Zulme Meyletmeyin..!

Sakın zulmedenlere meyletmeyin, sempati duymayın.

Yoksa size ateş dokunur.

Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur; sonra yardım da göremezsiniz.

(Hud, 11/113)

Yüce Rabbimizin sözünden daha yüce söz olabilir mi acaba.

O halde gelin hep beraber Rabbimizin bu sözünü biraz anlamaya çalışmakla birlikte, hep beraber düşünmeye her zamandan daha çok ihtiyacımız olduğunu, her aklı başında olan tasdik edecektir.

Zira Dünyayı ateşe veren zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla veya alet olmakla, vazife-i kudsiyemiz zararına –dünyaya geliş gaye ve amacımız olan Rabbimizi tanımaya çalışmak ve O’na kulluk edip ibadet etmek– ahiret hayatına çalışmaya fütur verip, ekseriya insanların fikirlerini bulandırmak suretiyle nazarını tümüyle dünyaya döndürmüştür.

Bu  ayet sadece zulmedenleri değil, zulme alet olanı, taraftar olanı hatta az bir meyil ile muhabbet gösterenleri bile içine almaktadır.

Çünkü, küfre razı olmak küfür olduğu gibi, zulme razı olmak da zulümdür.

Dalalete, yalana, günaha, harama, kul hakkının ihlaline taraftar olmak dalalettir, büyük günahlardandır.

Bediüzzaman Hazretleri, umumî musibetlerin, çoğunluğun hatasından ileri gelmesi yönüyle; insanların bir çoğunun zâlim insanların yaptıklarına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla, manen onların zulümlerine ortak olacağını ve bu nedenle de musibet ve belaların herkese gelebileceğini ifade eder.(bk. Sözler, On Dördüncü Söz’ün Zeyli)

Şu halde üç şekilde zulümlere manen iştirak etmek mümkün oluyor;

  1. Zalimin zulmüne “iltihak” etmek demek, söz konusu zulüm cephesinde belli bir görev üstlenmektir.
  2. “İltizam”da bir görev üstlenmemekle birlikte, kalben muhabbet etmek suretiyle o cepheyi desteklemek söz konusudur.
  3. “Fiilen”, kelimesi iltihaka benzerse de ondan daha geri bir konumdadır.

Mesela, ne maksatla olursa olsun, zındıka komiteleri ve fitne hareketlerinin yayın organlarının taşıyıcılığını yapmak yahut en azından o yayınlara para vermekle maddeten onları desteklemek de zulme fiilen iştirak demektir.

Demek ki, bir Müslüman hem zulmetmeyecek hem de zalimden ve onun zulmünden razı olmayacak, yaptığı zulmü övmeyecek, taraftar olmayacak ve zulmünün propagandasını yapmak suretiyle yayılmasına asla katkı sağlamayacaktır. Yoksa onun zulmüne meyletmiş olacağından zulmüne ortak olur.

Öyleyse, her Müslümanın; zalimane günahların hangi çeşidi olursa olsun, rıza göstermemek, itaat etmemek, muhabbet etmemek, onlara muvafakat etmemek, dostluk ve arkadaşlıkta bulunmamak, destek olmamak, taraftar olmamak, yaltaklık yapmamak, onları savunmamak gibi görevleri vardır.

Ayette zulme meyletmenin bile bu kadar dehşetli olduğu dikkatlere sunulmaktadır. Zulmün en hafifi bile böyle olursa, en büyüğünden ne derece şiddetle kaçmak gerektiğine de bir ima vardır.
Beyzâvî ayette geçen “rükün” kelimesinin “az eğilmek” olduğunu ifade eder. Yani onlara doğru az bir şekilde dahi olsa  yakınlık göstermeyin, demektir.

Âlimler, burada yasaklanan şey, zalimlerin üzerinde bulundukları zulme rıza göstermek, onların bu işini iyi görmek, hem kendileri hem başkalarına onun güzel olduğunu göstermek ve buna benzer şeylerde onlara katılmaktır.

Alimler zulmü üç kısım halinde incelemişlerdir:

  1. İnsanla Allah arasındaki zulüm. Bunun en büyüğü, inkâr, şirk ve nifaktır.

“Şüphesiz ki, şirk (Allah’a ortak koşmak) büyük bir zulümdür!” (Lokman, 31/13)

ayetinde buna dikkat çekilmiştir.

Yüce Allah`ın varlığını, birliğini inkâr etmek zulüm olduğu gibi, imân esaslarından herhangi birini inkar etmek de zulüm ve küfürdür.

  1. İnsanlar arasındaki zulüm. Bu da, insanların kendi hemcinslerine karşı işledikleri suçlar, günahlar ve haksızlıklardır.

İnsanla insan arasındaki zulüm de, bu geniş alanda büyük bir yere sahip bulunmaktadır.

Zaten zulüm denince ilk olarak akla insanların birbirlerine karşı olan hareketlerindeki yanlış, kötü ve zararlı davranışları(kul hakkı) zulüm olarak tanıtılmış, bunların işlenmemesi istenmiş ve işleyenler zalim olarak ifade edilmiştir. 

Örneğin, adam öldürmek  (Mâide, 5/27, 28, 29), hırsızlılık yapmak, yağmalamak (Yûsuf, 12/75), erkeklerin erkeklerle temasta bulunması (homoseksüellik) ve yol kesip eşkıyalık yapmak suretiyle insanlara eziyet edip kötülükte bulunmak, insanların ulaşım hakkını gasp etmek (Ankebût, 29, 30), zina yapmak (Yusuf, 12/23), suçlu insanları bırakıp suçsuzları cezalandırmak (Yûsuf, 12/78, 79), Allah`ın indirdiği hükümlerle hükmetmemek (Mâide, 5/45) birer zulümdür ve bunları veya bunlardan birini yapan da zalimdir.

Bu nedenle haram ve günah olan şeyleri yapanlara meyletmek, taraftar olmak, benimsemek, sempati duymak da o zulme ortak olmak demektir.

  1. Zulmün bir çeşidi de, insanın kendi kendine(nefsine) zulmetmesidir.

Bu hususta da çeşitli âyetler vardır. Nitekim;

“…onlar, kendilerine zulmettikleri zaman…” (Nisâ, 4/64)

“Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.” (Nahl, 16/33)

“Onlardan kimi nefsine zulmedendir” (Fâtır, 35/32) gibi ayetlerde buna dikkat çekilmiştir.

Bu zülüm çeşitlerinden hangisi olursa olsun, zulüm, yaratılış düzeninde bozukluk ve sapmalara sebep olmaktadır.

İnsanın dışındaki bütün varlıklar, yaratılış düzenini bozmamakta, nasıl yaratılmışlarsa, öyle hareket etmektedirler.

Allah`ın emir ve yasaklarını dinlemeyen, zulüm yollarına düşen insanlar ise, insanın yaratılış gayesinin dışına çıkmaktadırlar.

Bu halleriyle de, varlıklar arasında en büyük zalimlerden olma durumuna düşmektedirler.

Onun içindir ki, beslendiğimiz haber kaynaklarını; muhabbet besleyip alkışladığımız, hareketlerini taklit edip rehber kabul ettiğimiz şahsiyetleri ve bunlarla takıldığımız ortamları ve benimseyip savunduğumuz fikirleri gözden geçirmeye her zamankinden daha ziyade ihtiyacımız var.

Elhasıl: Avrupa kâfir zalimleri ve Asya münafıklarının çıkardıkları kızıl ateşler, kızıl kıvılcımlar saçan ve birer birer dünya şehrinin mahallelerini saran ve oraları yakıp kavuran, bazı yerlerde de nifak ve şikak ateşleri saçarak, kardeşine “Kardeşini öldür” diye bağıran ve en nihayette âlem-i hristiyaniyeti yakıp, kavurup, harman gibi savurduktan sonra âlem-i İslâm mahallesini saran ve evimizin saçaklarına kıvılcımları sıçrayan ve çok büyük ve çok dehşetli bir bela olan komünizm gibi azîm bir yangına karşı itfaiye vazifesini üzerine alan Risale-i Nur, müslümanların ve beşerin en büyük ve yegâne tahassüngâhı ve en büyük melceidir.

Ey Fahr-i Âlem’in gösterdiği doğru yoldan şaşanlar!

Dünyanın fâni meta’larına gururlanıp taşanlar ve ey dünyamıza zararı olur korkusu ile, Nur-u Kur’andan kaçanlar!

Küfr-ü mutlak ateşinin bizleri sardığı bir zamanda, ancak ve ancak en müstahkem, en kavî ve yıkılmaz ve sarsılmaz bir tahkimat olan Risale-i Nur’un nuranî siperlerine iltica etmekle ve onun daire-i kudsiyesine girmekle kurtulacaksınız…

Ve i’dam-ı ebedî zannettiğiniz ölümü, bir hayat-ı bâkiyeye tebdil edeceksiniz.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: