Yozlaşma nasıl başlar?
İsrailoğullarından kâfir olanlar, hem Davud’un, hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlendiler. Bunun sebebi de onların isyan etmiş olmaları ve hadlerini aşıp durmalarıydı.
Onlar kötülük işlediklerinde birbirlerini bundan alıkoymazlardı. Ne kötü birşeydi işleyip durdukları!
Mâide Sûresi, 5:78-79
Lânetlenme, kalbinde Allah korkusu taşıyan kimse için, tüyler ürpertici bir sözdür. Âyet-i kerime, böylesine korkunç bir âkıbete uğramış bir kavmin durumunu iman ehline bir ibret nümunesi olarak sunuyor.
Sakın onlara benzemeyin, diyor. Çünkü bu bir İlâhî yasadır. Hal ve hareketlerinde onlara benzeyen, âkıbette de onlara benzer.
Âyet, bu âkıbete sebep olarak onların isyanlarını gösteriyor. Ancak işi burada bırakmıyor; bu isyanın böyle bir âkıbeti sonuç verecek hale gelmesinin sebebini de açıklıyor:
“Onlar kötülük işlediklerinde birbirlerini bundan alıkoymazlardı.”
İşte bu, iman ehlini derin derin düşündürmesi gereken bir uyarıdır.
Şurası Kur’ân’ın birçok âyetinde vurgulanan bir gerçektir ki, bu din, sadece bireylerin kendi iyilik ve kötülükleriyle baş başa kalmasına razı olmaz; onlardan toplumda iyilik yayan ve kötülükleri önleyen aktif bir hayat sürmelerini ister. Bu görev yerine getirilmediği zaman da toplumda yaygınlaşan kötülüklerden, sadece o kötülükleri işleyen kimseleri değil, kötülüğe engel olmayanları da sorumlu tutar. Böyle bir ihmalin lânetlenme gibi bir sonuca yol açabileceğini bildiren bu âyet, İslâmın bu konuya verdiği önemi gösteren en çarpıcı örneklerden biridir.
Bu uyarıyı daha da çarpıcı hale getiren bir tespit ise, Peygamberimizin bu âyetle ilgili bir hadisinde yer alıyor:
İsrailoğullarında yozlaşma ilk olarak şöyle başladı:
Önceleri, bir adam diğerine rastladığında “Yaptığın bu şeyi bırak, çünkü sana helâl değildir” derdi. Ertesi gün onunla yine aynı durumda iken karşılaşır, ama bu defa onu kötülükten alıkoymaz, onunla birlikte yiyip içmeye, oturup kalkmaya devam ederdi. Bu davranışları yüzünden Allah da onların kalplerini birbirine benzetti.
Peygamberimiz daha sonra bu âyeti okumuş, ardından da şöyle buyurmuştur:
Allah’a yemin olsun, ya iyiliği teşvik edip kötülükten sakındırır, zalime engel olup onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah sizin de kalplerinizi birbirinize benzetir ve onlara lânet ettiği gibi sizi de lânetler.[1]
İşte, dinî hassasiyetlerin, bir lânetlenme ile sonuçlanacak şekilde adım adım nasıl yitirildiğini tasvir eden ibretli bir Peygamber uyarısı! Bu sürecin bir başlangıcına, bir de sonuna bakmak, İslâm toplumları olarak nasıl büyük tehlikelerle kuşatılmış olduğumuzu göstermeye yeter.
Başlangıçta, herşey yerli yerindedir. Toplumda kötülük işlense bile ona karşı çıkanlar ve kötülük işleyeni uyaranlar vardır.
Fakat uyarılara rağmen, kötülük işleyenler bundan vazgeçmezler.
Uyaranların ise nefesi çabuk tükenir. Bir süre sonra onlar da isyan ve kötülüklerle beraber yaşamaya alışırlar. Uyarılanlar arlanmaz, uyaranlar da artık uyarmaz olur.
Kötülükler böylece adım adım ilerler ve toplumda kök salar. Derken, bir de bakmışsınız, bir gün hayallerden bile geçmeyecek olan şeyler, bir başka gün hayatın bir parçası haline gelivermiştir.
İnsan, âyetin ve hadisin şu uyarısı ışığında bugünkü halimize bakınca ürpermeden edemiyor:
Dinî hassasiyetlerimiz sakın böyle bir aşınma içinde olmasın?
Dün büyük bir duyarlılıkla sahip çıktığımız şeylerde adım adım gerilemeler yaşanıyor, buna karşılık dün büyük bir duyarlılıkla karşı çıktığımız kötülükler adım adım hayatın her tarafını istilâ ediyor, sonra bu durumlar bize de olağan gelmeye başlıyorsa, bu sürecin ciddî bir sorgulamaya ihtiyacı yok mudur?
Eğer bu âyeti bugün inen ve doğrudan bize hitap eden bir âyet olarak görebilir, Allah Resulünün açıklamasından da doğrudan doğruya nefsimize bir pay çıkarabilirsek, bu konuda ciddî bir muhasebenin bizi beklediğini görmemezlik edemeyiz.
— ÜMİT ŞİMŞEK
[1] Ebû Dâvud, Melâhim: 17.