2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılı Başladı

Bugün 19 Eylül 2016 Pazartesi günü açık öğretimde, örgün eğitimde, resmî ve özel ilk ve orta öğretimde 2016-2017 Eğitim-Öğretim yılı, 18 milyon 43 bin 15 öğrenci ile başladı. İki ay kadar önce 15-16 Temmuz 2016’da meydana gelen başarısız menfur askerî darbe teşebbüsüyle ilgili olarak Millî Eğitim Bakanlığının  2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılının ilk haftasında tüm okullarda “15 Temmuz Demokrasi ve Şehitleri Anma”teması ile etkinlikler düzenlenmesine dair genelgesi, önceki yıllara göre bu yılın farklılığını meydana getiren unsurlardan biri oluyor. Bu genelge ve uygulanması şekli ile ilgili bilgilere çeşitli medya organlarından ulaşılabiliyor. Bu genelge ile okullarda yapılacak etkinliklerle öğrencilerde millî şuuru ve vatan sevgisini daha fazla yerleştirmenin mühim, faydalı ve çok isabetli olduğu inkâr edilemez.
Osmanlı Devleti dünyanın bir numaralı super devletiyken onu parçalayan dış güçler, şimdi de o super devletten geriye kalmış olan Türkiye’yi parçalamak için çok hainane planlar, programlar ve gayretler içerisindeler. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın özelliği sebebiyle sürekli tehdit altında oluşumuzun uyanıklığı ile, tüm İslâm âleminin de ümitlerini bağlamış olduğu ülkemizde elbette çok yönlü olarak çeşitli tedbirlerin alınması, programların hazırlanıp uygulanması gerekmektedir ki, idarecilerimiz bunun gereğini yapmağa çalışmaktadırlar.
Yıllarca eğitim-öğretim mesleğinde bulunmuş olmam sebebiyle, Eğitim-Öğretim Yılının başladığı bugün bir yazı yazmayı düşününce, bu mevzuda “nostalji” olsun diye değil, fakat güncelliğini kaybetmiş  sayılamayacağı için, 12.10.1975 tarihinde (41 yıl önce!) İstanbul’daki bir günlük gazetede yayınlanmış olan “Yeni Ders Yılı” başlıklı yazımı pek az imlâ düzeltmeleriyle aynen vermeyi düşündüm:
YENİ DERS YILI
Okul çağında çocukları bulunan Müslüman ailelerinde okula başlayacak çocuklarının okulla ilgili maddî ve manevî meselelerinin meşguliyeti, her ders yılı başında tekerrür etmektedir.
Laik eğitim sistemimizde okula giden çocukları olan şuurlu Müslüman ana-babalar, bu okullarda yeni bir ders yılına başlanırken belki her yıl ayni endişeleri hissediyorlardır.
Bilhassa köylerimizde, “okul”la ilgili şu iki görüşün çatışmasına çok rastlanır:
“–Okula giden adam olur.”
“–Okula giden dinsiz olur.”
Bu iki çatışan görüş arasında hakemlik yaparak birkaç cümle ile meseleyi basit bir hükme bağlamak kolay değildir. Zira laik eğitim sistemindeki okullara giderek, tahsillerini tamamlayanlar arasında “adam olanlar” da, “dinsiz olanlar” da bulunabilir. Diğer taraftan, o okullara fazla gitmeyenlerden “dinsiz olanlar” da çoktur.
Meseleyi teferruatlı bir şekilde incelemeden basit görüşlülükle kestirip atmak, yanlış hüküm vermeğe sebep olur.
Bir kere “adam olmanın ve dinini muhafaza edebilmenin” şartları nelerdir ki, bunlar üzerinde okulun tesirini tesbit edebilelim?
“Adam olmak”, hakikî insaniyetini idrâk etmek ve hakikî insaniyetini yaşamak demektir. Bunu verebilen bir okula giden “adam” olur. Böyle bir okul bulamıyoruz diye okulları tamamen boykot etmenin ise, manâsı ve faydası yoktur.
Çünkü, laik eğitim sisteminde de olsa, okulların verebildiği çok şeyler vardır. Dinî yaşayıştan tâviz vermemek şartıyla bunlardan istifade etmek, aklıselimin icabıdır. Hem her meslekten dindar ve ahlâklı kişilere cemiyetin de büyük ihtiyacı vardır. Müslüman doktor, mühendis, eczacı, hukukçu, iktisatçı, öğretmen, v.s. nin yetişebilmesi için Müslümanların bu meslekleri veren okullarda okuması ve mezun olması icabetmektedir.
Peki, “Okula giden dinsiz olur.” iddiasının hakikati nedir?
Maalesef, mevcut maarif sistemimiz birçok bakımlardan ıslâha ihtiyaç göstermektedir. Bilhassa aile ve okul dışı muhitinden kuvvetli bir dinî terbiye almayanlar, tahsil için aile muhitlerinden ve memleketlerinden uzak yerlere gidip oralarda iyi bir muhit içine giremeyenler arasında, “dinden çıkmak” gibi en kötü akıbete duçar olanlar da bulunabiliyor.
“Adam olmak” için okula gidip “dinsiz” olan, “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” ata sözümüzün en kötü misalidir. Bir insan için bundan daha kötü bir âkıbet tasavvur edilemez!
Fenden ve felsefeden gelen dehşetli dinsizlik cereyanlarının îman esaslarına devamlı olarak hücumda bulunduğu, dehşetli bid’atların hüküm sürdüğü bir devirde yaşıyoruz. Köyde, tarlasıyla ve hayvanlarıyla, dükkânında alışverişi ile meşgul olan Müslümanlar bu dehşetli îman-küfür savaşının ileri saflarından bir derecede uzak sayılabilirler; dolayısıyla bu savaştan bizzat alabilecekleri manevî yara, zarar ve kayıp az olabilir. Geri safta olmakla bir derece manen mahfuz sayılabilirler.
Bu manevî savaşın en ileri saflarından biri, belki bütün saflardan da ileride olanı ise, laik eğitim sistemindeki okullardır. Küfür, çeşitli silâhlar ve üniformalar kuşanmış halde, o okullarda ekseriya ehl-i îmanın îman esaslarına saldırır.
Okula gittikten sonra oğlunun değiştiğini, dinî inançlarının zayıfladığını, namaz kılmayı terk ettiğini, dininin emir ve yasaklarını tenkide cüret ettiğini söyleyip evlâdının okula gittikten sonraki hallerinden şikâyet eden ve bundan sonra şikâyet etmesi muhtemel babalar, evlatlarını böyle bir savaş alanına manevî zırhsız, silâhsız, azıksız ve eğitimsiz gönderirlerse, evlâtlarının “manevî yaralar” almaları ve bazen de telef olmaları elbette ki, ihtimal dahilindedir.
Zira laik eğitim sistemindeki okullarda manevî düşman, bazen “Darwinizm” olur. Hz. Âdem (A.S.) ile beraber bütün peygamberler silsilesini ve insaniyetini inkâr ettirmeğe ve onu insan kılığında fakat “konuşan bir hayvan” derekesine düşürmeğe çalışır.
Bazen de, o “manevî düşman”, “çağdaşlık” kılığı ve silâhı ile, bizi İslamiyet’e bağlılığın geri bıraktığını, “çağdaş milletler seviyesine ulaşmak için”(!) İslâmiyetten uzaklaşmamız gerektiğini, gençlerin kalbine manevî bir kılıç gibi batırarak oradaki İslâmiyet’i söküp atmağa çalışır.
Velhasıl, okullardaki “manevî düşman” bazen tabiata ulûhiyet vererek, bazen her şeyi tesadüfe bağlayarak, bazen Hâlıkıyeti, bazen Rezzakiyeti, bazen Kayyumiyeti ve bazen da diğer Esma-i Hüsnanın görünen âlemdeki tecellîlerini inkâr ile dehşetli manevî taarruzlarını yapar.
Allah korusun! Memleketimizde bir “umumî seferberlik ve harp hali” olsa, oğlu sıcak savaşın olduğu cepheye gidenler ne kadar endişe ve merak içinde kalırlar!..
Halbuki öyle harpler, her işinde Allah’ın rızasını esas maksat yapmış îmanlı ve amel-i salih sahibi kişiler için “şehitlik” veya “gazilik” sıfatlarının kazanılmasına vesiledir. Burada hayatını kaybetse, âhiret âleminde buradan çok daha iyi ve ebedî bir hayata kavuşur.
Manevî harpte ise kayba uğrayan, îmanını, dinini, Allah’a bağlılığını kaybeder. Onun bu dünyada muvakkaten bir müddet daha yaşaması yanında ebedî bir hayatını kurtarabilmesi, en başta Allah’a tahkikî îmanı kazanmak için devamlı çalışmasıyla; bu esnada da günahlardan sakınmasıyla ve ibadetine ihlâs ile devam etmesiyle olabilir. Laik eğitim sistemindeki bir okula giden,  ancak bu şekilde hakikî insaniyetle “Adam” olur.
Evlâdının dünyevî istikbalini her şeyin üstünde tutan, “Aman, okusun da…” ile başlayan tâviz cümlesiyle oğlunun namaz kılmamasını, oyun salonu iptilâlarını, futbol fanatikliği içindeki bahs-i müşterek kumarcılığını, dinî emir ve yasaklara karşı kayıtsızlığını, kötü arkadaşlarını, helal-haram hassasiyetinden uzak yaşayışını hoş gören anne-babalar: “Oğlum falan mektepte okuyor…” diye kendi kendine ve etrafa karşı övünmek gayretiyle içine düştükleri hatalı durumu idrâk etmelidirler. Böyle okuyan belki falan veya filân mektepten mezun olur, ama bunun yanında belki de dinsiz olur!
Bugünkü laik eğitim sistemi okullarda dinî ve fennî ilimleri birlikte ve birbirleriyle meczederek vermiyor; talebeler, okul dışında aldığı dinî bilgileri okulda aldığı bilgilerle birarada te’lif edebilmekte, anlamakta ve hazmetmekte güçlük çekiyorlar. Talebelere ya dinî inançlarını ya da okulda kendisine öğretilenleri “esas” kabul edip, sanki biri için diğerini inkâr icabettiğinin îma edildiği oluyor. Dindar öğretmenlerin bulunduğu okullar, tabii ki bahsimizden hariçtir.
İnsan için havadaki oksijenden çok daha fazla önemli olan İslâmiyetin îman esaslarının teneffüsünü zorlaştıran, iaik eğitim sistemimizin bazı okullarındaki bu “manevî hava kirliliği”nin mahiyeti ve sebebi iyi incelenmeğe ihtiyaç göstermektedir. Burada bahis konusu etmek istediğimiz asıl şey, böyle okullara devam edenlere ve onların ailelerine düşen iş ve vazifenin, “okulu boykot etmek” yerine, okul dışı zamanları değerlendiren iyi bir programla, okulun verdiklerindeki boşlukları ve yanlışlıkları en iyi şekilde telafi etmek olduğudur.
İnsan bu dünyaya sadece dünyevî istikbalini kazanmak, doktor, mühendis, avukat, v.s. olmak için gelmemiş olduğundan, bir talebe dünyevî bir istikbalin programı yanında asıl ebedî hayatını, ebedî istikbalini de kazandıracak, kaybettirmeyecek bir çalışma programına riayet etmelidir. İleride bir meslek sahibi olması için lüzumlu bilgileri basitten başlayarak okullarda öğrenirken, “hakikî insaniyet” sıfatını inkişaf ettirecek bilgi ve faaliyetlerden de kendisini mahrum bırakmamalıdır. İnsanın asıl istikbali âhirettir ve âhiretine sermaye olabilecek kazancı  da budur.
Mustafa Nutku