Yeşil Malatya’dan bir portre: Şeref Karcı

Şeref Ağabey, 1963 yılında rahmetli dayısı Ramazan Keklik vasıtasıyla Risale-i Nurlarla tanışmış, o günden bugüne kadar hiçbir cereyana kapılmadan istikamet üzere, hizmet-ı Nuriye dairesinde ihlâsla devam etmektedir. Yaz – kış; yakın – uzak hiç engel tanımadan sohbetlere katılır, can kulağı ile hasbi ve kalbi pür dikkatle dersleri başta bir fasıla dinledikten sonra yavaş yavaş gözlerini yumar, tefekkür âleminden; rüya âlemine geçer. Hatip dersin hitamında “El-Fatiha” dediği zaman, kalp ve kulağı hüşyar olan Şeref Ağabey, ellerini havaya kaldırarak duâya “âmin” der.

Bir gün ziyarete gittiğimde kendisi ile bir röportaj yapmak istediğimi belirttim.

– Şeref Ağabey seninle bir röportaj yapmak istiyorum.

Şeref Ağabey:

– Rüstem kardeş ben kendimden söz etmek istemiyorum. Mademki ısrar ediyorsun karşılıklı bir sohbet edelim.

– Abi, yarım asırdan beri Risale-i Nur ile müşerref olmuşsunuz, elbette anlatacak birçok hatıraların vardır. Hizmette taalluk bir iki hatıra anlatır mısın?

Şeref Ağabey, anlatmaya başladı:

–  Efendim, bundan elli sene önce bugünkü gibi Risale-i Nurları ev ortamında, dershanelerde okumak, konferans ve panel tertiplemek mümkün değildi. Bir iki kişi bir araya gelseydi “tamam bunlar Nurculuk yapıyorlar” gibi birçok iftiralarla birlikte karakola veya savcılığa ihbarda bulunuyorlardı. Tabiî o zamanın hükümeti de dine karşı pek hassasiyeti yoktu, baskı, istibdat ve hakaret had safhada.

İşte böyle bir zamanda rahmetli Bekir Berk Ağabey Risale-i Nurun avukatlığını yapıyordu. Mahkeme salonlarında Risale-i Nurun savunmasını yaptığı zaman âdeta salon sesinden titrerdi, pek haşmetli bir ses tonu vardı, sözleri akıcı idi, ikna metodu yüksekti. Bekir Ağabey, deyip geçmemek lâzımdır. Onu anlatmak çok zor, tek kelimeyle dâvâ adamı idi…

1965’te Abdullah Yeğin Ağabey ve dört üniversiteli kardeşlerimizin Gaziantep’te mahkemeleri vardı, çevre illerden birçok Risale-i Nur Talebeleri mahkemeye dinleyici olarak gelmişlerdi.

Bekir Ağabey, bize dedi ki, “Buranın savcısı alkolik biridir, boş konuşmalarına aldırış etmeyin, ben onun cevabını veririm.” Hakikaten Bekir Ağabey’in dediği çıktı. Savcı, mahkeme salonundaki Nur Talebelerine; “Ankara lastiği ile gelmişler; İslâmiyet’i savunuyorlar, hele bakın bunlara.” dedi.

Bekir Ağabey, lâfın altında mı kalır. Yüksek bir sedâ ile savcıya cevap verdi. Duruşmaya hâkim bir bayan bakıyordu, dâvânın beraatına karar verdi. O günler çetin günler olsa da; mahkemelere gitmek, mahkemelerde Risale-i Nur’u savunmak bambaşka bir duygu idi. Mahkeme duruşmalarına gitmek, adeta düğüne gitmek gibiydi…

Bekir Ağabey, yolculukta namazını asla tehir etmezdi, namaz vakti geldiği zaman hemen “kaptan uygun bir yerde dur namazımı kılayım” diyordu. Şayet şoför “olmaz” deseydi, “o zaman dur ben ineyim.” derdi.

Şeref Ağabey’in sohbeti tatlı, sözünü kesmek istemiyordum. Temmuzun 23’ü hava sıcak, akşama yemek hazırlığı yapıyordu Cemile Ablamız…

Münasebet gelmişken, Malatya’ya gidenlere Bera-ı malûmat! Şeref Ağabey’in, meşhur Yaprak Köftesi, Celâl Yalçın Ağabey’in meşhur Mercimekli pilavı, İbrahim Levent Ağabey’in Ağustos ayında çıkan bal armudunu yemeden dönmesinler.

– Şeref Ağabey, son sözünü almak istiyorum.

– Bugünkü genç kardeşlerimize bir mesaj vermek ister misin?

– Evet!.. Zübeyir Ağabey demiş ki: Risale-i Nur’u çok çok okuyun, okumakla Risaleleri çözeceğiz.

Gençler okumaktan geri kalmasınlar okusunlar, okusunlar, hizmetin içine girsinler.

Rüstem Garzanlı
www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: