Aile içinde iyiliği paylaşmak

Sosyoloji biliminde aile, “karı, koca ve çocuklardan meydana gelen, fıtrî bağlar üzerine kurulan küçük sosyal bir topluluk” şeklinde tarif edilmektedir. Aile en mühim okuldur. İnsanın aile içi eğitiminin o daha doğmadan, annesinin karnında bulunduğu sırada başladığı söylenmektedir.

Muhtelif aile tipleri vardır, fakat hepsi de “cemiyetin temel birimi olmak” gibi ortak bir vasfa sahiptir. “Aile cemiyetin temel birimi” ise, cemiyetin temel biriminin bozulmasının, cemiyetin tümünün de bozulması olacağı çok açık bir gerçektir.

Ailelerin bozulmasının, o ailelerin meydana getirdiği cemiyetlerin de bozulması sonucunu hâsıl edeceği, çok basit bir misalle şöyle de açıklanabilir: Bir şehirdeki her evin çöpünü evinin önüne koyması yasaklanmasa, herkes evinin çöpünü evinin önüne koysa ve o çöpler de o şehrin belediyesi tarafından gerekli ve yeterli şekilde muntazaman alınmasa, tüm şehir “çöplük” haline gelir.

Bu çok basit misal de, cemiyetin temel birimi olan ailelerin bozulmasının tüm cemiyetin de bozulmasına sebeb olacağını açıkça belirtir. 

*  * *

Maddeten bizden daha ileri seviyedeki bazı ülkelere nispeten üstün taraflarımızdan biri, onlardan daha sağlam aile yapısına sahip oluşumuzdur. Bunun kıymetini bilmeli, muhafazasına ve niteliğini daha da geliştirmeye çalışmalıyız.

Sosyal medyada nakledilen bir sözde: “Türklere galip gelebilmek için çok güç, çok masraflı ve çok büyük riskler taşıyan konvansiyonel silahlarla maddî savaşlar yapmanıza lüzum yoktur; onların aile yapısını bozmanız yeterli” denilmiş olmasını ciddî bir ikaz olarak değerlendirmeliyiz. Cemiyetimiz aleyhinde planlar yapanların, kendileri için çok güç, çok masraflı ve çok büyük riskler taşıyan konvansiyonel silahlarla maddî savaşlar yerine, “kuzu postuna bürünmüş kurtlar” gibi, adalet, insan hakları vb –reddedilemeyecek bazı kılıflara sokmağa çalışarak- cemiyetimizin temel birimi olan ailelerimizi tahribe çalışabileceklerine karşı uyanık olmalı ve buna fırsat vermemeliyiz.

Bilhassa, çok düşmanca bir planla, İslâm âleminin en mühim ülkesi olan Türkiye’nin en mühim şehri İstanbul’da önce Türkiye’nin yetkilisine imzalatılıp adına “İstanbul Sözleşmesi” denilmek suretiyle  Türkiye’den başlayarak tüm İslâm âleminde de aile müessesesine yapılmaya çalışılan sabotajın TBMM’de onaylanması ve ona dayalı olarak çıkarılan kanunlar aile yapımıza karşı çok büyük bir tehlike arz ettiğinden, ailelerin bozulmaması konusu ülkemizde daha da büyük bir ehemmiyete sahip bulunmaktadır.

“İstanbul Sözleşmesi”nden imzasını geri almak, TBMM’nin o sözleşmeyi onaylama kararının tekrir-i müzakere ile iptali ve o sözleşmeye dayalı olarak yürürlüğe konulmuş hukukî mevzuatın düzeltilmesi mevcut siyasî iktidarın vazifesidir. Vatandaşlarımız, bu konuda gereğinin yapılmasıyla ilgili taleplerini hem şahsen ve hem de üyesi oldukları STK’lar (Sivil Toplum Kuruluşları) vasıtasıyla siyasî iktidara, onun TBMM’deki milletvekillerine ısrarla tekrarlamalıdırlar. Fakat bununla kalmayarak, kendi aile yapılarının sağlam kalabilmesi için gereken bazı tedbirleri de uygulamalıdırlar.

 * * *

“- Bir insana yapılabilecek en büyük iyilik nedir?”

Bu, mühim bir sorudur ve cevabı titizlikle araştırılmalıdır. İnsanların bu soruya muhatap olunca, cevap verebilmekte ekseriya zorlandıkları; bazılarının da tam emin olamadıkları cevaplar verdikleri görülür.

“Bir insana iyilik yapmak” denilince ilk akla gelenler onun yiyecek, giyecek, tedavi, mesken gibi temel ihtiyaçlarını temin etmektir. Bunlar “iyilik” olmakla beraber, biraz daha derin düşünülecek olursa, “bir insana yapılabilecek en büyük iyiliğin ona hakikati söylemek” olduğu anlaşılabilir.

Çünkü insan ebed için yaratılmış olduğundan, ona ebedî hayatı verecek olan  Allah, onun içine “ebedî yaşamak arzusu”nu da koymaktadır. Meşhur bir sözde denildiği gibi, “Vermek istemeseydi, istemek de vermezdi”.  İnsanların büyük ekseriyeti, içlerine “ebedî yaşamak arzusu”nun kim tarafından ve niçin konulmuş olduğundan gafletleri sebebiyle, o arzularını bu dünyada gerçekleştirmenin yollarını ararlar! Halbuki “ebedî hayat”, insan için bu dünya hayatında gerçekleşmesi imkânsız boş bir hayal; âhirette ise, istemese bile mutlaka maruz kalacağı ve kaçınamayacağı bir âkibettir!

İnsan bu dünyada ölüme çare arayıp bulmak ve uygulamak için değil; âhirette zaten kaçınması imkânsız olarak yaşayacağı ölümsüz ebedî hayatının iyi şartlarda olabilmesi için çalışmalıdır. İnsanın âhiretteki ebedî hayatının şartları da, onun bu dünyada aklıyla ve iradesiyle imtihanının neticesinde ortaya çıkacaktır. İnsanda buna iman varsa; “bir insana yapılabilecek en büyük iyiliğin, onun ebedî hayatında saadetine vesile olabilecek hakikat derslerini vermek olduğunu” anlamakta ve kabul etmekte de güçlük çekmez.

Bazıları bu dünyada “hayatlarını yaşamak” sevdalarından bahsederler! Bu dünyada “hakikaten yaşamak”, yukarıda çok kısa olarak bahsedilen en mühim hakikatlerle yaşamaktır ve o yaşayışıyla ölüm sonrası ebedî hayatını “ebedî saadet”e dönüştürebilmenin sebeplerine tevessül etmeye çalışmaktır.

* * *

Ancak, bu bahsedilenler gibi en mühim hakikatleri insanlara söylemek de çok hassas bir konudur ve hassasiyetine riayet edilmezse, faydadan çok zarar getirebileceği haller de vardır. Bu mühim tebliğ, muhatapta meydana getireceği tesirin ne olabileceğini dikkate almadan yapılmamalıdır.

Çünkü “Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcihtir.” Yani her işte önce zarardan uzak kalmaya; daha sonra faydayı elde etmeye çalışılmalıdır. Tarz-ı beyan ve üslûpta hata edilip, “Ben hakikati söylüyorum.” denilerek, muhatabın enesine (benliğine) ve bazı menfi hissiyatına dokunulur ve tahrik edilirse, maksadın aksi bir netice ile muhatabın “hakka muhalefet ” damarı kabartılmış olabilirVefat etmek üzere olan birinin yanında yüksek sesle kelime-i tevhid veya kelime-i şehadet söylenirken, o kişinin bu tavsiyeye uymaması veya reddetmesi halindeki zararı çok büyük olacağı için, ona “Sen de söyle!” denilmemesi de bu sebeptendir,

Aynı sebepten, cemiyetimizin temeli olan ailelerimizin yapısını sağlamlaştırmak ve muhafaza etmek için ailelerimizde yapılacak “iyilik paylaşımları” da en mühim hakikatleri; usulüne uyarak, muhalefet hislerini tahrik etmeden ve İslâm’da tebliğ metotlarına uyarak  söylemek suretiyle yapılmalıdır. 

* * * 

En çok satılan kitapların, “yemek tarifi kitapları” ve kadınların da ev işleri arasında en çok sevdikleri işin “yemek yapmak” olduğu söylenilmektedir. Mesleği aşçılık olanlar, zaten yemek yapmayı ya onun kursuna giderek veya “usta-çırak eğitim sistemi” ile öğrenmişlerdir ve yemek kitabı alarak yemek yapmayı öğrenmek ihtiyacını pek duymazlar.

Yemek kitaplarını satın alanlar daha çok, aile içinde yemek yaparak aile fertlerine veya misafirlerine  paylaşılacak maddî gıdalar, lezzetler vermeğe çalışanlardır. Aile içinde maddî gıdalar ve lezzetler sunmak için sarf edilen zaman, enerji, gayret, dikkat ve itina, “ruhların açlığının giderilmesi ve onlara manevî lezzetlerin tattırılması” için “manevî gıdalar” sunabilmek mevzuunda da ihmal edilmemelidir. Ailelerinin fertlerini maddî gıdalarla doyurmak ve onlara damak zevkleri sunmak için gayretler, imkânlar ve kabiliyetlerle yapılanlar, onları yapanların aile fertlerine hizmetleri ve iyilikleridir. Ancak, bu iyilikler kâfi değildir.  Aile fertlerinin, imkânlarını ve kapasitelerini iyi kullanmak suretiyle;  ebedî saadetlerin yolunu açan çok mühim hakikatleri “manevî gıdalar” gibi hem bizzat almaya ve hem de aile fertleri arasında paylaşmaya çalışmaları gerekir. 

* * * 

Aile içinde “manevî iyiliği de paylaşmak” ile ilgili şöyle çok basit bir muhasebe yapılabilir:

– Akıllıca yaşayan insan, zararıyla faydasını ayırt ederek yaşayan değil midir?

– Ailemiz içindeki fertler olarak “manevî  iyiliği de paylaşırsak”, ne kaybederiz?

– Ailemiz içinde “manevî iyiliği de paylaşmazsak”, ne kazanırız?

– Kaybımız olmayacak; aksine kazancımız olacaksa, bizi bundan alıkoyan nedir?

Prof. Dr. Mustafa NUTKU