Yedi Rengiyle Kâinâtı Aydınlatan Güneş; Kur’an Ve Mu’cizeleri (IV)

6- KUR’AN IŞIĞININ ALTINCI MU’CİZELİK KAYNAĞI: KUR’AN, GEÇMİŞE VE GELECEĞE AİT OLAYLARI HABER VERİRKEN SANKİ O OLAYLARA ŞAHİT OLMUŞ GİBİ HABER VERİYOR

Kur’an, geçmiş din ve milletlere ait olayları anlatırken, o olayları yaşayan birisi gibi meseleleri naklediyor. Kur’an’ın naklettiği şeyler kısaca şunlardır: Mazide yaşamış insanların haberleri; sonradan geleceklerin başlarına isabet edecek halleri; Cennet ve Cehennem’in sırları; ilâhî hakikatleri; yaşadığımız Âlemdeki sırları ve kısaca kâinatla ilgili her şeyi doğru olarak anlatıyor ki, bu zamana kadar Kur’an’ın haber verdiklerini, olaylar reddedememiş; mantık tekzip etmemiş; bazı mantıklar kabul etmese de reddedememiş. En önemlisi de diğer ilahi kitapların ittifak ettikleri noktalarda Kur’an onları tasdik ederek nakletmiş; ama ihtilaf ettikleri noktalarda onları tashih ederek haber vermiş. Nakil yoluyla anlaşılan meselelerde böylesine bir haber veriş, elbette ki ümmî bir insandan sâdır olamaz. Olsa olsa Allah kelâmı olur.

İki misal ile Kur’an’ın bu yüksek i’câzını anlatalım:

A) Geçmişe ait olayları sanki olay sırasında hazırmış gibi nakledişine en güzel misal, Kur’an’ın önemle dikkat çektiği, Hz. Meryem’i kimin himaye edişinin Yahudiler arasında tartışılması, sonra da kur’a neticesinde Hz. Zekeriya’ya kalması meselesidir. Bilindiği gibi, Hz. Meryem’in annesi Hanne, yaptığı nezri yerine getirmek üzere küçük Meryem’i alarak Beyt-i Makdis’deki din adamlarının yanına gitti ve onu Allah’a adadığından bahsetti. Böyle bir teklifle ilk defa karşılaşan Yahudi âlimleri, onu kimin himayesine verecekleri konusunda anlaşamadılar ve tartışma başladı. Neticede Hz. Zekeriya’nın teklifi kabul gördü. Buna göre herkes Tevrat’ı yazdığı kalemi alıp bir rivayete göre Ürdün Nehrinin başına gittiler. Kalemlerini suya bıraktılar. Kalemi batmayan Hz. Meryem’i himaye hakkı elde edecekti. Neticede Hz. Zekeriya’nın kalemi batmadı ve himaye hakkını o elde etti.

Burada önemli olan nokta şudur: Bu olay, çok küçük bir olaydır. Hz. İsa ve annesinin hayatları boyunca, ancak yanlarından ayrılmayan birinin bu olaydan haberi olabilir. Bir de bu ayrıntıyı haber veren ümmi ve tarih bilmeyen bir zat yani Hz. Muhammed ise, artık bu haberi Allah kelamı olarak naklettiğinde şüphe kalmaz. Nitekim bu manayı anlatmak için Kur’an Âl-i İmran Suresinin 44. âyetinde buyuruyor: ‘İşte bu sana gelen gayb haberlerinden, onu sana vahiy ile bildiriyoruz. Yoksa Meryem’i hangisi himayesine alacak diye kalemleriyle kur’a atarlarken de sen yanlarında değildin, aralarında bu konuyu tartışırlarken de yanlarında değildin.’. Gerçekten de geçmişe ait ve Hıristiyan tarihçilerin dahi çoğunlukla gözünden kaçmış bu olayı, onların yanındaymış gibi haber vermek, sadece Allah’a mahsustur ve O’nun kelâmına hastır.

B) Geleceğe ait olayları da sanki olurken yanındaymış gibi Kur’an’ın haber vermesine en güzel misal, Rum Sûresindeki Bizans-Sasani çekişmesi ile alakalı verdiği haberdir. Hz. Peygamber’e risâlet görevi verildiği sıralarda dünyanın iki süper gücü Mecusi yani müşrik olan Sasani İmparatorluğu ile ehl-i kitap olan Bizans İmparatorluğu idiler. Anadolu toprakları iki devlet arasında paylaşılıyordu ve aralarında rekabet bulunuyordu. II. Hüsrev liderliğindeki Sasani Devleti 614 yılında, Bizans’ın hâkimiyeti altındaki Filistin’e girmiş ve Kudüs’ü harap etmişlerdi. Binlerce Yahudi ve Hıristiyan katledilmişti. 616 yılında Mısır’ı basmışlar ve neticede İstanbul’a kadar dayanarak, Bizans’ı perişan etmişlerdi. Bizanslıların bu mağlubiyet haberi Mekke’ye ulaştı ve müşrikler, “Müşrik Sasaniler Bizans’ı mağlup ettikleri gibi biz de sizi mağlup edeceğiz” diye mırıldanmaya başladılar. Böyle bir psikolojik ortamda geleceğe ait haberleri doğru olarak veren Kur’an’ın bir mu’cizesi gerçekleşti ve Rum Suresinin ilk âyetleri nâzil oldu: ‘Elif, Lam, Mim. Arabistan arazisine yakın bir yerde yani Anadolu’da Rum mağlup oldu. Fakat bu mağlubiyetlerinin arkasından bir kaç sene zarfında mutlaka galip geleceklerdir. Bu galibiyetten önce de sonra da emir Allah’ındır. İşte o gün mü’minler Allah’ın nusreti ve zafer vermesiyle sevineceklerdir. Allah dilediğine yardım eder. Zira O, mağlub olmak ihtimali bulunmayan azîz ve nihâyetsiz rahîmdir. Bu galibiyet haberi, Allah’ın va’didir; Allah va’dinde durmamazlık etmez. Ancak insanların çoğu bu hakikati bilmezler. Onlar sadece dünya hayatından görebildiklerini bilirler ve onlar âhiretten ise tamamen gâfildirler.’’

’Bir kaç sene zarfında’ ifadesini anlatmak için Arapça’daki bid’ kelimesi kullanılmıştır ki, üçten dokuza kadardır. Âyet nâzil olunca sevinen Hz. Ebubekir, hemen müşriklere koşmuş ve onlara şöyle demiştir: ‘Allah, sizin gözünüzü aydınlatmayacak, bir kaç sene zarfında Bizans gâlip gelecek. Kur’an böyle haber verdi.’ Buna karşı Übey bin Halef, ‘Yalan söylüyorsun, eğer samimi isen bahse girelim.’ demiş ve Hz. Ebu Bekir de on deve üzerine üç sene için anlaşmışlardır. Meseleyi duyan Hz. Peygamber, senenin dokuza ve devenin de yüze çıkarılmasını tavsiye eylemiş ve öyle de olmuştur. Gerçekten de Bedir Gazası günü yani dokuz sene dolmadan Bizans da Sasanilere galip gelmiş ve Hz. Ebubekir de Übeyy’in mirasçılarından yüz deveyi alarak sadaka vermiştir.
Kur’an’ın meseleyi anlatışı, tamamen bu mu’cizelik yönünü ortaya gün gibi çıkaran bir üslüpladır. İşte deryadan iki inci.

7- KUR’AN IŞIĞININ YEDİNCİ MU’CİZELİK KAYNAĞI: BU ALTI NUR BİR GÜNEŞ GİBİ KUR’AN’IN İ’CÂZ IŞIĞINI PARLATIYOR

Bu altı kaynaktan çıkan altı nur, hep birlikte birleşince, bundan manevî bir güneş ortaya çıkıyor. Artık bu güneşin ışığı, iki kere iki dört eder derecesinde Kur’an’ın mu’cize olduğunu haykırıyor. 14 asır boyunca Kur’an düşmanlarına meydan okumuş ve dostlarında da Kur’an’ı taklit etme meyli ortaya çıkmış. Kur’an’ın dostları, Kur’an’a benzemek ve taklit etmek şevkiyle ve düşmanları dahi Kur’an’ı tenkit etmek ve ona karşı koymak gayesiyle, 1400 yıldır kaleme aldıkları milyonlarca kitabı insanların akıl sofralarına açmışlardır. Kur’an ile bu kitaplar arasında bir mukayese yapılsa, en âmi ve cahil bir adam dahi diyecek: ‘Bu Kur’an, bunlara benzemez ve onların mertebesinde değil. Ya onların altında veya hepsinin üstündedir. Hepsinin altında olduğunu dünyada hiç bir fert ve hatta şeytan bile iddia edemez. Demek hepsinin üstündedir.’

Gerçekten de Kur’an beşeriyete vakfedilmiş; âlimler ondan iktibasta bulunmuş ve tasarruf etmiş ve bazı şâirleri kendi malı gibi şiirinde kullanmış; kitapların mukaddimelerinde Kur’an’dan âyetler taklit edilerek süslü sözler söylenmiş. Kur’an’ın ifadeleri kullanılarak dahi olsa, ona karşı çıkılamamış, hiç bir zaman da karşı çıkılamayacağı ilan edilmiş.

Kur’an diğer kitaplara da benzemez, onlarla mukayese edilemez. 20 sene zarfında parça parça, farklı ihtiyaçlara ve taleplere cevap olarak gelmesine; sorular farklı ve muhataplar ayrı ve farklı mekânlarda olmasına rağmen, sanki bir tek insana tek bir hitâp gibi akıcılığını ve belâğatini korumuş.

Sözün özü, söz odur ve ona derler. Hak olup Hak’tan gelip hak diyen ve hakikati gösteren ve nurlu hikmetleri etrafa yayan manevî güneş odur.
DEVAM EDECEK

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz