Vakit, Bediüzzaman’ı anlama ve helalleşme vaktidir!

“Hür Adam” filminden dolayı zaman zaman televizyonlarda tartışma konularına rastlıyoruz. Lehte-aleyhte konuşmalar yapılıyor. Lehteki konuşmaların bir çoğu yetersiz. Alayhte yapılan konuşmaların hepsi yanlış. Aleyhte konuşanların bir kısmı Bediüzzaman’ın cahili. Bediüzzaman’ı tanımıyorlar. Bir kısmı dünyevî menfaatlerini aşıp gerçeğe yanaşamıyorlar; korkuyorlar. Bir kısmı da düşman; kin kusuyorlar. Allah, Bediüzzaman’ın cahili olanlara, Bediüzaman’ın âlimi olmayı, üç kuruşluk dünya menfaatleri ellerinden gider diye korkanlara cesur ve samimi olmayı, kasıtlı olanlara da hidayete ermeyi nasip eylesin.

Bediüzzaman bu ülkenin bir gerçeği, aynı zamanda Müslüman camianın vazgeçilmez bir değeridir. Bediüzzaman, nuruyla asrını aydınlatan, başlattığı olumlu iman hareketiyle de çağını çalkalayan bir insandır. O, tam bir Kur’an hizmetkârı ve tam bir Hz. Muhammed (s.a.v) sevdalısıdır.

Onun tek derdi vardı. “Milletinin imanını selamette görmek.” Bunun için değil idam sehpaları, takipler, sürgünler, zindanlar, zehirler, hapisler, tecrid-i mutlaklar; kendi ifadesiyle cehennemin alevleri içinde yanmaya bile razıydı.

O öyle bir Kur’an sevdalısı idi ki: “Kurân’ımız yer yüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem!” diyordu. O öyle bir Hz. Muhammed (s.a.v) sevdalısı idi ki, Onu “kâinatın ruhu”, Kur’an-ı Münezzeli de “dünyanın aklı” görüyordu. Kur’an, dünyadan gitse, dünyanın delirip çıldıracağına, Peygamber ve ahlakı kâinattan çekilse kâinatın vefat edeceğine inanıyordu.

ONUN DAVASI

Onun davası, kendisine çelme atan dar düşüncelerle uğraşacak kadar basit ve küçük değildi. O, kâinat çapında büyük bir davanın, İslam ve Kur’an davasının dellalı idi. Ki bu dava Allah’ın davası idi. Bu dava son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v) davası idi. Kendisi de son Peygamber’in varisi, vekili ve son asrın mebûsuydu. Bunun dışındaki görevler ona dar gelirdi. Onun içindir ki kendisine sus payı olarak teklif edilen milletvekilliği görevini, şark genel vaizliği görevini ve benzeri yüksek maaşlı görevleri kabul etmedi. Tanelerini “cumhuriyetçi” dediği karıncalara verdiği çorbasıyla yetindi, kimsenin minnetini çekmedi. Dine hizmetin karşılığında ne halktan ve ne de devletten bir şey almadı. Daru’l-Hikmet’in üyesi iken aldığı birkaç maaşı da yine millete harcadı.

Dinim beni, Müslüman olmayan birine saygı göstermekten men ediyor diyerek esirken Rus baş kumandanına ayağa kalkmaması, Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse, yoluna gitse halifedir; biz de onun emirlerine itaat ederiz. Peygambere tabi olmayıp zulüm edenler padişah da olsa haydutturlar!demesi, davasına sadakatinden ve görevinin büyüklüğünden kaynaklanıyordu.

O, İKTİDARI ELE GEÇİRME MÜCADELESİ VERMEDİ.

O, koltuk kapma ve iktidarı ele geçirme mücadelesi vermedi. Çünkü o biliyordu ki, dünyevî makamlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.O, insanları imansızlık ve dinsizlik azabından kurtarma mücadelesi verdi. O, bütün mesaisini imanları kurtarmaya hasretti.

İman insanı insan eder, belki de sultan eder.” “İman hem nurdur, hem kuvvettir; hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” “Dinsiz dünyada hayır yoktur.diyordu. Onun hedefinde dünyaya dini anlatmak ve imanın güzelliklerini sunmak vardı. Bunun için “ikna ve irşad” yolunu, “müsbet hareket” tarzını seçti. Silaha ve şiddete davet edenlere karşı çıktı. Kalemi eline aldı, düşündüklerini kitaplaştırdı. 6000 sayfalık Nur Külliyatını miras bıraktı.

Kimse onun ölmekle işinin bittiğini sanmasın. O hayatta iken bile “Said yoktur, Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur, konuşan yalnız hakikattır.” diyor, kitaplarındaki ölmez hakikatı ve o hakikatın kaynağı olan Kur’an’ı hedef gösteriyordu. Kur’an var olduğu ve Onun tefsiri Risal-i Nur okunduğu müddetçe Bediüzzaman hep etkili olmaya ve olumlu inkılaplar yapmaya, dünyanın çehresini güzelleştirmeye devam edecektir.

Onun miras bıraktığı kitaplarda öyle bir cezbe ve cazibe var ki, onları okuyanlar ve anlayanlar hayran oluyor, bir daha da bırakamıyorlar.

Diyordu ki: Hayatınızın lezzetini ve zevkini istiyorsanız, hayatınızı imanla hayatlandırınız, Allah’ın emirleri olan farzlarla süsleyiniz, günahlardan uzak durmakla da koruyunuz.

Makam ve mevkide gözü yoktu. İktidar, makam ve mevkiler kimin olursa olsun, yeter ki iktidarda olanlar, bu milletin değerlerini incitmesin, iman esaslarını sarsmasın, ahlakını dejenere etmesin, yüzünü kıbleden çevirip Batı’ya ve Kuzeye dönmesin, diyordu.

SKOLASTİK BATAKLIĞINA SAPLANMIŞ BİR MEDRESE HOCASI DEĞİLDİ

Bediüzzaman,beni skolastik bataklığına saplanmış bir medrese hocası mı zannediyorlar? Ben modern çağın fen ve felsefesini tahsil ettim”, “eski hal, muhal, ya yeni hal, ya da izmihlal!diyor, her türlü gelişmeye, bilim ve teknolojiye açık bir şahsiyet olduğunu ilan ediyordu. Bediüzzaman da yenilenmeden yanaydı ama mukaddes değerlerden uzaklaşarak yenilenmeyi kabul etmiyordu.

O, medeniyet fenlerini aklın nuru, din ilimlerini de kalbin ışığı görüyordu. İkisinin harmanlanmasından hakikat tecelli eder, öğrencinin gayreti harekete geçer. Bunları birbirinden ayırırsanız, din ilimleriyle meşgul olanlarda taassup, fen ilimleriyle meşgul olanlarda da hile ve şüphe görülür.” diyordu. Bunu demekle kalmadı, etkili ve yetkililerden bu iki tür ilmin beraber okutulacağı okulların açılmasını istedi. Çünkü bir insan ancak, akıl-kalb, din-fen beraberliği ile kâmil insan olabilirdi.

O, dindar bir cumhuriyetten, dindar bir medeniyetten, dindar bir bilim zihniyetinden, dindar bir ahlaktan, dindar bir hayattan yanaydı. Bu haliyle o, kökü mazide olan bir ati idi. Bir ayağı dine bağlı, diğer ayağıyla dünyayı dolaşan bir seyyah, hür ve dindar bir cumhuriyetçi idi.

BEDİÜZZAMAN, SIRA DIŞI BİR İNSANDI.

Onu sıradan biri olarak görenler hep yanıldılar, yanılırlar. O sıra dışıdır. Giyimiyle, kuşamıyla, mücadelesiyle, duası, namazı, evrad u ezkârı, ilmi, orijinal fikirleri ve bıraktığı eserleri, mertliği ve yiğitliği ile sıra dışıdır.

Bir ara siyasete sıcak bakmasıyla, sonra da siyasetin şeytanı melek, meleği şeytan gösteren dejenerasyonunu görerek siyasetten çekilmesiyle sıra dışıdır.

Kurtuluş Savaş’ından önce Kuvay-ı Milliyeyi desteklemesiyle, Kurtuluş Savaş’ından sonra yanlışlar yapmaya hazırlanır gördüğü Ankara’yı, meclis reisini ve o devrin milletvekillerini uyarmasıyla sıra dışıdır.

Hayatının 30 yılını sürgünde, hapiste, zindanda ve tecrid-i mutlakta geçirmesine, defalarca öldürücü zehirle zehirlenmesine ve en ağır muamelelere maruz kalmasına rağmen şiddete  tenezzül etmemesiyle, hattâ şiddete çağıranlara: “Bin yıl İslamiyete hizmet etmiş bir milletin evlatlarına kılıç çekilmez, o yol yanlıştır.” diyerek şiddet yanlılarını uyarmasıyla sıra dışıdır. Kendisine en ağır ve haksız muameleleri reva görenlere hakkını helal etmesiyle sıra dışıdır.

Bir taraftan at üstünde Ruslara karşı vatan savunması yaparken, bir taraftan da tefsircilere örnek olacak İşârâtü’l-İ’caz adındaki tefsirini savaş hengamesinde kaleme almasıyla sıra dışıdır. Savaş sırasında Ermeni gibi gayr-i müslim çocukların öldürülmesine karşı çıkmasıyla sıra dışıdır.

“Düşüncelerini mutlaka İslam’ın temel eserlerine dayandırmasıyla, köklerine bağlı bir alim portresi çizmesiyle, yaşadığı dönemde modern bilimi dışlayan medrese eğitimini şiddetle eleştirmesiyle, dini ve modern bilimleri birlikte ele alan üniversite projesini dönemin sultanlarına taşımasıyla” sıra dışıdır.

Her Müslüman’ın her sıfat (ve eylemi) Müslüman olmadığı gibi; her kâfirin de her sıfat ve sanatı kâfir olmaz. Binaenaleyh, Müslüman bir sıfat ve sanat (kâfirin elinde de olsa) güzel bulup almak neden caiz olmasın? diyerek kâfirin elinden alınabilecek güzel şeyler olabileceği gibi; nefse ve şeytana uyan bir Müslüman’ın elinden de çirkin işler çıkacağına dikkat çekmesiyle sıra dışıdır.

Namüsait şartlar altında kitaplar kaleme alan, okuyucusunun kafasındaki bütün tereddüt ve şüpheleri gideren, tekrar tekrar okunmasına rağmen usandırmayan 6000 sayfalık  bir eser külliyatı ortaya koymasıyla sıra dışıdır.

Halk tabakalarının her kesiminden müntesiplerinin olmasıyla, Kur’an’ın etrafında en kalabalık cemaat oluşturmasıyla, en çok okunan ve dünya dillerine çevrilen kitaplar yazmasıyla, sıradan insanları aydın yapması ve alimleştirmesi, alimleri kendine hayran bırakmasıyla sıra dışıdır.

Asrımıza düşmüş bir sahabi tavrı ve duruşuyla, medenilere karşı seçmiş olduğu mücadele tarzı olarak “ikna” usulünü ve üslubunu seçmesiyle, Peygamberimizin ahlakına, çilesine, affına, gönülleri fethedişine ve başarısına benzer ahlakı, çilesi, affı, gönülleri feth edişi ve başarısıyla sıra dışıdır.

Böyle bir insan çok nadir yetişir. Böyle bir insanın bizim ülkemizden çıkması Allah’ın bir lutfu, belki de mazide İslamiyet’e hizmet etmiş bir milletin torunlarına Allah’ın bir mükâfatıdır. Bu nimet ve mükâfat küfre ve küfrana değil, şükre ve şükrana layıktır.

VAKİT, BEDİÜZZAMAN’LA HELALLEŞME VAKTİDİR

Efendiler! Kavga zamanı geçti. Şimdi Bediüzzaman’ı anlama, bu mazlum ve mağdur insandan özür dileme, onunla helalleşme dönemindeyiz. Allah’a şükür ve ona teşekkür borcumuz vardır.

Şimdi, onun eserlerini okuyarak imanı ve imanları kurtarma zamanıdır.

Şimdi, Peygamberi öldürmeye giden, gittiği yolda Kur’an’dan duyduğu ayetlerle kendisinin gezen bir ölü olduğunu anlayan, kılıcı kınına sokup Peygamber’in huzuruna çıkan, geçmişinden utanan, mazisine ağlayan, Efendiler Efendisi’nden özür dileyen ve Onun huzurunda dirilen, Ömer gibi olma zamanıdır. Yevmülfasl ve yevmülhak gelmeden, ölüm sekeratı uyandırmadan önce uyanma ve Bediüzzman’la helalleşme vaktidir.

Ölüm haberi gelmeden / Azrail hamle kılmadan

Can bedenden ayrılmadan /Gel gidelim Dost’a gönül.

“Hür Adam”da buluşma dileklerimle!…

Vehbi Karakaş
Kaynak: Risale Haber