Yılbaşı gelirken..

Prof. Dr. Mustafa NUTKU

Bir yılbaşı daha geliyor.. Niyet, fikir ve hareketleri yaradılışlarının ve bu dünyada bulunuşlarının hikmetine ve gayesine uymayanların, bir senedeki 365 günün son gününün son gecesinde ifrata varan günah işleme azgınlığı ve Allah’a isyan hallerinin tezahür ettiği bir zaman merhalesi olarak da diğer zamanlardan tefrik edilir, Miladî Yılbaşı…

 *  *  * 

Bediüzzaman, “Bâtıl şeyleri ziyade tasvir, safî zihinleri idlaldir” demiştir. Fakat tahrif edilmiş Hristiyanlığın ülkemizde de maalesef bazıları tarafından yıllardır taklitçilik hallerinden biri ve oradan yapılan en zararlı ithalatın nevilerinden bir misali teşkil ettiği için, “yılbaşı eğlenceleri” adı altında ülkemizde de bazıları tarafından işlenen rezaletler üzerinde, onları “ziyade tasvir” ile “safî zihinleri idlal” etmemeye çalışarak bu mevzuda, bir Müslüman ülke olmamıza rağmen maalesef ülkemizde de gaflet halini sergileyen “nüfus kağıdı müslümanları”nın çokluğu karşısında, ibret için kısaca durmakta belki fayda olabilir.

 *  *   *

Miladî yılbaşılarında tahrif edilmiş Hristiyanlığın taklitçiliğini ve oradan bu konuda zararlı ithalatı yapanlardan birine: “Nedir bu sizin yaptığınız rezalet böyle?” diye sorsanız, belki yılbaşı eğlencelerine karşı çıkmayı da “çağdışı” olmak sebebine bağlayarak hakikatsiz ve abuk-subuk laflarla o yanlışlarını güya savunurlar: Neymiş; “insan bütün bir sene çalıştığı ve yorulduğu için, bütün bir senenin yorgunluğunu gidermek ve yeni yıla zinde bir şekilde girmek için eğlenirlermiş!.. Hem yeni bir yıla neşeli bir şekilde eğlence sarhoşluğu içinde girerlerse, ardından gelen bütün bir yıl da eğlenceli ve neşeli geçermiş (?). Hem bu gibi durumlarda çılgıncasına eğlenmesini bilmeyen, çalışmasını da bilemezmiş, vb (!).”

Bu cinsten, çocuk avutmaya bile faydası olmayacak çok yanlış sözlerin müşterek vasıflarının ne olduğu açıkça görülüyor!.

*  *  *  *  

Miladî yılbaşında bazı gayrimüslim batı ülkelerinde yapılanları aynen taklit edenler, Batının az da olsa, bazı iyi mallarının da bulunabileceğini bilmiyorlar mı? Yoksa “benzeriyle ünsiyet etmek” temayüllerine daha uygun olduğu için mi, kötü malları daha iyi mallar yerine tercih edip alıyorlar?

 *  *  *

Hikmetin asıl beşiği Şark’tır. Peygamberler de büyük hükemâ da hep Şarktan çıkmıştır. Hikmet arayan bir Şarklının nazarını Garba çevirmesi, kendi evinin eşiğini biraz kazmakla bulabileceği büyük hazineden bihaber, dünyanın öbür ucuna altın aramak için gidenin haline benzetilebilir! Fakat Batının taklitçiliğini Batılılara karşı bir aşağılık duygusunun da tesiriyle yapanlara bir nevi ilaç olarak, Batılı bazı mütefekkirlerin hakikate muvafık bazı sözlerinden iktibaslar yapmakta fayda olabileceği düşüncesiyle, Dr. Alexis Carrel‘in bazı sözlerini nakletmekte fayda olabilir.

Mesela Dr. Alexis Carrell de bir Batılıdır ve bu konuyla da ilgili sayılabilecek şu sözleri bir kitabında söylemektedir::

“Hayat disiplinsiz ve gayesiz olduğu zaman, tabiatıyla eğlence denilen bataklığa dökülür.”

“Eğlence içinde geçmiş bir hayat kadar manâsız bir şey yoktur.”

“Hayat, dans etmekten, delice otomobil sürmekten, sinemaya gitmekten yahut radyo dinlemekten ibaretse yaşamak neye yarar?”

“Eğlence aptalların saadetidir.”

 *  *  *

Şimdi de, kendi kapımızın eşiğini biraz kazalım ve oradaki defineyi keşfedelim: 20. Asır Türkiye’sinde yaşamış Bediüzzaman Said Nursî’nin, kâinattaki en mühim hakikat davasının müdafaasıyla geçen seksen yılı aşan ömrünün en mühim mahsullerinden ve her gün sadece Türkiye’de değil; dünyanın çeşitli ülkelerinde kıymeti, ehemmiyeti daha da fazla anlaşılmaya devam eden altı bin sayfayı aşan Risale-i Nur Külliyâtı’ndan aynı mevzuyla da alâkalı sayılabilecek birkaç paragraf nakledelim:

“Kat’iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi ‘İman-ı Billah’ tır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en yüksek makamı, İman-ı Billah içindeki ‘Mârifetullah’ tır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki ‘Muhabbetullah’tır. Ve ruh-u beşer için en halis sürur ve kalb-i insan için en sâfî sevinç, o Muhabbetullah içindeki ‘lezzet-i ruhaniye’dir. Evet, bütün hakikî saadet ve halis sürur ve şirin ni’met ve safi lezzet, elbette Mârifetullah ve Muhabbetulllahdadır. Onlar onsuz olamaz.

Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. O’nu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtelâ olur. Evet, şu perişan dünyada, avare nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sahipsiz, hâmîsiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. İşte bu avâre nev’i beşer içinde, bu perişan fani dünyada; insan, sahibini tanıyamazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder, O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.” (Risale-i Nur Külliyâtı, Mektubat)

“Hayat ise, eğer îman olmazsa veyahut isyan ile o îman te’sir etmezse: hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü, insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alakadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor.

İnsan ise, eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten endişeler o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-i meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer. Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür.

Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar onun dalaleti noktasında mâdumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, îtikatsızlığı cihetiyle yine mâdumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar. Eğer iman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar îmanın nuruyla ışıklanır ve vücut bulur. Zaman-ı hâzır gibi ruh ve kalbine îman noktasında ulvî ve manevî ezvakı ve envar-ı vücudiyeyi veriyor…

“İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz” (Risale-i Nur Külliyâtı, Sözler)