Zamanlar Geçtikçe, Kur’an’ın Ulvi (Yüksek) Sırları İnkişaf Ediyor

Doktor Maurice (Moris), 

Le parler Française Roman (Löparle Franses Roman) isimli gazetede Kur’an’ın Fransızca mütercimlerinden (tercümanlarından) Selman Runah’ın tenkidatına (tenkitlerine) verdiği cevapta diyor ki:

Kur’an nedir? Her tenkidin fevkinde bir fesahat ve belâgat mu’cizesidir. Kur’anın, üçyüzelli milyon Müslümanın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun her mânayı hüsn-ü (iyi anlatır olması) ifade etmesi itibariyle, münzel (Allah tarafından gelen) kitapların en mükemmeli ve ezelî olmasıdır. Hâyır, daha ileri gidebiliriz: Kur’an, kudret-i ezeliyenin, inayet (Allah’ın Kudretinin yardımı) ile insana bahşettiği (hediye ettiği) kütüb-ü semaviyenin (gökten inen kitapların) en güzelidir. Beşeriyetin refahı nokta-i nazarından Kur’anın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadatından (anlattıklarından) pek ziyade ulvîdir (yüksektir). Kur’an, arz ve semanın (yer ve göğün) Hâlıkına (yaratanına) hamd ü şükranla doludur. Kur’anın her kelimesi, her şeyi yaratan ve her şeyi haiz (sahip) olduğu kabiliyete göre sevk ve irşad eden (yol gösteren) Zât-ı Kibriya’nın azametinde mündemicdir (Allah’ın büyüklüğündedir). Edebiyat ile alâkadar olanlar için Kur’an, bir kitab-ı edebdir. Lisan mütehassısları için Kur’an, bir elfaz (söz) hazinesidir. Şâirler için Kur’an, bir ahenk menbaıdır (kaynağıdır). Bundan başka bu kitap; ahkâm ve fıkıh nâmına bir muhit-i maariftir (bilgi sahasıdır). Davud’un (a.s.) zamanından, Jan Talmus’un devrine kadar gönderilen kitabların hiçbiri, Kur’an-ı Kerim’in âyetleriyle muvaffakıyetli (başarılı) bir şekilde rekabet edememiştir. Bundan dolayıdır ki, Müslümanların yüksek sınıfları, hayatın hakikatını kavramak nokta-i nazarından ne kadar tenevvür ederlerse, (aydınlanırlarsa) o derece Kur’an ile alâkadar oluyorlar ve O’na o kadar ta’zim ve hürmet gösteriyorlar. 

Müslümanların Kur’ana hürmetleri daima tezayüd (ziyadeleşmektedir) etmektedir. İslâm muharrirleri, (yazarları) Kur’an âyetlerini iktibas (alarak) ile yazılarını süslerler ve o yazılar o âyetlerden mülhem (ilham alınmış) olurlar. Müslümanlar, tahsil ve terbiye itibariyle yükseldikçe, fikirlerini o nisbette Kur’ana istinad ettiriyorlar (dayandırıyorlar). Müslümanlar, kitaplarına âşıktırlar ve onu kalblerinin bütün samimiyetiyle mukaddes (kutsal) tanırlar. Halbuki kütüb-ü İlahiyeye nâil (Allahın kitaplarına kavuşmuş) olan diğer milletler, ne kitablarına ehemmiyet verirler ve ne de onlara hürmet gösterirler. Müslümanların Kur’ana hürmetlerinin sebebi; bu kitap payidar oldukça, (var oldukça) başka bir dinî rehbere arz-ı ihtiyaç etmeyeceklerini anlamalarıdır. Filhakika, (Gerçekten) Kur’anın fesahat, belâgat (dil akıcılığı) ve nezahet (pâklığı) itibariyle mümtaziyeti, (benzersizliği) Müslümanları başka belâgat (edebiyat) aramaktan vâreste( ihtiyaçtan uzak) kılmaktadır. Edebî dehaların (meşhur edebiyatçıların) ve yüksek şâirlerin, Kur’an huzurunda eğildikleri bir vâkıadır (gerçektir). Kur’an’ın her gün daha fazla tecelli etmekte (parlamakta) olan güzellikleri, her gün daha fazla anlaşılan fakat bitmeyen esrarı (sırları), şiir ve nesirde (düzyazıda) üstad (öğretmen) olan müslümanları, üslûbunun nezahet (paklık) ve ulviyeti huzurunda diz çökmeye mecbur etmektedir. Müslümanlar, Kur’anı tâ rûz-u haşre (kıyamet gününe) kadar payidar (kökleşmiş) kalacak kıymet biçilmez bir hazine addeylerler (sayarlar) ve onunla pek haklı olarak iftihar ederler. Müslümanlar, Kur’anı en fasih (açık) sözlerle, en rakik (ince) manalarla coşan bir nehre benzetirler. Şayet Monsieur Renaud (Mösyö Reno), İslâm âlemiyle temas etmek fırsatını elde edecek olursa, münevver (nurlu) ve terbiyeli Müslümanların, Kur’ana karşı en yüksek hürmeti perverde ettiklerini (sunduklarını) ve onun evamir-i ahlâkiyesine (yüksek ahlakına) fevkalâde riayetkâr (saygılı) olduklarını ve bunun haricine çıkmamağa gayret ettiklerini görürdü. Yeni nesiller ve asrî mekteplerin me’zunları da, Kur’an’a ve Müslümanlığa karşı müstehziyane (dalga geçercesine) bir cümlenin sarfına tahammül etmemektedirler. Çünkü Kur’an, iki sıfatla bu ehliyete ,haizdir: 

Bunların birincisi: Bugün ellerde tedavül eden (dolaşan) Kur’an’ın Hazret-i Muhammede (A.S.M.) vahiy olunan kitabın aynı (kendisi) olmasıdır. Halbuki İncil ile Tevrat hakkında birçok şüpheler ileri  sürülmektedir.

İkincisi: Müslümanlar, Kur’an’ı Arapçanın en kuvvetli muhafızı (koruyucusu) ve esasat-ı diniyenin (dini esasların) amelî bir mahiyet almasının en kuvvetli menbaı telâkki ederler. Binaenaleyh (bunun üzere) Monsieur Renaud (Mösyö Reno) eserini tashih edecek olursa, bu tercümesiyle, insanları tenvir (aydınlatma) hususunda insanlığa büyük bir muavenette (yardımda)  bulunur ve bâtıl itikadların hududlarını tar u mar etmeye hâdim olur. (hizmet eder) 

Doktor MAURİCE 

(Nur Çeşmesinde ve Risale-i Nur’da yazılan bu nevi feylesoflardan (filozoflardan) kırk altıncısıdır.) 

Zât-ı Kibriya (Büyük Allah) Hakkındaki Âyetlerin Ulviyeti Ve Kur’anın Kudsî Nezaheti

Mister John Davenport, “Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ve Kur’an-ı Kerim” ünvanlı eserinde Kur’an-ı Kerim’den bahsederken, şu sözleri söylüyor: 

Kur’anın sayısız hususiyetleri içinde bilhassa ikisi fevkalâde mühimdir: 

1- Zât-ı Kibriya’yı ifade eden âyâtın(Allahı anlatan delillerin) ahengindeki ulviyettir. (yüksekliktir) Kur’an-ı Kerim, beşerî za’flardan (insanlığın âcizliğinden) herhangi birisini Zât-ı Kibriya’ya (Allaha) isnaddan münezzehtir.(Vermekten pâktır) 

2- Kur’an:-başından sonuna kadar gayr-ı belîğ,(anlaşılmayan) gayr-ı ahlâkî, (ahlakla bağdaşmayan) yahud terbiyeye muhalif (ters) fikirlerden, cümlelerden ve hikâyelerden tamamen münezzehtir. (pâktır) 

Halbuki bütün bu nakîsalar(noksanlıklar), Hristiyanların ellerindeki muharref kitab-ı (bozuk kitapta) mukaddeste mebzuliyetle (çoklukla) vardır. 

JOHN DAVENPORT 

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: