Yayan Çıktım Bu Yola, Dayan Ey Dizlerim Dayan!

Her nedense hayatımın bir kısmı Evliya Çelebi gibi seyahatlerle geçti, Diyarbakır’dan – Kırklareli ‘ye otobüs ile seyahat ediyordum. Mesafe uzun, yol yorgunluğu, gurbete gitme, aileden uzak kalma vs. düşüne-düşüne, derken gece bihayli ilerlemiş, otobüsün içinde bir sükûnet, bir sessizlik hakim. On bir numaralı koridor tarafındaki koltukta, iç hayallerimle hasbıhal ediyordum. Dizlerimde şişlik oluşmuş, ayakkabı ayağıma artık dar geliyor, uyumak istiyorum, uyku da tutmuyor ki uyuyayım. Çare: Yayan çıktım bu yola, dayan ey dizlerim dayan dedim. Mevsim yaz, vasıtanın içi de serin, sanki üstümdeki rafta bir arı kolonisi gibi karasinekler var, zaman- zaman bir miktar oradan gelip kolumun üzerine konar, tekrar sıçrayarak kayboluyorlardı. Otobüsün ani fren tutması veya sallanması ile tekrar karasineklerin hücumuna maruz kalıyordum.

 Bu sinekler benden vaz geçmeyeceklerini tahmin ettim. Otobüsteki görevli elemanı yanıma çağırdım. Belirli aralıklarla karasineklerin tearuzuna uğruyorum, artık dayanamıyorum, buna bir çare bul dedim. Görevli personel,  ‘’abı,  otobüsün içi temiz böyle anlattığın gibi karasinek ne gezer, olmaz’’ dedi ve gitti.

Bir daha sineklerin saldırısına uğrayınca tekrar personeli çağırdım. Bak evladım bu yaşımla sana gayrı hilaf konuşmam bir çare bul, artık yeter! dedim. O da sakin ama ne yapsın. Çare, rafın altındaki ışığı yakmakta gördü, sağa sola baktı birden ‘’ abı, Kolun hizasından aşağıya bak, işte karasinek dediğin, kaçak çay tanesiymiş’’ dedi. Meğerse üst rafta kuru kaçak çay varmış, otobüsün zaman-zaman sallanması ile kuru çay taneleri kolumun üzerine dökülüyormuş. İşte karasineklerin ismi ve cismi ortada yokken bir olayın faili gibi onları suçladım. Malum genelde sinekler insanın vücuduna kondukları için sinek sanmıştım. Artık iş işten geçince doğruyu da buluncaya kadar yanlış üzere direnmek mecburiyetinde kalmıştım. Görevli personele de bir yanlışlık oldu kusura bakma dedim.

Mahcubiyetle birlikte yol uzun, hayallerim başka mecralara döndü, bu olay bana birçok hadiseyi de hatırlattı. Suçsuz birçok insanın başkasının hatasıyla cezalandırılması ve sonunda karasinek misali bir yanlışlık oldu demeleri…

Mesela: Samsun’da, akraba düğününe giden iki kardeşin, düğün sonrası evlerine dönerken terörist sanılarak iki kardeşten birini yanlışlıkla öldürülmesi, Hatay’da iki çobanın, Uludere’de otuz dört vatandaşın terörist diye öldürülmeleri, daha sonra da ya bir yanlışlık veya istihbarat hatası oldu denilmesi…

Gene, bu memlekettin yetiştirdiği ve değer verdiği ama değersiz kişilerin, bir ulusun iradesini yok sayıp ihtilal teşebbüsünde bulunmaları, 12 Eylül, Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat, 27 Nisan, Andıç Muhtırası ve E-Muhtırası gibi. Keza, ayni devlettin içinde derin devlettin bulunması, Susurluk, faili meçhul olaylar, ayni millettin bireyleri arasına nifak sokup, sağ-sol çatışması, daha sonra alevi-sün-i çatışması, daha sonra da menfi milliyetçilikten doğan Kürtçülük-Türkçülük çatışmaları bunca olaylar bunca hatalar neticesinde binlerce insanın ölümüne sebebiyet verilmiştir. Sonunda da bir hedef gösterilerek karasineği suçla dığım gibi bu müessif olayların failleri de ya istihbarat hatası veya ‘’yanlışlık’’olmuştur…

Amir memuruna soruyor? Yazdığın yazıda birçok hata var. Memur ’’vallahi onlar hep daktilo hatasıdır.’’ diye cevap verince, Amir de ‘’Ha..! Bizim daktilo ne kadar hata yapıyor, anlaşıldı, senin bunda hiç hatan yok’’demiş,

 Acaba millettin başına gelen bu yanlışlıklarda da kimsenin hatası yok mu? Vücudu rahatsız eden her cismi karasinek sanmak ne kadar yanlış ise, masum insanları öldürüp ve neticede yanlışlık oldu demekte o kadar yanlış olmaz mı?

Kim, kimi vuruyor.? Bu millet Çanakkale’de, Erzurum’da, Van’da, Kars’ta ve Türkiye’nin her yerinde gerek içte gerek dışta her türlü milli mücadelede, Kürd’ü-Türk’ü- Laz’ı- Boşnak’ı vs. tek vücut olup bu vatan uğruna can vermişler. Vatan bizim, Bayrak bizim demişler, ayni dava için canı feda etmişler. Evinden, ocağından uzakta kalan, günde bir tayinatla veya ekmeksiz bir tas un çorbası ile idare eden, yaz kış yamalı çarıklarla ve yamalı elbiselerle yedi sene askerlik yapan ecdadımızın arasında hiçbir ırk ayrımı, mezhep ayrımı, soy ayrımı yapılmamıştır. Her kes hakkına razı, her kes devletine muti tek vücut yaşamışlardır.

O zaman bu rahatsızlıkların nedeni ne?

 1900- 1910 yıllardan bu yana İngiliz ve Fransız’ların nifak tohumları ile Türkiye’nin bölünmesi ve parçalanması planı yapılmış,  Bir tarafta Hıristiyan vatandaşları, bir taraftan ırkçılık bir taraftan mezhep kışkırtması yapılmıştır. Bilahare Cumhuriyetin ilk yıllarında da din rabıtaları ile birbirine bağlı olan bu millettin mukaddesatına da dokunulmuş, İstiklal mahkemelerinde birçok masum ve dindar insanlar darağacına asılmış, Kürtler-Türkler arasına bir güvensizlik sokulmuş, derken ‘’karasinek’’ misali, bir şey hedef gösterilecek ya, işte buna da ‘’İsyan’’ ismini taktılar. 90-100 seneden beri ayni acıyı ayni feryatları bu millet çekmektedir. Sebep nedir? Bilinmez. Ama acı çeken insanlar var, dökülen gö zyaşları, yanan yürekler, akıtılan kanlar var. İşte bunca ızdıraplar bu millete yapılan ‘’yanlışlık’’ların sonucu değil mi?

Yoksa: ‘’Yayan çıktık bu yola, dayan ey dizlerim dayan’’ Biraz daha-biraz daha… Demeli miyiz?

Artık bu millet, barış istiyor, huzur istiyor, iş-aş istiyor ve bir fecri sadık bekliyor.

Bediüzzaman,  Türkler ve Kürtlerin birlik ve beraberliğini tespit eden reçeteyi Münazarat eserinde yazmıştır.

Münazarat eserinde alınan, Türk ve Kürtlere bir serzeniş ile konuyu kapatmak istiyorum.

Ey Türkler ve Kürtler!
Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâtlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem; acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demeyecekler mi:
“Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akim bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız.”

Hem de sol tarafında duran ve şehristân-ı istikbalden gelen evlâtlarınız, sağdaki ecdatlarınızı tasdik ederek demeyecekler mi ki:
“Ey tembel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğrâ ve kübrâsı? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rapt eden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhat! Ne kadar hakikatsiz ve karıştırıcı ve müşağabeli bir kıyas oldunuz!” (Münazarat, say. 89)

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: