Yaptığımız Bütün İyilikler Allah’tan

Yaptığımız Bütün İyilikler Allah’tan Kütülükler Nefsimizden Olduğunu Gösteren Bir Yazı Bu:

“MÂ ESÂBEKE MİN HASENETİN FEMİNALLAH VE MA ESABEKE   MİN SEYYİETİN FEMİN NEFSİK.”Size hayırlardan birşey isabet etse o bendendir, şerlerden bir şey isabet etse o nefsinizdendir.

Kardeşlerim! Üstadımız bizi mühim bir vartadan muhafaza ediyor, “Bizi terbiye eden bir Hafizimiz vardır” demekle, tevekkülümüzü ziyadeleştirmekle  bize hatt-ı hareketimizi gösteriyor. İşte bu hal, hatarsız (tehlikasiz) bir keramet olduğu halde,  fahr için kasten izharına çalışmamak lazımdır. Bu ne demektir,  biliyor musunuz? Faziletini teşhir ma’nâsında, Müslüman hareketini teşhir ederse (yayarsa), o Müslümanda bu hal, git gide nifakı (iki yüzlülüğü) netice verebilir, Allah korusun. Allah gösterişin her tipinden, her şeklinden bizi muhafaza etsin! Kerametteki hatar şöyle olur: Sana isabet ettiği şey, İlahi bir ihsan iken, bir kısım mazhariyeti kendine vermek Allahın iyiliği olduğu halde ben yaptım demek) hatar olur. “Benim istediğim oldu” manasına gelir. Cenâb-ı Hak insandaki bu tebeddülden muhafaza etsin. Bir insanda tebeddül (değiştirmek) nasıl olur? Tebeddül, Yani Allahın iyiligini kendine almak gibi bir şey olur. Gâliben keramete mazhar olan bir zâtın keramete mazhariyetinde, onun kesbinin (işi ile oldu demek) azıcık da olsa bir payı, bir hissesi olmaz mı dese? İşte insan o nefsinin payını dikkate alarak fazilet ve kemâlatı nefsine nisbet ederse hata eder, başına iş açar.  Üstad’ın Sözler’de yazdığı bir zeyl’de “Bu zeylin herkese faydası var” deyip dört hatveyi izah ediyor.

Mâlûm Risâle-i Nûr tarikat değil, hakikattir. Bu dört hatve ile, hakikate gidilecek kısa ve hatarsız bir yolu açmış. O dört adım içinde Kûr’an-ı Kerîm’den dört âyeti  çıkarmiş. O âyetlerden birisi “MÂ ESÂBEKE MİN HASENETİN FEMİNALLAH VE MA ESABEKE   MİN SEYYİETİN FEMİN NEFSİK” Bu âyet, Risâle-i Nûrun meşreb  ve mesleğinde tâbiri câiz ise bizim imamımızdır.  Bu Âyet-i Kerîmenin manasını yukarıda bildirdim. fakat senin vesilenle dahi ortaya çıkan ne kadar güzellik, hayır, iyilik, fazilet ve kemâlat varsa, onların hepsi de Allah’tandır, senin değildir, onların birazına dahi sahip çıkarsan zâlim olursun. Çünkü, bütün iylikler Allah’ındır ve Allah’tandır! Bütün kötülükler, noksanlıklar,  hatalar, kusurlar, perişaniyetler, günahlar bizdendir. Merhum şair kardeşimiz bunu çok güzel bir mısra ile şöyle ifade etmiş: “Şer nefisten, hayır kula Hüdâdandır, Hüdâdandır” demiş. Bakın şimdi mezkur âyeti anlamadan okuyup geçsek, mâlûmat kabilinden hıfzetsek, o zaman nefis bizi vurur, şeytan bizi alnımızdan çakabilir. Bu âyeti tevâzu ma’nâsında anlasak, yine nefsin desisesine, şeytanın hilesine muhatab olabiliriz. Bu âyete tam iman lazım ki, uyalım ve tatbik edelim. Çünkü varlığımız, Sıhhatımız, görmemiz, düşünmemiz hepisi Allahtandır. Bizi imtihan için bize bir irade vermiş, ne mutlu ona ki o iradeyi lazım olan terde kullanır. Mesela, bir kardeşimiz güzel bir iş yaptı, hizmet,  din ve Kûr’an nâmına maharetli bir fa’âliyet sergiledi, Takdir ve tahsin babında o kardeşe “Mâşaallah bu işi ne güzel becerdin, işi iyi götürüyorsun” deyince, Oda bize cevaben herşey Allahın takdir ve yardımı ile oluyor dese isabet etmiş olur. Şimdi bakın bütün ehl-i hakikat, Cenâb-ı Allah’ın hâlis ve hasbi kullarının hepsi bu âyete iman etmişler, “Bütün iyilikler, bütün güzellikler, benim mahiyet aynamda görünen, benim elimle, benim vesilemle ortaya çıkan ne kadar güzellikler, iyilikler, hayırlar ve hüsünler ve kemaller varsa, hepsi doğrudan doğruya Allah’ındır” demişler, Allaha vermişler. Şimdi bakın bütün güzellikleri tamamen Allaha verdin, İşi Allahın rızası dahilinde kendine güvenmeden yaptı isen hatadan kurtulmuş olursun. İşte  insana düşen kendini kusurlu, noksan, günahkâr gürmek yaptığı hatalara karşı pişmanlık göstermek ve nedâmet etmektir.

Şimdi bu Âyet-i Kerîmeye iman ve iz’an derecesinde tam ittiba eden bir Müslümanın dünyasına gurur, riya ve gösteriş girer mi? Çünki iyiliği üzerine almıyor, iyiliği kendine nisbet etmiyor, “Benimdir” demiyor. Doğrudan doğruya “İyilik Allah’ındır” diyor. Geride ona tembellik, lakaytlık, lâubalilik, perişaniyet kalıyor.  Üstad ne diyor: “Dergah-ı İlahiye müteveccih olduğum zaman öyle bir hal ikram ediliyor ki, bütün dünya bana verilse inandıramaz ki, “Ben iyiyim, sahib-i kemâlim, bütün dünya beni meth-ü sena etse, inandıramaz ki, ben iyiyim, sahib-i kemâlim” Çünki, iyilik Allahındır. Bu âyete iman lazım, ona göre amel lazım.

Hz.  Ebubekir (R.A.) münacâtında diyor ki ”Ene Müflisun” ”Ben müflisim” Hz.  Ebubekir (R.A.) böyle diyor, Sıddık-ı Ekber ki, Peygamberlerden a.s. sonra birincidir, böyle diyor. Dikkat et, ümmetin en büyüğü olan bu zât “Ben müflisim” diyor. Fakat eğer bunu, öyle bilmeyip  tevâzu ma’nâsında söylese tabasbus ve riya olur.  Peki “Neden öyle söylemiş?” Çünkü, cidden kendini müflis biliyor! Peki, niye kendini insan müflis bilir?  işte âyetteki bu sırdan. İyiliği Allaha verdin mi, sen de öyle söylersin. Bazan insanda muvaffakiyetten gelen bir sarhoşluk olur, nefis bunu hemen gasbediyor. Bazı siyasiler fırsat kolluyor ve kendine menfaatı oldu mu, bir muvaffakiyeti hemen kendilerine açıklıyor. Senin nefsin de aynı siyasiler gibi, eline fırsat geçti mi kendin için kullanıyorsun. O zaman insanın maneviyatı alabora oluyor. Ey kardeş, kendinde fazilet ve kemâlat namına zerre kadar bir şey görmiyeceksin.  Melekût âleminde Arş-ı âla seni izlesin, melekler seni bilsin, kâfi!  İşte melekût âleminde bilinmek istiyorsan, onun yolu hiçlikten silinmekten geçiyor. Silinmeyen bilinmez, o kadar. Üstad “Said tam toprak, tevazu-yu mutlakta bulunmak elzemdir!” diyor.  Cenâb-ı Hak her türlü izâfetten bizi muhafaza etsin.

Şu sohbette şu ma’nâyı anlasak, bize yeter. Bütün ehlullah bu ma’nâ üstünde şiddetle, dikkatle durmuşlar. Yani, varlık dağını eritmedikce bu iş olmaz, İllâ varlık dağını eriteceksin!  Benim ilmim ve benim faziletim, benim kabiliyetim, benim istidadım demek yok. Sil, o şekil sözleri. Bütün ehl-i hakikat, ne bulmuşsa yoklukta bulmuş. Tam fenada, tam mahviyette bulmuş. Cenâb-ı Hak izâfetten bizi muhafaza etsin. Nefse izâfet noktasında ona zerre kadar koklatmamak lazım, biraz koklattın mı tehlike var. Hemen şımarır. Bileceksin ve diyeceksin: “İyilikler Allahındır, hatalar, isyanlar da benimdir”. Onun için bakın ehl-i hakikat, Allah’ın büyük evliyaları kendilerini müflis görmüşler, hattâ münafık gibi görmüşler. Fakat kardeşlerim, mü’minin dünyasında ye’s de asla yoktur. Çünkü ye’s insanı küfre götürür. Ne demek, “Günahlarım çok”      demek ve affedilmemeyi düşünmek? “Lâ taknatû” “Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin”, Ümit kesmeyin emri varken, ümidsizlik olur mu? Ucubla nasıl küfre gidilebiliyor ise ve fazilet ve kemâlatına güvenerek “Bu beni kurtarır”  demek nasıl ucub ise, ucub gibi ye’s de küfre götürür.

Üstadımız diyor ki: “Malûm olsun ki: Bizi ziyaret eden, ya hayat-ı dünyeviye cihetinde gelir; o kapı kapalıdır. Veya hayat-ı uhreviye cihetinde gelir. O cihette iki kapı var: Ya şahsımı mübarek ve makam sahibi zannedip gelir. O kapı dahi kapalıdır. Çünki ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenab-ı Hakk’a çok şükür, beni kendime beğendirmemiş.“  26.Mektub:344  10.Mesele

Üstad bakın ne diyor, “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum.” Çünkü, insanın mahiyet-i aynasında görülen ne kadar güzellikler varsa, onların sahibi Allah’tır. Geriye ne kaldı? İnsanın hataları, kusurları, lâubaliliği, tembelliği, lâkaytlığı, liyakatsızlığı. Cenab-ı Hakkın sana ikrâmat olarak ihsan ettiği lütuf, mehâsin ve kemâlatı kendine nisbet etme. O Allah’ındır. İnsanın aynasında yani mahiyetinde ortaya çıkan ne kadar mehâsin-güzellik varsa onu Allah’a ver. Onlar Cenab-ı Hakkındır de. Çek elini onlardan. İyiliği Allah’a verdiğin zaman geriye ne kaldı? “İnnen nefse le emmâratün bissûi illâ mâ rahime Rabbi” (Nefis her zaman kötülüğü emreder.  İnsan imanının i’tikat derecesine çıkması lazım. “Elimle, dilimle, ilmimle, malımla, canımla, paramla meydana çıkan ne kadar iyilikler varsa bunların hepsi Allah’ındır” demek lazımdır. Bu ma’naya iman lazımdır. Allah’ın malvarlığını kendine izafe ettin mi, yandın. Bakın Üstad ne diyor:

“Hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünki hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlahiye ve icad eden kudret-i Rabbaniyedir. Sual ve cevab, dâî ve sebeb, ikisi de Hak’tandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahib olur.” (S: 464)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: