Aah şu bozuk düzen! Peki biz çok mu düzgünüz?

Yıllarca “bozuk düzen”den yakındık. Ne kadar uygunsuzluk varsa “vurun abalıya” hesabı “bozuk düzen”e yükledik. Hattâ “bozuk düzen”i, iyi yetişmeyen çocuklarımızın suçlusu olarak gösterdik.

Tamam da, şu “bozuk düzen” içinde hiç mi “düzgün insan” yetişmedi? Yetiştiyse, neden o biz değiliz, çocuklarımız değil?

Bugünden yarına düzeni düzeltemeyiz. Ama düzen bozuk diye de oturup bekleyemeyiz. Hem düzene benzeyip bozulmamak, hem de çocuklarımızı düzenin olumsuz şartlarına kaptırmamak için bir şeyler yapmamız lâzım.

Yoksa alimallah, çocuklarımız, “bozuk düzen”in gıdası olur. Çünkü bu süreç çocuklarımızı yiyerek ve aile huzurumuzu kemirerek besleniyor…

Ortam, çocukları yoldan çıkarmak için oluşturulmuş gibi: Her sokak başında bir Nemrut ateşi yanıyor! Kimi televizyon programları, sözde “sanatçı”ların uygunsuzlukları, doyumsuzluklar, tahrikler, müstehcen yayınlar, diskolar, birahaneler, uyuşturucu, çocuk çeteleri, chat salonları, vesaireler… Aileler kurban üstüne kurban veriyor…

Özellikle büyük şehirlerimizin sokaklarında, hele İstanbul sokaklarında vahşet ve dehşet kol geziyor!

Uyuşturucu tacirleri ilköğretim okullarını bile “pazar” gibi görüyor. Polis bültenleri ağlamaklı: “Çocuklarınıza sahip çıkın” diyorlar, ama nasıl sahip çıkmamız gerektiğini bize kim söyleyecek?

Bir gencimizin alkol, ya da uyuşturucu belâsına kapılması, yalnızca ailesini ilgilendiren bir sorun değil, önce ailesini ilgilendiren, ama hepimizi ilgilendirmesi gereken bir sorundur. Bu, toplumsal bir faciadır!

İstanbul sokakları çocuk dolu: Çocuklar sahipsizlikten donup ölüyor. Gafletten yorganı öyle bir başımıza çekmişiz ki, çocuklarımız ölürken bile rahat uyuyoruz.

Bu çocuklar ve bu ölümler bozuk düzenle birleşen ailevî yanlışlarımızın topluma faturasıdır. Bu faturayı ödemeye de tüm aileler namzettir.

Çocuklarımıza yönelik tehdit ve tehlikeleri tümüyle bertaraf edecek sihirli bir formül bilmiyorum. Bildiğim şu ki, sevgimizi her vesile ile çocuklarımıza göstermeli, bir de maddi-mânevî dünyamızı çocuklarımızla paylaşmalıyız.

Muhabbet (sevgi ve bilgi katkılı sohbet) geleneğini aile ortamına hakim kılmalı, aile hayatımızı televizyondan bağımsız olarak yeniden inşa etmeliyiz.

Baba uzaktan kumanda aletini, anne oyasını, ütüsünü bir kenara bırakmalı, herkesin rahatlıkla düşündüğünü söyleyebildiği demokratik bir ortam içinde konuşulmalıdır.

Aman ne konuşacağız?” demeyin lütfen, konuşun da ne konuşursanız konuşun! Burada önemli olan zaten konu değil, iletişimdir: Aile bireylerinin gülümseyerek bir birlerine bir şeyler anlatmaları öyle sımsıcak bir atmosfer oluşturur ki, bir süre sonra herkes akşamın gelmesini özlemeye başlar.

Aile yuvası özlenmeye başlandığı ölçüde işlevine kavuşmuş olur.

Kısacası, “bozuk düzen”e teslim olmak istemeyen, kendi aile düzenini sağlam tutsun.

Yavuz BAHADIROĞLU

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: