İktisat

“Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.” (Araf Sûresi, 7:31.)
Bu mevzu, esasında bugünkü dünyamızda insanlığın temel meselelerinden birini teşkil etmektedir.
Tüketici davranışında israf, hem mikro iktisat açısından, ferdin tüketim ve tasar­ruf dengelerini bozar, hem de makro iktisat açısından kaynakların dağılımını ve ekonomideki tasarruf ve tüketim oranlarını etkiler. Milletlerarası sahada da gelir dengelerinin bozulmasına yol açar.

Bugünkü dünyada bir israf ekonomisi hüküm sürmektedir. İnsanlar devamlı tü­ketime teşvik edilmektedir. İhtiyacının üstünde tüketime yöneltilmektedir. Lüks tü­ketim artmakta, reklâm yoluyla sun’i ihtiyaçlar ortaya çıkartılmaktadır. “kullan at” formülü netice­sinde hem çevre ve tabiat kirlenmekte, hem de kaynaklar tüketilmektedir. Bu­günkü çevre meselesinin temelinde tüketimdeki israf yatmaktadır.

Faiz gelirinin çoğalması, zekâtın azalması ile bozulan gelir dengeleri neticesinde, aşırı zengin rantiye sınıfların lüks ve israf temayülü artmakta. Reklâm, kredi, banka kartı vs. imkânların geliştirilmesiyle tüketim devamlı teşvik edildiğinden, rek­lâmlarla insanlar daima, daha çok, daha gelişmiş ve daha yeni malları tüketime teş­vik edildiğinden büyük halk kütlesinin aile bütçesinde gelir-gider dengeleri bozul­maktadır.

Bunun sonucunda fertler ve devletler borca girmekte, binnetice iktisadî hürriyetlerini de kısmen kaybetmektedir. Tüketim meylinin nefsani baskısına boyun eğenler, izzetinden, gereğinde namusundan ve hattâ dinî ve mânevî duygularından fedakârlık yapmak zorunda kalmaktadır. Rüşvet, iltimas, irtikâp, zina bu yüzden ço­ğalmakta, aile yapısı bozulmaktadır. Bütün dünyaya musallat olan enflasyon ve dış ticaret açıklarının temelinde bu davranış bozukluklarının tesirini aramak lâzımdır.

Dünya kapitalist ve sosyalist şeklinde iki gruba ayrılmış, kıyasıya mücadele edilerek bu günlere gelinmiştir. Hülâsa bu bozuklukların temelinde israf alışkanlığı, şükür ve kanaat yoksunluğu yatmaktadır. İşte İslâmın getirdiği prensipler, İnsan, Halıkının verdiği nimetlerden istifade ederken ve onları kullanıp istihlak ederken şükretmekle muvazzaftır. Şükreden insan Allah’ın kendisine verdiği nimeti, onun kadrini bilerek ve diğer hem cinslerini de düşünerek, ihtiyacı ölçüsünde ve ih­tiyacı nisbetinde kullanmalıdır.

Bugün dünyamızda zaruri ihtiyaçlarını karşılayamadığı için hergün yüzbinlerce insan ölmektedir. Çünkü komşuları aç iken, tok insanlar onlara bigâne kalmaktadır. Halbuki Peygamberimiz, “Bir kimse, komşusu sefalet içinde aç iken ve kendi elinde imkânları varken buna bigâne kalırsa, bizden değildir” diye buyurmak­tadır.

Eskiden mü’min ve muvahhit insanlar etrafındakileri imrendirmemek için sokakta alenî olarak birşey yemez, hattâ taşıdığı gıda maddelerini açıkta götür­meyip üstünü örterdi. İhtiyaçlarını tatmin edecek imkânlara sahip olan bahtiyar kullar, bunun kadrini bilmeli, Halıkına dâima şükretmelidir. Halıkımıza karşı yapacağımız şükrün edası, Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle “Nimete karşı ticaretli bir ihtiramda bulunmak­tır.” Bunun adına iktisat denir. İktisada riayet etmeyen insan israfta bulunmuş olur. İsraf şükrün zıddı olup, nimete karşı hasaretli bir istihfaftır.
Şu halde para verip, satın alarak soframıza getirdiğimiz ekmeği yerken, bu ni­metin, toprağa tohumun ekilmesi safhasından başlayarak, biçilip buğday haline gelmesi, öğütülüp un yapılması, fırında pişirilip ekmek olduktan sonra evlere nak­line kadar, birçok insanın işbirliği ve işbölümü ile gerçekleştiğini düşünmeli, bu şuur içinde onu yiyerek Allah’ın lütfettiği bu nimete karşı Bediüzzaman Hazretlerinin ta­biriyle “ticaretli bir ihtiramda” bulunmalıyız. Yani onu hasara uğratıp horlayarak, yarısını tabağımızda bırakarak, çöpe dökerek “hasaretli bir istihfafa” maruz bırakma­malıyız.

İktisat bir şükr-ü mânevîdir. İktisad, nimetteki rahmet-i İlâhiyeye karşı hürmet ifade eder. İktisat bir sebeb-i berekettir. Gıda ihtiyacının karşılanmasında iktisada riayet etmek, mânevî ve ticarî faydaları yanında tıbbî ve tedavi bakımından da sağlığa kavuşturucu bir tesir yapar.

İbni Sina tıp noktasında, “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.” âyetini şöyle tefsir etmiş. Demiş: (…)
“Yani, ilmî tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat yeme. Şifa hazımdadır. Yani kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mideye ağır ve yorucu hal, taam taam üs­tüne yemektir. Yani vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek ye­mek veyahut telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmak­tır.”

Bugün vücudu taşımaktan ziyade, vücudun taşımak zorunda kalacağı miktarda gıda alıyoruz. “İktisada riayet, insanı mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzettir.” “İktisat eden maişetçe aile belâsını çekmez” Peygamberimiz Allah’a dua edip münâcatta bulunurken “Allahım, günah işlemekten ve borç altına girmekten sana sığınırım” demişlerdir. “Ey inananlar, size verdiğimiz rızıkların iyilerinden, helal ve temiz olanlarından yiyin, Allah’a şükredin…” “Mallarını insanlara gösteriş için sarf edip, Allah’a ve âhiret gününe inanmayanları Allah da sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu bu kimse için, bu arkadaş ne fenadır.”

Müslüman insan, bulunduğu cemiyetteki hayat seviyesine göre yaşayacak, fakiri imrendirecek, onun hasedini tahrik edecek şekilde gösteriş için tüketim yapmaya­caktır. İsraftan kaçınmak tasarrufa yol açar. Tasarruf, ihtiyaç anında zarurete düşmemizi önler. Ak akçe kara gün içindir. Allah israfı ve cimriliği sevmez. “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve sizin cimri olmanızı emreder. Allah ise bolluk vericidir. Allah’ın ihsanı boldur.” İsrafın sonucu: Hırsın tahrikine sebep olur hırsta kanaatsizliği netice verir, Kanaatsizlik; sa’ye, çalışmaya şevki kırar.

Bediüzzaman’ın ifadesi ile, “Şükür yerine şekva ettirir, tembelliğe atar. Ve meşrû, helal, az malı terk edip, gayr-ı meşrû, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder. İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gö­zünü hükûmet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medarı olan ‘sanat, ti­caret, ziraat’ tenakus eder. O millet ise tedenni edip sukut eder. Fakir düşer.”

Kanaatsizliğin artışı, şükür yerine şekvanın çoğalması, sa’yden kaçış sosyalizmi doğurmuştur. Meşrû, helal, az malı terk edip gayr-ı meşrû külfetsiz bir mal arama duygusu da kapitalizmi doğurmuştur. Sonuç olarak Üstadın ifadesiyle, “israf kanaatsizliğe yol açar. Kanaatsizlik ise çalışmanın şevkini kırar. Tembelliğe atar, hayatından şekva kapısını açar; müte­madiyen şekva ettirir. Hem ihlası kırar, riya kapısını açar, hem izzetini kırar, di­lencilik yolunu gösterir.

“İktisat ise kanaati intaç eder: Kanaat izzeti intaç eder. “Kanaat eden aziz olur; tamah eden zillete düşer.” Hem sa’ye ve çalışmaya teşci eder, şevkini ziyadeleşti­rir, çalıştırır, iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekva kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur. Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğna etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riya kapısı kapanır.”

Bu yazı Prof. Dr. SABAHATTİN ZAİM ‘in Bediüzzaman Hazretlerinin İktisad Risalesi’nin tebliğinin izahından alınmıştır.

Çetin KILIÇ

Plastik Çağı

Gerçekliğin yerine ikame edilen simülasyon ben daha iyiyim demeye başladı, çocuk gerçeğini görmeden çiçeği, böceği, hayvanı simülasyonda tanıyor ve bu zamanın insanı bunu kabul etmiş durumda.

Plastik çağı, yani kolay şekillenir ve geri dönüşümü çok uzun yıllar alır, nesil böyle bir tehlike ile karşı karşıya. Manipüle edilen yani elimizle değiştirdiğimiz, şekillendirdiğimiz şeyler gerçeğin yerine geçiyor, bu gidişle gerçeğini bulamayacağız.
Estetik, hissettiğimiz demektir, duyu organlarımızla kalbimizle, vicdanımızla bir şeyi güzel hissetmek güzel görmek demek. Oysa Allah herşeyi güzel yaratmış insanı ahseni takvim yani en güzel şekilde yarattım, buyuruyor. Sanat tabiatı taklit eder asıl olan Allah’ın yarattığıdır, estetik istersen onda, güzellik itersen onda, ahenk istersen onda, niye karıştırıyorsun bulaşık elini.

Allah yoktan var etmiş, yaratmayabilirdi varlık bir rahmettir, her şeyin en güzelini ihsan etmiş.
İslam medeniyet anlayışına bir bakalım, mimariden, şiire halı deseninden, söze kadar varlık aleminin yansımasını her alanda görmek mümkün. Dünya hayatının imtihan olduğu gerçeği hiç unutulmamalı. İnsan İslam fıtratı üzerine doğar yani insan özünde iyi bir varlıktır, bozulması zararlı hale gelmesi çevresi ve çevresindekilerinin etkisidir, özünden uzaklaştıkça kötüleşir. İslam kültüründe estetik kelimesi de kullanılmaz, bedai, hüsn, cemal gibi terimlere daha çok rastlarız, akla kalbe ruha dokunan ihsan yani hem iyilik hemde güzel.

“Sizi yarattı sizin suretinizi güzel kıldı” böylesi bir ihsan ve ikram varken kim neden bunu değiştirme çabasına girer. Eşrefü mahlukat, var mı daha ötesi. İhsanın bir manası da Allah’ı görüyormuş şekilde ibadet etmek, yani Allah her halimizi her hareketimizi görüyor her yaptığımızı biliyor, imtihan sırrını anlayan Onun yolundan ayrılmaz, her eylemi içiyle dışıyla Onun rızası dairesindedir.

Zihninin berrak ve asil olduğunu düşünüyorsan bunu test etmek için biri sana şu an ne düşünüyorsun dediğinde aklından geçeni hemen söyleyebiliyormusun ve bundan hiç bir zaman utanç duymuyormusun. İhsan mertebesinde yaşamak böyle bir şey. Allah ile ilişkimiz böyle olmalı yaptığın her şey doğru ve güzel olmalı. Halk irfanı diye bir şey vardır Çoban koyunun sesinden hasta olup olmadığını anlar, alaylı bir ahşap ustası hangi ağacı evin neresine kullanacağını güneşe suya hangisinin daha dayanıklı olduğunu bilir, bunlar eşyanın tabiatını keşf etmiştir. Hep bunlar ihsanın tezahürüdür.

Gelelim bu yaşadığımız çağa hazzın ve hızın yarıştığı bir zamanda sadece satın alan tüketen bireyler olmamız isteniyor. Dijital ortamda birer avatar olmamız isteniyor sanal kimlikli biri olmamız isteniyor. Kendimizi bu kirli çağdan korumalıyız gdo larla bizi bir şeylere benzetmek isteyenlere fırsat vermemeliyiz. Nasıl midemize girenlere dikkat ediyorsak aklımıza zihnimize girenlere de aynı şekilde hassas olmalıyız. Çok hızlı bir zamanda yaşadığımız için fıtrat gereği gelişmelere yetişemiyoruz, en iyi telefonu alsak bir müddet sonra o da en hızlı olmaktan çıkıyor böyle olunca mutsuz oluyoruz birileri bütün bunları bizim mutlu olmamız için değil bilakis mutsuz olmamız için üretiyor lütfen anlayalım bunu.

Bütün canlılar yaşar ama sadece insanlar iyi yaşar bunlar bizi insan olmaktan uzaklaştırmak istiyor.

Çetin Kılıç
Kaynak ;İbrahim Kalın sohbeti.

Zevale mahkum olan bir şey İlah olamaz

Cenab-ı Allah’ın vahdet, ehadiyet ve tevhid mührü bütün varlıkların üzerinde görünüyor.

Bâtıl yoldaki felsefecilerin, varlıkların sebepler dairesinde tecelli ettiği iddiası ise tam bir safsatadır. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bu konuya 22. Söz 1. Makam 10. Bürhan’da sarahatten açıklık getirmiştir.  Bilmana; eşya nasıl zevale ve yok olmaya mahkûm ise, sebepler de aynı şekilde zevale ve yok olmaya mahkûmdur. Zevale ve yokluğa mahkûm olan sebeplerin, onlara bağlanan neticeleri ve meyveleri yoktan ve hiçten icat etmesi mümkün değildir.

Sebepler de, neticeler de zevalden ve yokluktan münezzeh olan Allah’ın icadı ve yaratması ile varlık sahasına çıkıyorlar ve yine onun yok etmesi ile de yokluğa ve zevale gidiyorlar.

Örneğin; elma ağaçtan çıkıyor. Elma netice; ağaç ise elmaya bir sebeptir. Elma nasıl zevale mahkûm ise, elmaya vasıta ve sebep olan ağaç da zevale mahkûmdur. Zevale ve yokluğa mahkûm olan bir şey ilâh olamaz. Kudret sahibi yüce Allah (cc)’ın zatı hiçbir varlıkta tecelli etmez, tecelli eden ancak onun sıfatları ve isimleridir.

Allah’ın kudreti sonsuzdur, sonsuz kudret ise hiçbir varlıkta tecelli etmez; çünkü her varlık, her şeyiyle sınırlıdır. Allah’ın sıfatları için tecezzi ve inkısam, yani parçalara ve kısımlara ayrılmak söz konusu olmadığına göre; bir varlıktaki kudret tecellisini ilâhî kudretin aynı olarak düşünmemiz de mümkün değildir. 

Eşyada görünen mahlûk kudret, ilâhî kudret ile yaratılmıştır; ama o kudrete hiçbir cihetle benzemez. “…Hiçbir şey onun misli gibi değildir…” (Şûrâ, 42/11). Ayette ifade edildiği üzere hiçbir varlığın zatı Allah’ın zatına benzemediği gibi, hiçbir varlığın hiçbir sıfatı da ilâhî sıfatlara benzemez.

Örneğin: Kâinat, bir kitab-ı kebirdir, onda yazılan varlıklar da kelimât-ı kudrettir. Bir kitabın kelimelerine hayat, ilim ve kudret gibi sıfatlar takılamaz; zira bu sıfatların hiçbiri kâtibin sıfatları cinsinden olamaz. Zira yazının mahiyeti başka, kâtibin mahiyeti daha başkadır.

Teşbihte hata olmasın, mesela: Güneş’in aynadaki tecellisi güneş değildir. O aynadaki ışık güneş ışığının bir gölgesi hükmündedir. Yani, aynada görülen ışık güneş ışığından haber verir; ancak derece itibariyle onun ışığı, güneş ışığından “zat ile gölge arasındaki farklılık” kadar uzaktır, farklıdır. 

Demek ki, bir varlıktaki kudret tecellisini, ilâhî kudretin aynı olarak düşünmemiz mümkün değildir. Zevale ve yokluğa mahkûm olan bir şey ilâh olamaz. Her bir varlık üzerinde tecelli eden, Allah’ın sıfatları ve isimleridir.

16.04.2024

Rüstem Garzanlı

Ülkemiz ve İnsan Yetiştirme Sanatı

Ülkemiz ve İnsan Yetiştirme Sanatı

Ülkemizi tarif etmeye çalışan hemen herkes farklı şekilde tarif etmektedir. Ülkemizin çeşit çeşit konumları olduğu ise aşikardır. Bu konumların da tabiîki getirdiği sorunları olacaktır. Hatta öyle ki, bir konumun getirdiği farklı sıkıntılı haller de yok değil.

Ülkemiz yeni neslinin yetiştirilip ülkeye kazandırılması ve ülkemizin yıldızının daha da parlaması için her şeyi yapmalıdır. Bunun için de eğitim metedolojisi -yani eğitim ve öğretim sisteminin- mataryalist sistemden yakasını kurtarıp tevhid sistemiyle hem hal olması gerekmektedir. Çünkü maddeyi esas alan bir metedolojiden yetişen insanın önceliği de madde olacaktır.

Madde ise, menfaatle mütevazıdır yani paralellik gösterir. Maddenin ve menfaatin ön planda olduğu sistemin meyvesi de kendisi gibi bozuk olacağı kaçınılmaz sonuç olacaktır. Üç kağıtçı, kaypak, dolandırıcı, maneviyattan yoksun ve maneviyata yabanilik bunların semereleridir.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu meselemizde şunları ifadeetmektedir.

“…şu zamanda, medeniyet-i Avrupa’nın tahakkümüyle, felsefe-i tabiiyenin tasallutuyla, şerait-i hayat-ı dünyeviyenin ağırlaşmasıyla, efkâr ve kulûb dağılmış, himmet ve inayet inkısam etmiştir. Zihinler maneviyata karşı yabanileşmiştir.
İşte bunun içindir ki, şu zamanda birisi; dört yaşında Kur’an’ı hıfzedip, âlimlerle mübahase eden Süfyan İbn-i Uyeyne olan bir müçtehidin zekâsında bulunsa, Süfyan’ın içtihadı kazandığı zamana nisbeten, on defa daha fazla zamana muhtaçtır. Süfyan, on senede içtihadı tahsil etmiş ise, şu adam yüz seneye muhtaçtır ki tahsil edebilsin. Çünki Süfyan’ın ibtida-i tahsil-i fıtrîsi sinn-i temyiz zamanından başlar. Yavaş yavaş istidadı müheyya olur, nurlanır, her şeyden ders alır, kibrit hükmüne geçer.

Amma onun naziri, şu zamanda çünki zihni felsefede boğulmuş, aklı siyasete dalmış, kalbi hayat-ı dünyeviyede sersem olmuş, istidadı içtihaddan uzaklaşmış. Elbette fünun-u hazırada tevaggulü derecesinde istidadı içtihad-ı şer’î kabiliyetinden uzaklaşmış ve ulûm-u arziyede tefennünü derecesinde içtihadın kabulünden geri kalmıştır.”[1]

Hayat şartlarının artması ve ağırlaşması neticesinde kalb ve ruhlar bundan hissesini almıştır elbette ki. Maneviyata zaman ayıramaz, ayrıldığında da kalitesi azalmış olarak olmaktadır. Bu sebeple insan hem maddi hem de manevi hayatında kaliteyi arttırma gayretinde olmalıdır. Sadece birini arttırmak diğerinden yontup birine harcamak hayatta dengesizlik getirecektir.

Kaliteli insanların içtimai hayatta yer almasıyla içtimai düzenin de kalitesini arttıracaktır. Çeşitli musibetlerin de maddi olarak önüne sed çekilmiş olacaktır.

Eğitimin kalite ve başarısı sadece kitap, okul ve doküman kalitesiyle ölçülemez. Çünkü bu toprakları bize yurt bırakan atalarımızın ne böyle kaliteli binaları ne de dokümanları vardı. Onları köreltmeyen ve yetiştirmeye yönelik hem yetkin hem de yetişmiş muallimleri olup onların bu yetkinliği de insan yetiştirmekteydi. Burada Milli Eğitim sistemi içindeki kadroların yetkinliğinden değil eğitim sisteminin sistematik yanlışlığından şikayet ediyorum yanlış anlaşılmasın.

Eğitim ve öğretim sistemi zamanın ihtiyaçlarına göre kendini yenilemeli ve ata bak, ılık su iç vs. gibi şeyler yerine üretici ve geliştirici bir sistemle materyalist sistemden yaka kurtarma yoluna gidilmelidir.

Gerek görsel gerek metinsel olarak mazimizin mimarlarını kahramanlarını hem şimdimize hem de istikbalimize aksedebilmesi için çeşitli çalışmalar yapılmalıdır. Çünkü “istikbal mazinin aynasıdır.” Eğer hem şimdimiz hem de istikbalimizin perişan olmasını istemiyorsak gömlek düğmelerimizi doğru iliklemeliyiz. İstikbalini doğru yapan kazanan kimsedir. Çünkü istikbali parlak olanın mazisi de doğrudur. Şayet böyle olmazsa kaliteli bir eğitimden de söz edilemeyecektir.

Eğitim sisteminin duayenleri de sistemden bu konularda şikâyetçi olduklarını ifade etmektedir zaten.

O halde Milli Eğitim müfredatı şanlı tarihimizin izini, eserlerini, seslerini istikbale taşımakla mükelleftir.

“Bir devlet ne zaman ayağa kalkar” diye soracak olursak iman ve İslam ile mücehhez olursa işte o zaman. Tabiî ki devlet dediğimiz insanlardan oluşur o halde bir toplum iman ve islamiyetle ayağa kalkarsa devlette ayağa kalkar ve o devlet diğer devletlere nümune-i imtisal olur, reis olur, abi olur, kardeş olur.

“Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası. İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası.”[2]

Ama, lakin, fakat… Teknoloji aslında adeta ikinci makinalaşma devrinde birçok şey insanları tarumar ediyor maneviyattan uzaklaştırıyor. Hal böyle olunca da zamanımızın silahı ve geçerli reçetesi teknolojiyse biz de bu teknolojiden istifade ederek bunu müsbet manada kullanarak kısa zamanda daha çok kaliteli insan yetiştirmek için kullanmalıyız.

Covitten sonraki dönemde toplumların ayakta kalabilmesi ancak yeni nesillere milli ve manevi değerlerini aktarabilmesi ile mümkündür.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Sözler (481)
[2] Sözler (717)

Kaynak: RisaleHaber

Tahiri Mutlu, Üstadın Son Yolculuğunu Anlatıyor!

“UR­FA’YA Zİ­YA­RE­TE Gİ­DE­CE­ĞİZ…”

Tahiri Mutlu: “Biz du­ru­yo­ruz ba­şın­da, Üs­tad Haz­ret­le­ri uyur va­zi­yet­te ya­tı­yor. Bir ara gö­zü­nü aç­tı, ‘Hüsnü’ye söy­le, Ur­fa’ya zi­ya­re­te gi­de­ce­ğiz’ de­di, tek­rar gö­zü­nü yum­du. Ben he­men kal­ktım bak­tım, kar­deş­ler ya­tı­yor, de­dim: ‘Kar­deş­ler! Üs­tad Haz­ret­le­ri Ur­fa’ya zi­ya­re­te gi­de­ce­ğiz, diyor.’ Emir­dağ’dan ge­lir­ken ara­ba­nın las­ti­ği pat­la­mış, ye­de­ği tak­mış­lar…

Hüsnü, ‘Oto­mo­bi­lin bi­raz ta­mi­re ih­ti­ya­cı var’ de­di. Ben git­tim söy­le­dim Üs­tad’a. ‘Baş­ka oto­mo­bi­le ba­kıl­sın’ de­di. Va­kit yok, dur­mu­yor, ta­mi­ri­ne mü­sa­a­de yok. Va­kit yok ya­ni… Tek­rar gel­dim, ben yi­ne, ‘Kardeş­ler! Üs­tad’ımız, baş­ka oto­mo­bi­le ba­kıl­sın, di­yor’ de­dim. Öy­le de­yin­ce hep­si bir­den hop sefer­ber va­zi­ye­ti al­dı­lar, he­men pat­lak te­ke­ri dü­zelt­ti­ler.

“Biz de bir yan­dan Üs­tad’ın eş­ya­la­rı­nı ta­şı­yo­ruz… Oto­mo­bi­le bi­nin­ce, o ayak­la­rı­nı sal­ladı­ğı boş­luk var ya, ora­yı dol­dur­duk ki Hz. Üs­tad ya­tak ola­rak bu­ra­ya yat­sın di­ye… Kar­deş­ler ha­zır­lan­dı­lar, oto­mo­bil ha­zır… Üs­tad Haz­ret­le­ri­ni kal­dır­dık, giy­dir­dik; yi­ne kol­tuk­la­rın­dan tu­tu­yo­ruz… 

Zü­be­yir de­di ki: ‘Ağa­bey, Üs­tad’a bir daha tek­rar ede­lim, Üs­tad’ın ate­şi var…’ ‘Çok iyi olur’ de­dim. ‘Üs­tad’ım, Ur­fa’ya zi­ya­re­te gi­di­yo­ruz’ de­di Zü­be­yir. ‘Evet’ de­me­ye vak­ti yok Üs­tad’ın, bu de­re­ce has­ta; ka­fa­sı­nı sal­la­dı, ‘evet’ de­mek is­te­di­ği­ni an­la­dık. Ya­vaş ya­vaş in­dir­dik. Oto­mo­bi­lin ka­pı­sı­na oturt­tuk. Kol­tuk­la­rın­dan tut­tum, kar­deş­ler ayak­la­rın­dan tut­tular, ha­zır­la­dı­ğı­mız ye­re çek­tik, ya­tır­dık el­ham­dü­lil­lah onu… Kar­deş­ler de bin­di­ler…

 “Ur­fa’ya Üs­tad’la be­ra­ber Bay­ram da git­mek is­ti­yor­du. Fa­kat Üs­tad Haz­ret­le­ri, ev­de bir ki­şi bı­rak­maz, dai­ma iki ki­şi bı­ra­kır; yi­ne Bay­ram’la iki­miz ka­la­cak­tık. Fa­kat Bay­ram da Üs­tad’la git­mek is­ti­yor… O da şo­för, eh­li­ye­ti var. Üs­tad, Al­lah ra­zı ol­sun, ben ne söy­le­sem kabul eder­di. De­dim:

‘Üs­tad’ım, çok uzun me­sa­fe­ye ha­re­ket ede­cek­si­niz, Bay­ram da Hüsnü karde­şi­mi­ze yar­dım et­se, mü­sa­a­de et­se­niz…’ ‘Pe­ki’ de­di. ‘Bay­ram ha­zır­lan ba­ka­lım, hay­di!’ de­dik, bin­di­ler. Ga­raj ka­pı­sı­nı aç­tım. Ga­raj ka­pı­sı ka­pa­lıy­ken ha­zır­lan­dı­lar; ka­pı­yı aç­tım, on­dan sonra uğur­la­dım.”

Ruhları için el fatiha

Kaynak: Son Şahitler

 

www.NurNet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version