Son yazımızda yılbaşı kutlamalarına ‘başkalarına benzeme ve kimlik’ açısından bakmaya çalışmıştık. Şimdi yılbaşı kutlamalarına bir ucundan katılanlar için konuyu tamamlamaya çalışalım. Çünkü mesele sadece yılbaşı meselesi değildir, aynı zamanda kimlik meselesidir.
Hamidullah Hoca şöyle bir bilgi zikreder:
‘Halebî’nin naklettiğine göre, Mekkelilerin, herkesin büyük bir coşkuyla katıldığı yıllık bir bayramları vardı. Her yıl, Muhammed (sa) bunlara katılmamak için bir mazeret ileri sürerdi. Bir defasında, halaları onu, başkalarıyla birlikte bu şenliklere katılmadığı için azarlayıp, ilâhi gazap ile tehdit ettiler. Bu kez Muhammed (sa) onlara katıldı, ama tam bayram şenliklerinin ortasında, benzi bembeyaz ve tir tir titreyerek, akrabalarının çadırına geri döndü. Kendisine, bu müşrik bayramına ne şekilde olursa olsun katılmasını yasaklayan garip ve tuhaf insanlar gördüğünü anlattı. Amcalar ve halalar da sonraki yıllarda bu tür törenlere katılması için onu zorlamadılar. (İslam Peygamberi I/48).
Bilindiği gibi Hz. Peygamber iki defa da Mekke’deki eğlenceli düğünlere katılmak istemiş, ama giderken uyuya kaldığı için gitmekten alıkonulmuştu.
Herkesin bildiği ‘ötekileştirme‘ diye bir kavram var ve ötekileştirmeye karşı çıkma günümüzde yükselen bir değer. Bunun zıddı ne olabilir? Herhalde ‘aynılaştırma’ olur. Herkesin her konuda ‘tıpkısının aynısı’ olması gibi bir şey. Böyle bir dünya hayal edin. Yaşamanın hiçbir anlamı, hatta imkânı kalmadığı bir dünya.
O halde ötekileştirmeyi değil, onu kötü kılan ve onun çağrıştırdığı kötü unsurları ortadan kaldırmak gerekir. Ötekinin haklarını ve en başta da hayat, düşünce ve inanç hakkını tanımama… İşte kötü olan bu. Ve İslam adına kötü olan şey, aslında ötekileştirmeden ziyade, ötekileşmedir, yabancılaşmadır.
Allah ilk insanı yaratırken onun ‘ötekisini‘ de yaratmıştır, Şeytan. Çünkü senin ‘sen‘ olabilmen için bir ötekinin olması gerekir. Aslında ötekileştirmeye karşı olduklarını söyleyenler de paradoksal olarak bunu yapanları ‘öteki’ kabul ederler. Ötekileştirenler ve ötekileştirmeyenler.
O halde ötekisiz var olma mümkün değildir. Mesele, bir öteki kabul etmeme meselesi değil, Allah Rasulü’nün ifadesiyle ‘her hak sahibine hakkını tastamam verme’ meselesidir. İslam’da adaletin tanımı da budur.
Kur’an-ı Kerim daha ilk sayfalarında müminleri ve ötekileri zikretmekle başlar: Kâfirler, münafıklar ve fasıklar. Ve daha önce de değindiğimiz gibi, Hz. Peygamber müminlerin en küçük detaylarda bile ötekine benzememelerini öğütler. Mesela:
‘Yahudiler pabuçlarıyla ibadet etmezler, siz bazen pabuçlarınızla namaz kılarak onlara muhalefet edin… Onlar sadece Muharrem’in onuncu günü oruç tutuyorlarsa siz dokuzuncu ve onuncu gün tutun ve onlardan ayrılın. Müşriklerin de sakalı var, diyenlere, o halde siz sakalınızı boyayın ve onlar gibi olmayın. Saç tıraşınızda başkalarına benzemeyin. Kadın erkeğe, erkek kadına özenip benzemesin’ gibi pek çok hadisi şerif vardır. Basit gibi görünen bu detaylar aslında birer varoluşsal meseledir.
Ötekileştirme, ya da kendisi için bir öteki kabul etme biraz da güçle ve kendi başına ayakta durabilme ile alakalı bir durumdur. Kimlik açısından zayıf olanlar, ötekileştirme yapılmasın derken aslında, bizi de kendinizden sayın, dışlamayın, biz de sizden olalım demiş olurlar. Ötekiler ise kendilerini farklı gördüklerinden buna itiraz ederler. Avrupa Birliği ile bizim ilişkimiz böyle bir ilişkidir. Onlar kendilerini güçlü saydıkları için biz onlara göre ötekiyiz. Bizi terbiye edip kendileri gibi yapmaya çalışırlar. Biz de kendimizi terk edip ötekileşmeye çalışırız.
Din demek, kendini bilmek, Rabbini tanımak, O’nu tanımayanları tanımak ve onlardan olmamak demektir. Kur’an-ı Kerim bize sürekli olarak, ‘Şeytana uymayın, kâfirlere, zalimlere uymayın’ der. Allah Rasulü’nün hayatı hep bağımsız bir kimlik oluşturma ve bunun için Müslümanların en küçük detaylarda bile başkalarına benzememeleri öğütleriyle doludur.
Din, ötekileri tanımak ve onlardan olmamaktır. Bütün dinler böyledir.
Prof. Dr. Faruk Beşer