar. Ve zulmedenler de yine kâfirler. Ve o bir nidâ-i Kur’ânî gelir kulağımıza; “Zâlimlerin yaptıklarından Allah’ı habersiz sanma. Ancak, Allah onları korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.”(9)

Çünkü unutmayalım ki, “(Allah’ın) rububiyetin(in) ebedî karargâhında elbette bir dâr-ı mükâfat ve mücazât olacaktır.”(10) Ve bu zulümler asla devam etmeyecektir. Muhakkak ki Allah “te’hir ve imhal etsebile ihmal etmez.”(11) 

Şimdi de Kızıl Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı zulumlere bakalım:

Ve bu zulümler Mao döneminden beri devam edegelmiştir. Doğu Türkistan, resmi adıyla Sincan Uygur Özerk Bölgesi... Bölgedeki zulüm ile ilgili nüfus oranlarındaki yıllara göre değişim, Çin’in yaptığı sıkı politikanın bir neticesidir. Mesela 1949 senesinde Doğu Türkistan’ın %93’ü Müslüman Uygur Türk’ü, %7’si ise Çinli iken; 1960’dan sonra bölgeye Çinliler yerleştirilmeye başlanmıştır. Ve Kızıl Çin o dönemden günümüze kadar milyonlarca Müslüman Uygur Türk’ü kardeşimizi hunharca katletmiştir. Şimdi vereceğimiz bilgileri belki de ilk defa duyacaksınız.

Çin, Doğu Türkistan’a her bakımdan zulm etti ve hâlen de etmeye devam ediyor. 34 bin tane İslâmî kitabı yakarak yok ettiler. 28 bin tane mescid, Çin hükûmeti tarafından kapatılarak diskoya çevrildi. Ve bakın devamında ne oluyor?.. 18 bin tane de medrese kapatılarak, şarap üretimhanesine çevriliyor. Toplamda 120 bin Din Âlimi idam edilmiş durumda. Ve 54 bin tane de Din Âlimi, çalışma kamplarında zorla çalıştırılmakta. Evet bu ifadeler tüyler ürpertici ve kan dondurucu!..

Belki de bunlardan bir çoğumuzun haberi bile yoktu. Ve yapılan zulümler bunlar ile bitmiyor.

Çin hükûmeti tesettürü kötüleyen tiyatrolar düzenleyerek insanları İslam’dan soğutmaya çalışıyor. Ve en çarpıcı ve üzücü durumlara gelecek olursak o da “Kardeş Aile Projesi” adı altında her Müslüman Uygur Türk Ailesine bir Çinli erkek yerleştirilmesi durumudur ki; akıl almaz bir durumdur. Hatta ve hatta bizzat görgü tanıklarının anlattıklarına göre, Çinli bir erkek istediği Müslüman hanım ile evlenebiliyor ve evlenmeyi reddeden hanımlar hapislere gönderiliyor. Orada işkencelere tabi tutuluyorlar. Ve mâlesef ki Müslüman bacılarımız tecavüzlere uğruyorlar. Ve yapılan işkencelere dayanamayan ve intihar etmek isteyenlere ise izin verilmiyor. Bu şekilde insanlık dışı işkencelere şahit olunuyor Doğu Türkistan’da…

Ve başka bir zulüm ise din ve vicdan özgürlüğünün engellenmesi. Mesela kadınların hicap giymesi yasaklanmış vaziyette. Hicap (yani örtü) giyen kadına 5600 dolar ceza veriliyor. Düşünebiliyor musunuz Kur’ân öğretmenin cezası 10 yıl hapis. Yani Müslümanların kendi kitaplarını dahi yasaklanmış durumda. Tarihte belki de en şiddetli zulüm ve işkencelerin yaşandığı mazlum bir memleket. (İlave bilgi için bk. – https://onedio.com/haber/dogu-turkistan-da-yasanan-katliama-dur-de–536527 – https://www.yenisafak.com/dunya/cinden-dogu-turkistanlilara-yeni-zulum-3413232)

Bunları daha önce duymamış olabiliriz. Ama artık duyduk ve biliyoruz. Ve biz Müslüman bireyler olarak sorumluyuz. Bu saydığımız zulümler karşısında uykular kaçmıyor, yüreğimiz sızlamıyor, boğamız düğüm düğüm olmuyor ise; “Ey iman edenler! İmân ediniz!”(12) âyetini bir kez daha derhâtır etmeliyiz. 

Evet, Doğu Türkistan’da bu kadar zulüm oluyor ve biz bu zulme göz yumamaz, sessiz kalamayız. Ve tarafımızı belli ettirmeliyiz. Merhum Cemil Meriç’in sözü olarak ifade edildiği gibi; “Zulmün olduğu yerde tarafsızlık, namussuzluktur.” İnşallah şu anda şu satırları okuyarak en azından bir nebze de olsa zulümden haberdar olmuş oldunuz. Bizler Müslüman bir şahsiyete sahip isek Resûl-i Kibriya Efendimiz (asm)’in de bahsettiği vücûda benzemeliyiz. Nasıl ki vücûdun bir yerinde rahatsızlık olunca bütün vücûd o bölge ile ilgileniyor ise; aynen onun gibi Âlem-i İslâm vücûdunda bir uzuvda (yani bir İslâm beldesinde) zulüm var ise, biz de bütün ümmet olarak orası ile ilgilenmeliyiz. Ve hadîsin devamında da söyle denilir; “Vücûdun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeble uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”(13) Biz de bu şekil “bir vücûdun azaları” veya “bir duvarın tuğlaları” bilincine sahip olmalıyız. Zulme karşı tavrımız ve dik duruşumuz olmalıdır. Merhum İstiklâl Şâiri Mehmed Âkif Ersoy’un dediği gibi; 

“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem,
Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövemem…”
(14)

Evet, unutmamak gerekir ki; “Cihâdın en efdâli (faziletlisi), zâlim sultanın yanında hak sözü söylemektir.”(15) Ve unutmamak gerektir ki, cihad yalnızca kılınç ile yapılmaz. Kalem ile ilim ile bilim ile fen ve teknoloji silahıyla da cihad olur. Büyük İslâm Âlimi ve Mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin de dediği gibi;

“Bizim düşmanımız cehâlet, zâruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifaksilahıyla cihâd edeceğiz.”(16)

Biz İslâm Ümmeti olarak bu üç düşmana karşı, gereken silahlar ile cihad etmemiz gerekmektedir. Ve Bediüzzaman Hazretlerinin bir asır önce söylediği o meşhur sözünü günümüz zalemelerine haykırıyor ve diyoruz ki; “Zâlimler için yaşasın cehennem!..”(17) 

Bizler Müslümanlar olarak “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” diyemeyiz! Müslüman, Âlem-i İslâm’da meydana gelen olaylara ilgisiz kalamaz. Bu konu hakkında Hz. Ebû Bekir (ra)’in şu ikazı, son derece anlamlıdır:

“Ey insanlar! Sizler, ‘Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, siz hidayette olduktan sonra, başkasının dalâleti size zarar vermez.’ (Mâide, 5/105) âyetini yanlış anlıyorsunuz. Biz Resûlullah’ın (asm) şöyle dediğini duyduk: ‘İnsanlar kötülüğü görüp de onu değiştirmeye çalışmazlarsa, Allah’ın onlara umumî bir bela vermesi yakındır.’ “(18)

Bu hadîs-i şerîf uyarısınca da bizler bu yapılan zulme asla sessiz kalamayız. Ve bizler ” ‘Mazlumun âhı tâ arşa kadar gider’ diye bir kuvvetli hakikat”e(19) gönülden bağlı kimseleriz. Ve bir Doğu Türkistanlı kardeşimizin şu feryadı kulağımızda çınlamalıdır; “Ya tutun elimizden ya da ‘Gardaş’ demeyin bize!..” O kardeşlerimiz “cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları”(20) ve “Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehâdetiyle hâdim (hizmetkâr) olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan (yani yayan) yüksek ecdadın evladı”(21) olan bizleri bekliyorlar. Evet, ümmetin umut ışığı olan bizleri bekliyorlar. 

– Peki şimdi yapmamız gereken nedir?

1. Yapmamız gereken, öncelikle yeisi yani ümitsizliği bırakmaktır. Bu konuyu anlayıp, daha sonra diğer yapacaklarımıza geçebiliriz. “Yeis (ümitsizlik) en dehşetli hastalıktır ki, Âlem-i İslâm’ın kalbine girmiş.”(22) der ve ümitsizliğin zararlarını anlattıktan sonra şu şekilde devam eder Bediüzzaman;

“Madem bu derece bu hastalıkbize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o katilimizden kısâsımızı alıpöldüreceğiz. ‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz!’ (Zümer, 39/53) (âyetinin) kılıncı ile o yeisinbaşını parçalayacağız. ‘Bir şey bütünüyle elde edilmezse, bütünüyle de terk edilmez.’ hadîsinin hakikatıyla belini kıracağız inşâallah.”(23)

Bediüzzaman Hz. şu müthiş tespitte bulunur:

“Yeis; ümmetlerin, milletlerin ‘seretan’ denilen en dehşetli hastalığıdır.”(24)

Bu tespitlerden sonra şu müjdeli haber ile sonuca bağlar Bediüzzaman Hz. ;

“İnşâallah yine Arablar ye’sibırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüd ve ittifak ile el ele verip Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilan edeceklerdir.”(25)

Bu müjdeli haber ile ümitsizliğe düşmememiz gerektiği her zaman aklımızda olmalıdır.

2. Daha sonra yapmamız gereken en önemli şey ise, “dua”dır. Çünkü “Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir.”(26) Biz bunu hakkıyla yerine getirmeye çalışacağız. Ama burada bir noktaya dikkat etmemiz gerekmektedir. Dua “iki nevidir. Biri fiilî, biri kavlî. Meselâ, çift sürmek, fiilî bir duadır.”(27)

Buradan da anlaşılacağı üzere bizim ikinci olarak yapmamız gereken şey “kavlî dua” ile beraber “fiilî dua”yı yapmak olacaktır. Biz lisanımız ile “Allah’ım Çin’i kahreyle!” veya “Ya Rabbi, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize yardım eyle!” derken aynı zamanda fiillerimiz ile de kurtulması için çaba sarf etmeliyiz. En başta Doğu Türkistan için yardım kampanyaları düzenlenmeli, gıda-erzak, ilaç ve benzeri yardımlar için sivil toplum kuruluşları çaba sarf etmeli ve bunlara destek verilmelidir. Bunun yanında devlet ricalinin de gereken adımları atması gerekmektedir.

3. Üçüncü olarak“Doğu Türkistan” meselesini daima gündemde tutmalıyız. Oradaki zulmü anlatmalı ve unutturmamalıyız. Burada akla Doğu Türkistan Milli Meclisi Başkanı Seyit Tümtürk’ün şu sözleri geliyor: “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız; düşmanımız Çin’in yaptığı işkenceler değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.” Onun için bu yapılan soykırımı asla unutmamalıyız. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in de dediği gibi: “Soykırımları unutmayın. Çünkü unutulan soykırımlar tekrarlanır.”

4. Dördüncü yapmamız gereken ise, daima ümitvâr olmaktır. Asla ümidimizi kesmemektir.

Bir de Doğu Türkistan noktasında nasıl hassas davranacağımıza değinelim.

Selahaddin-i Eyyubî’nin, “Kudüs işgal altındayken gülemem!..” dediği gibi biz de Âlem-i İslâm’daki İslâm beldelerini her zaman hatırımızda tutmalıyız. İşgal altındaki Doğu Türkistan, Filistin, Arakan, Yemen ve diğer İslâm beldelerinin kurtuluşa ereceği ümidiyle yaşamalıyız. Ve biz vazifemize bakmalıyız. Buna misal olarak şunu verebiliriz;

“Meşhurdur ki bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddid defa mağlup eden Celâleddin-i Harzemşah, harbe giderken vüzerası ve etbaı ona demişler: ‘Sen muzaffer olacaksın, Cenâb-ı Hak seni galip edecek.’ O demiş: ‘Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlup etmek O’nun vazifesidir.’ İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla hârika bir sûrette çok defa muzaffer olmuştur.”(28)

Aynen biz de bu misaldeki gibi, saydığımız dört temel vazifeyi yapmalı ve daha sonra gerisini Allah’a bırakmalıyız. 

Ve bir hakikati daha beyan etmek istiyorum. Orada şehid olan kardeşlerimiz için de öncelikle Allah şehadetlerini makbul eylesin. “Allah imhal ederama ihmal etmez.” hakikatini ve

“Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır. Ve Allah Teâlâ Hazretleri: ‘İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da duanı mutlaka kabul edeceğim!’ buyurur.”(29)

hadîsini asla unutmamalıyız. Çünkü “zâlim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor, te’hir ediliyor. Yoksa bakılmıyor değil.”(30) Onların yani o kâfirlerin Müslümanlar üzerinde tuzakları vardır.

“Allah da (onların tuzaklarına karşılık olarak) bir tuzak kuruyor. Şüphesiz ki Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (31) 

Hazret-i Ali (ra)’ye ithaf edilen şu sözü hatırlatmak isterim: “Zulme engel olamıyorsanız, en azından onu herkese duyurun.” Biz de Allah rızası için bu çalışmayı yaptık ve inşâallah bir bilinç ve şuurun oluşmasına vesile oluruz.

Son olarak sözlerimi ümit verici ve geleceğe karşı umut dolu olmamızı sağlayacak şu sözler ile bitirmek istiyorum:

“Evet, ümitvâr olunuz; şu istikbâl inkılabı içindeki en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!..”(32)

Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

DİPNOTLAR:

(1) Âl-i İmran Sûresi, 104. Âyet.
(2) Müslim, Îmân, 78; Tirmizî, Fiten,11.
(3) Abdurrahim Karakoç, Yemin Şiiri’nden.
(4) Hucûrat Sûresi, 10. Âyet.
(5) Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66.
(6) Müslim, Îmân, 93-94; Tirmizî, Et’ime, 45; İbni Mâce, Mukaddime, 9.
(7) Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s.407.
(8) Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s.58.
(9) İbrahim Sûresi, 42. Âyet.
(10) Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s.40.
(11) age.
(12) Nisâ Sûresi, 136. Âyet.
(13) Buhârî, Edeb, 27; Müslîm, Birr, 66.
(14) Mehmed Âkif Ersoy, Safahat’ından.
(15) Ebû Dâvûd, Melahim, 17; Tirmizî, Fiten, 13; bk. Nesâî, Bey’at, 37.
(16) Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî, s.15.
(17) Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s.60; Divan-ı Harb-i Örfî, s.10; Nur Çeşmesi, s.210.
(18) İbni Mâce, Fiten, 20; Ebû Dâvûd, Melahim, 17; Tirmizî, Fiten, 8.
(19) Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası – 1, s.12.
(20) Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s.154.
(21) age., s.153.
(22)  Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s.43.
(23) age., s. 44.
(24) age.
(25) age., s.45.
(26) Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, s.247.
(27) Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s.337
(28) Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.156-157.
(29) Tirmizî, Cennet, 2.
(30) Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.73.
(31) Enfal Sûresi, 30. Âyet.
(32) Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s.130.

www.NurNet.org