Adalet-i Mahza ve Adalet-i izafiye Nedir?

Adalet-i Mahza: Tam adalet demektir. Yani bir ferdin hakkını, bütün insanlar için de olsa, feda etmeyen adalettir. Örneğin: Bir gemide dokuz cani bir masum olsa o gemi batırılamaz. İşte bu Cenab-i Allah’ın adaletindendir. Adalet-i mahza, kimsenin hakkına tecavüz etmemeyi esas alır. Bütün insanların faydası için de olsa bir masumun hakkı çiğnenmez. Keza, “Bir insanın bir tek sıfatı masum olsa, bütün sıfatları da cani olsa, o tek sıfatın hakkı diğerleri yüzünden zayi edilemez.” Çünkü adalet-i mahzaya uygun düşmez.

Bediüzzaman şöyle buyurur: “Adalet-i mahza-i Kur’aniye; bir masumun hayatını ve kanını, hatta umum beşer için de olsa, heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir.”

Kudret-i İlahiyenin yanında bir insanı yaratmakla, bütün insanları yaratmak arasında fark olmadığı gibi; İlahi adaletinde de, bir insanın hukuku ile bütün insanların hukuku arasında fark yoktur.

Adalet-i İzafiye: Toplumun selameti için ferdin hakkı feda edilebilen görüştür. Yani azın çoğa feda etme adalet anlayışıdır. Bu görüşe göre de dokuz caninin cezalandırılması için bir masum feda edilebilir. Buda adalet-i mahzaya, yani Allah’ın adaletine ters düşer. Büyük bir cemaatin veya devlettin zarara uğramaması için küçük şer işlenmez, işlenmesi halinde zulüm olur.

Bediüzzaman, Mektubat eserinin on beşinci mektup, ikinci sualinde konuya şöyle bir açıklık getirmiştir:

“Cemel Vak’ası denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyir ve Aişe-i Sıddıka (radıyallahü teâlâ aleyhim ecmain) arasında olan muharebe, adalet-i mahza ile adalet-i izafiye’nin mücadelesidir. Şöyle ki:

“Hazret-i Ali, adalet-i mahzâyı esas edip Şeyheyn zamanındaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmiş. Muârızları ise, Şeyheyn zamanındaki safvet-i İslâmiye adalet-i mahzâya müsait idi; fakat mürur-u zamanla İslâmiyetleri zayıf muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye girdikleri için, adalet-i mahzânın tatbikatı çok müşkül olduğundan, ‘Ehvenüşşerri ihtiyar’ denilen adalet-i nisbiye esası üzerine içtihad ettiler. Münakaşa-i içtihadiye siyasete girdiği için muharebeyi intaç etmiştir. Madem sırf lillâh için ve İslâmiyetin menâfii için içtihad edilmiş ve içtihaddan muharebe tevellüt etmiş; elbette hem katil, hem maktul, ikisi de ehl-i Cennettir, ikisi de ehl-i sevaptır diyebiliriz. Her ne kadar Hazret-i Ali’nin içtihadı musîb ve mukabilindekilerin hata ise de, yine azâba müstehak değiller. Çünkü içtihad eden, hakkı bulsa iki sevap var; bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevap alır, hatasından mazurdur.

Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zât-ı muhakkik, Kürtçe demiş ki: (…) Yani: “Sahabelerin muharebesinde kıylükal etme. Çünkü hem katil ve hem maktul, ikisi de ehl-i Cennettirler.”

Adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki (Maide Suresi,32) ayetin mânâ-ı işarîsiyle, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez.

Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir. Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür.

İşte, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, adalet-i mahzâyı Şeyheyn zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip, hilâfet-i İslâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabilleri ve muarızları ise, ‘Kabil-i tatbik değil; çok müşkülâtı var’ diye, adalet-i izafiye üzerine içtihad etmişler. Tarihin gösterdiği sair esbab ise, hakikî sebep değiller, bahanelerdir.”

Sahabeler arasında cereyan eden hadiseler tamamen bir içtihat ve kısmen de siyaset bulaşmıştır. Mesela Hazreti Osman (r.a.)’ı şehit eden taraf içinde masumların da bulunması nedeniyle Hz.Ali (ra) kısas tatbik edilmez, çünkü adalet-i mahzaya uygun olmadığını savunmuş, muhalifler ise adalet-i mahza ancak Hz.Ebubekir ile Hz.Ömer (ra) zamanında mümkündü, şimdi tatbiki mümkün değildir. Bu sebeple toplumun selameti için adalet-i izafiyeyi tatbik etmek isteyenler ile adalet-i mahzayi isteyenler arasında savaş çıkmıştır. Çıkan savaş, içtihat üzerinde ki anlaşmazlıktan ileri geldiği için sahabeler hakkında boş konuşmamak gerekir. Çünkü İslam âlimleri her iki tarafta da ölenleri cennetlik kabul etmişlerdir. Bu nedenle sebeplere değil de kader cihetine bakmak gerekir.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

15.11.2013

www.NurNet.org

LUGAT:

Şeyheyn: İki şeyh. HZ.Ebubekir ve Hz.Ömer’e verilen unvan
İçtihat: Dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda âlimlerin Kur’an ve hadisten hüküm
Çıkarmaları,
Muarız: Karşı çıkan
Saffet-i İslamiye : İslamiyet’in saflığı, temizliği
Murur-u zaman: Zamanın geçmesi
Akvam: Kavimler
Ehvenüşşer: İki şerden daha az zararlı olan
Adalt-i nisbiye: Nisbi adalet, ruhsat-i şeriye dâhilindeki adalet
Kabil-i tatbik: Uygulanabilir.
Musip: İsabetli