Yüzde 10 bizi nasıl bozar?

Medyanın ahlâksızlığı yaymaktaki ısrarlı ve başarılı tutumu, merhum Tevfik İleri’nin bir tesbitini hatırlatıyor. Ahlâkımızı bozmak için yüzde 10’dan fazlasına ihtiyaç yok!

Değişim rüzgârının bizi ne kadar başkalaştırdığını görmek için en iyi yollardan biri, yakın geçmişin gazete kolleksiyonlarını karıştırmaktır.

Ahlâk telâkkilerimizin nereden nereye geldiğini görmek mi istiyorsunuz? Bundan otuz kırk yıl önceki gazetelerin resimlerine bakın: O günlerin eğlence sektöründe giyilen kıyafetler, bugün sıradan insanlar için bile fazlaca mazbut görünmüyor mu?

Her nesil, evvelkilerin sadece giydiklerine gülmekle kalmıyor; onların neyi ayıp ve günah telâkki ettiklerine de gülerek bakıyor. Bu çizgiyi ileriye doğru uzatacak olursak, gelecek nesillerin de bizim bugünkü “mazbut” halimize bakarak güleceklerini tahmin etmekte zorlanmayız.

Değerli bilim adamı Süleyman Hayri Bolay, rahmetli Tevfik İleri’nin 1951 yılındaki bir toplantıda yaptığı şu tesbiti naklediyor:

“Yüzde 10’un ahlâkı bozulduğu zaman, ahlâksızlık toplumda hakim olur.”

Medyanın ahlâk ölçütlerimizi zorlamakta bu kadar ısrarlı davranmasını sebepsiz mi zannediyorsunuz?

***

Dünyanın en ücra köşesinde bir iğrençlik cereyan etmeyegörsün! Önce bu çirkin bir davranış olarak teşhir edilir ve bütün dünyada bu iğrençlikten haberdar olmayan tek bir kişinin bile kalmaması sağlanır. Bu, hayâ perdesinin yırtılma aşamasıdır.

Arkasından aşındırma aşaması gelir. Benzer haberlerden hiçbiri kaçırılmaz; en pespaye vak’alar önemli haber statüsüne kavuşturulur ve kamuoyu bunlar hakkında sürekli olarak aydınlatılır. Derken vak’alar çoğalır, tepkiler cılızlaşır, iğrençlikler umursanmaz olur.

Bundan sonrası, yasallaşma yahut normalleşme aşamasıdır. Nasıl olduğunu anlamadan bir de bakmışsınız, bir günün iğrençliği bir başka günün cinsel tercihi halini almıştır. En azından, bu durumu kabullenecek yüzde 10’luk bir kesim vücuda getirilmiştir.

***

Fakat yüzde 10 da geldiği yerde durmaz. Onu oraya getirenler yeni hedeflerin, yüzde 10 ise kendisine uzatılacak yeni oltaların peşindedir. İçildikçe susuzluğu arttıran deniz suyu gibi, ahlâksızlıkta varılan her merhale de daha ileriye gitme arzusunu kamçılar. Nereye kadar?

Batı uygarlığında ahlâkın kemal mertebesi tam çıplaklıktır. Bunu, Tevrat’a kalem karıştıran eller, yüzyıllar öncesinden böylece belirlemiştir. Tekvin Bâbında, Hz. Âdem ile Havvâ’nın aslında çıplak oldukları, fakat bunun farkında olmadıkları ve bundan utanmadıkları, ancak yasak meyveyi yedikten sonra çıplaklıklarını fark ederek utanmaya başladıkları anlatılır (Tekvin, 2:25; 3:7-11). Bu hikâye, çıplaklığı ve utanmazlığı tabiî davranış olarak Batı insanının ruh derinliklerine nakşeder.

Kur’ân ise kıssanın bu kısmını tashih ederken, aynı zamanda, gerek Tevrat’a parmak karıştıranları, gerekse onların izini takip edenleri bu suça kimin azmettirdiğini de açıklar ve insanlığı bu ortak düşmana karşı uyarır:

“Ey Âdem oğulları! Anne ve babanızın örtülerini çekip çirkin yerlerini ortaya çıkararak onları Cennetten çıkardığı gibi, sakın Şeytan sizi de fitneye düşürmesin. Çünkü şeytan ve askerleri, sizin onları göremediğiniz taraftan sizi görürler. Biz ise o şeytanları iman etmeyenlere dost kılmışızdır.” (A’râf, 7:27.)

***

Allah’ın kitabında yapılan tahrifattan sadece Batı insanının etkilendiğini düşünüyorsanız, bir de, millî değerlerimizin bayrak isimlerinden merhum Nihat Sami Banarlı’nın “Temizliğe Dair” başlıklı makalesindeki şu cümlelere bakınız:

“Mukaddes Kitap, Âdem ile Havvâ’nın, memnû meyvayı yemeden evvel, çıplaklıklarını fark etmediklerini ve bu yüzden utanç duymadıklarını söyler. Demek ki aslında temiz olan çıplaklığa  kirlilik katan, memnû meyvanın yenişi, yani vücuttan evvel arzu ve ihtiras kirliliğidir.”

En şuurlu olanlarımızın Tevrat kültürü Kur’ân kültürüne böyle galebe ederse, arkadan gelecek gelişmeleri tahmin etmek zor değildir.

Bizim medyamız da, ekseriyetle, işe başlarken yüzde 10’un bulunduğu yeri referans olarak alır ve “Allahım, günah yazma!” diyerek kolları sıvar.

Sonrası bildiğiniz gibidir: “Biraz yaz, biraz yazma.” Ve çok geçmeden: “İster yaz, ister yazma!”

Aslında bu son aşama, yüzde 10’un birkaç sene önceki seviyesidir. Aynı değişim rüzgârı, biraz zaman farkıyla burada da hükmünü icra etmektedir. Tahribatı önlemek azmiyle yola çıkanlar, nasıl olduğunu anlayamadan, yüzde 10’un sürekli bozulma halinde olan telâkkilerini meşrulaştırmak rolünü benimsemişlerdir.

***

İnsan elbette değişir. Fakat siması da hergün ayrı bir kılığa bürünürse, onu kimse tanıyamaz. Çok şükür ki, Yaratan, simamızı bize sormadan çizmiş ve onu değiştirme yetkisini bize vermemiştir.

Ahlâk telâkkisi gibi, bir milleti millet yapan en önemli unsurların şekillenmesinde beşer iradesi belirleyici olursa, o millet tanınmaz hale gelecektir. Çünkü beşer iradesi bir yerde durmaz, duracağı yeri bilemez; bunu bilemediği için de birileri çıkıp ona nerede duracağını veya nereye kayacağını bildirir. Onun için, özgürlükten dem vuracak olanlar kendilerini kandırmaya çalışmasınlar. İnsan, değerlerini belirlemek hususunda mutlaka birisine tâbi olmak zorundadır:

Ya İlâhî iradeye, ya da beşerin en aşağılık kısmına!

Ümit Şimşek

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: