Yaşasın Kardeşlik!

Kırk seneye yakın Türkiye’de devam eden çatışmaların neticesinde, 40 bine yakın insan öldürülmüş, bu çatışmanın uğruna milyar dolarlar hebâ edilmiş, başta işsizlik, sanayi ve tarım sektöründe birçok kayıplar olmuş, ne yazık ki kayıp edilen gücün tamamı millete mal olmuştur.

Bu millet artık akan kanın durdurulmasını istiyor, ölen askerin de, PKK’nın da ardından yanan bir yürek var. O da anne yüreği, bütün anneler bizim, artık ağlamasın yüreklerimiz!..

Tarihe bakıldığı zaman gerek dâhilde gerekse hariçte birçok üzücü hadiselerin neticesinde sulh ve barış hâkim olup, adâvete son verilmiştir. Yıllardan beri içimizde devam eden bu menfur cinayetler ve çatışmalar da elbette bir gün barışla son bulacaktır. Mademki sulh, barış ile bitecekse, yarın değil; bugünden barış olsun. Artık kan dökülmesin, halk barış istiyor, kardeşçe yaşamayı istiyor.

Son üç seneden beri “çözüm süreci” olarak gündeme getiren taraflar “hükümet, İmralı ve Kandil” inisiyatif kullanılarak halkın özlem duyduğu barışa adım atılmıştı, barışa ve kardeşliğe yönelik atılan adımlar her nedense son üç aydan beri tekrar eskiye teamül edilmiştir. Halk bu çatışmayı istemiyor, zaten tahammül edecek bir güçleri de kalmamıştır.

Cenâb-ı Allah (cc) Âyet-i Kerimede şöyle buyurur: “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir cezadır. Amma kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (Şûrâ, 40) Görüldüğü üzere insanları cezalandırmaktansa, affedici olanların ve barışa vesile olanların yüksek mükâfatı Allah’a aittir. Daima yapıcı ve uzlaştırıcı olmak lâzımdır. Ortaya çıkan bireysel ve toplumsal problemler her zaman müdahalelerle çözüme kavuşmuştur.

Bir Hadis-i Şeriftede Efendimiz (asm), “en güzel amel sulhu sağlamak” olduğunu emir buyurmuştur.

Kur’ân’ın dellâlı, Hatem-ül Enbiya’nın (asm) hatem-ül varisi, Risale-i Nurun müellifi, Bediüzzaman Hazretleri sulh ile ilgili Münâzarât eserinde şöyle diyor:

“Milletimiz bir vücuttur. Ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve İmandır. Rahmet-i İlâhiyeden ümit kesilmez. Çünkü Cenâb-ı Hak, bin seneden beri Kur’ân’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla inşallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.”

Görüldüğü üzere İslâmiyet’ten evvel insanların hak ve hukuktan uzak olduğu ve cehaletin hâkim olduğu bir dönemde rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in (asm) yaydığı İslâmiyet’le gelen güzellikler ve Kur’ân’ın nuru ile insanların inat ve taassupları kaldırılmış, kalplere hidayet verilmiştir. Örf ve âdetlerinde inatçı olan Araplar, İslâm’ın nuru ile inatlarını bırakıp, barış ve huzurun muallimleri, insanlığın medar-i iftiharı olmuşlar.

Netice itibariyle İslâmiyet’in ruhu ile yaşayan bizler, yani Türk ve Kürtler ayrı iki millet olsalar da, birbirlerine kenetlenmiş bir vücut hâlindedirler. Bin seneden beri beraber yaşamış bu insanların birbirlerinden ayrı yaşamaları düşünülemez. Çünkü bu halkın başka dostu ve yakını yok, başka seveni de yoktur. Kader bu insanları birleştirmiştir. Yaşasın kardeşlik…

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

04.10.2015

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: