Zaman ve Mekân İ’tibariyle Ölüsün!

Cenâb-ı Vâcibü’l Vücûd Kur’ân-ı Kerîm’de, başta Resûl-i Ekrem (s.a.v) olmak üzere her insan ferdine: Muhakkak sen öleceksin, onlar da ölecekler demiyor. Bilakis  şöyle hitâb ediyor: “Muhakkak sen ölüsün, onlar da ölüdürler.”( Zümer sûresi, 39:30)

Yani sizler ölüsünüz. Şayet beni imân ile tanır, bana ve emirlerime hakkıyla tâbi olursanız, ebediyyen diri, canlı ve hayatdar kalacaksınız. Aksi takdirde ölüm ile yokluğa mahkûm olacaksınız.

Allah’ı tanıyan ve bilen, ihyâ fiiliyle hayat bulur, can bulur, dirilişe erer. Tanımayan ise ölüme, yokluğa akar gider…

İnsan, içinde bulunduğu durum itibariyle ölüdür. İnsan bedeni bir terkîb ve tahlîl içinde sürekli çalkalanan bir âlem gibidir. Her gün milyarlarca zerre bedenden ayrılıp vefat eder, gider. Yerlerine yeniler gelip yerleşir, iş başı yapar. Tıpkı bir misafirhâne gibi dolar boşanır.

Zaman itibariyle insan ölüdür. Geçmiş zaman bir büyük mezaristandır. İçinde bulunduğumuz hazır gün ise bir tabut hükmünde olup başında cismimizin cenazesini taşıyor. Bu dünyadan yararlanma durumu sadece bir  nefes miktarıdır, bir ân-ı seyyâledir. İnsan ömrü, geçmiş ve gelecek zaman aralığında sıkışmış bir andır.

Sözüm ona, boş heves ve nefsânî beklentiler arasında  yeni bir  milâdî yıla girmeye yaklaştığımız şu günler ve devamı, ya geleceğimizi karartacak ya da, hayatın başlangıcı ve sonunu simgeleyen iki dağ arasında selametle arz hayatından berzah âlemine geçişimizi kolaylaştıracak, nurlu nazarların nurlu mahşerini önümüze serecektir.

İnsan, mekân i’tibariyle dahi ölü hükmündedir. Şu kocaman yerkürede insanın  işgal ettiği yer, ancak ayağını bastığı veya oturduğu mekândan ibarettir. İstifadesi ise, imân nuru, mârifeti, bakışı, tefekkür ve tezekkürü kadardır.

Sahip oldukları itibariyle de insan ölü hükmündedir. Dünyalık adına sahip olduğu şey, üzerindeki elbisesi ve midesindeki rızkıdır.

İnsan ölü hükmünde olduğu gibi, kâinat ve içindekiler de ölü hükmündedir. Çünkü, dünya, yedi temelsiz çürük direk üzerine bina edilmiştir. Bu rükünler, zaman ve mekân itibariyle iki kısma ayrılmaktadır.

“Zaman” itibariyle; 1) Gece ve gündüz 2) Mevsimler ve seneler 3) Asırlar ve devirler.

“Mekân” itibariyle; 1) Hava boşluğu 2) yer yüzü 3) Küre-i Arz’ın içi 4) Semâ.

Zaman ve mekân itibariyle nice âlemler, devirler, asırlar, mevsimler geride kaldı. Bu yedi rükün hep değişikliğin, zelzelenin, dönüşmenin, yıpranmanın, ıztırapların, feryatların muhatabı oldu ve olmaya devam ediyor.

Böyle kararsız ve devamsız bir âlemde gönlünü geçici heves ve arzulara kaptırmanın akıl kârı olmadığı selim akıl sahiplerince anlaşılmalı değil mi?

Her gün, her saat, her saniye yeni dünyalar kurulup, yeni dünyalar yıkılıyor. Yıkılan bu maddî dünyaları manevî kazançlara çevirmenin bir çaresi olmalıdır ve vardır.

Yokluktan, hiçlikten ve ölü olmaktan kurtulmanın çaresi Kur’ândadır. Onu kendimize tam rehber yaparsak kurtuluruz.

Kafileler peş peşe yollara revan olmuşlar… Bir kafile Cennet’e, bir kafile ise Cehennem’e gidiyor.

Cennet kafilesine dahil olmaya bakmak lâzım. Yılın başının veya sonunun ne kıymeti, ne önceliği var ki?.. Önemli olan hayatın sonu ve nasıl olacağı değil mi?

Öyle ise âhir zaman fitnesine karşı takvâ, salih amel ve günahlardan çekinmekle kendimizi muhafazaya çalışmaktan başka çare yoktur. Kur’ân’a, Sünnet-i Seniyyeye ve Müçtehid imamların/salihlerin/ariflerin yoluna sarılmalıyız. Gece namazlarında göz yaşları eşliğinde neslimize, milletimize, vatanımıza, âlem-i İslâm’a, geleceğimize bol bol dua etmeli, İslâm’ın ve hakaik-i imaniyyenin bütün cihana yayılması, kalplerde mâkes bulması, fitnelerin yer yüzünden silinmesi, kalplerde muhabbetin yeşermesi için çalışmalıyız.

Zaman; asla beddua zamanı değil, kenetlenme ve uhuvvetle kaynaşma ve ortak düşman olan zındıka komitesine/siyonist ve küresel güçlere karşı  mazlumun ve Hakk’ın yanında tek yürek olma zamanıdır.

Bu hana tek başımıza ve çıplak olarak geldik, yine tek başımıza ve çıplak olarak gideceğiz!

İsmail Aksoy

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: