Alçakgönüllülük Üzerine – Peygamberimizle Hayatın İçinden

Birçok Batılı tarihçinin takdirkâr sözlerle tanımladığı Hz. Muhammed, kendi yaşamı içerisinde peygamberlik çizgisinin zirvesine ulaştığı günlerde bile 15 yaşlarındaki genç bir çoban iken sahip olduğu alçakgönüllülüğünü korumasını becerebilmiştir. Bu alçakgönüllülük tam bir doğallıkla çevrelenmiştir. Bazı karizmatik kişiliklerden görünen, alçakgönüllülük perdesi altında asla alkış ve taktir toplamaya dönük, bir riyakarlık yatırımına dönüşmemiştir.

Mekke’yi onbin kişilik bir ordunun başında fethederek, mücadelesinin hayatıyla sınırlı kısmının, askeri ve siyasi zaferini tamamladığı sırada, başı devesinin eğerinde, iki büklüm olarak şehirden içeri girer.

Vefat ederken geriye kalan 7 gümüşlük nakit varlığının 5 gümüşünü Medine’nin fakir ailelerine sadaka olarak dağıtır. Bu sırada bir Yahudi tüccardan aldığı doksan kg. arpa karşılığında savaş zırhı rehin bulunmaktadır.

Öğülmekten samimi bir rahatsızlık duyar. “Beni övmekte ileri gidip Hristiyanların İsa karşısında düşlükleri duruma düşmeyin” der ve ekler “Siz benim için Allah’ın kulu ve elçisi deyin

Hayatı boyunca saf buğday ekmeği hiç yememiştir. Peygamberlik hayatının bir döneminde devlet hazinesinden ödünç olarak alınmış yedi keçinin sütü ile geçinir.

Bir gün, yanına en son giren arkadaşı oturacak bir örtü, minder bulmak için bakınırken, hızla üst elbisesini çıkarıp “Al bunun üzerine otur” diyerek uzatır. Yıllar sonra zafer kazanmış bir komutan olarak bebekliğinde kendini emziren süt annesi ve akrabaları ile karşılaştığında da hiç çekinmeden aynı şeyi yapar, hepsinin altlarına kendi elbisesini yayar.

Hz. Muhammed’in evine giden arkadaşları O’nu tek başına evinin duvarını tamir ederken görürler. Kendi devesini kendi tımar eder, kişisel işlerini, hiç kimseye buyurmaz, yük olmak istemez. Bu açıdan bakıldığında, O’nun yaşam prensibini “İnsanlar arasında insanlardan bir insan olarak yaşamak” tır.

Henüz bir süt bebesi olan oğlu İbrahim’in vefat ettiği gün, güneş tutulması yaşanır. Arkadaşları iki olayı bir birbiriyle bağlantılamak isterler. O kabul etmez. –Ay ve güneş Allah’ın varlığını gösteren delillerden iki delildir. Hiç kimsenin doğumu veya ölümü için tutulmazlar.

Çağlar sonra gelecek bir İslam düşünürü “Büyüklerde gerçek büyüklüğün ölçüsü alçakgönüllülük, küçüklerde ise küçüklüğün ölçüsü ve göstergesi kendini beğenmişliktir” der.

Bu kriter açısından Hz. Muhammed’in insanlık tarihi içerisinde bulunduğu yer son derece nettir.

EV İŞLERİNDE

Vefatından sonra eşi ve bütün inananların annesi Hz. Ayşe (R.A.)’ye sorarlar:

-Allah’ın Elçisinin evdeki hali nasıldı? Hz. Ayşe (R.A.) cevaplar:

-O kendi işini kendi görmekten hoşlanırdı. Arkadaşları bütün işini yapmaya hazır olmalarına rağmen bunu istemezdi. Evdeyken, elbiselerini yamar, evi süpürür, keçileri sağar, develeri bağlar ve yemlerini verirdi. Ayrıca, ayakkabılarını ve delik su kırbalarını tamir (R.A.) eder, hizmetçilere de yardım ederek onlarla birlikte hamur yoğururdu. Çarşıdan yiyeceğini kendi taşır, birisi “Ey Allah’ın Elçisi! İzin ver ben taşıyayım” dediğinde, “her mümin taşıyabiliyorsa kendi yükünü kendi taşısın” dedi.

İSTEMEZ MİSİN EY ÖMER?

Hz. Ömer (R.A.), sessizce, dinlenmekte olduğu odaya girer. Bir an çevresine göz gezdirir. Tavana asılmış kuru bir deri parçası, bir torbanın için de bir kaç kg. arpa, duvara dayalı bir kaç ağaç yaprağı ve yerde de Hz. Muhammed (S.A.S.)’in üzerinde uyumakta olduğu hurma lifinden örülmüş kaba bir hasır. Bu manzara karşısında ağlamaya başlayan Hz. Ömer (R.A.)’in hıçkırıkları O’nu uyandırır. Kalkınca hasır’ın vücudunda iz yaptığını, kan oturduğunu gören Hz. Ömer (R.A.) ise omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (S.A.S.) hayretle sorar: -Ey Hattab oğlu! Niçin ağlıyorsun,? -“Ey Allah’ın elçisi! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah’ın Elçisisin… İzin versen de, biz de seni… Maksat anlaşılmıştır, Allah’ın Elçisi, gelecekteki halifesinin sözünü hüzünlü bir tebessüm, tatlı bir el işareti ile keser ve “Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı” (Ankebut, 64) ayetini okuduktan sonra ekler.

İstemez misin ey Ömer! Dünya onların olsun, Ahiret te bizim?…

GÖĞSÜNÜ AÇIP

Bedir savaşından önceki saatlerdir… Son bir kez safları kontrol etmekte, askerine çeki düzen vermektedir. Saftan biraz önde duran arkadaşlarından Hudayr oğlu Üseyd (R.A.)’i hafifçe göğsünden iterek safa girmesi ister. Şakacı bir kişi olan Üseyd (R.A.) ise: -“Ey Allah’ın Elçisi” der “Canımı acıttın, izin ver, karşılığını alayım”. Hz. Muhammed (S.A.S.) hemen önüne geçerek: -“Buyur, al hakkını” der. Üseyd (R.A.) ise son derece ciddi bir tavırla: – “Fakat” der “Ey Allah’ın Elçisi; benim göğsüm çıplaktı, sen de ise elbise var“ Hz. Muhammed (S.A.S.) gömleğini çözerek: -“Haydi” der “Şimdi al hakkını” Peygamberini kucaklayarak öpmeye başlayan Hudayr oğlu Üseyd (R.A.), bir yandan da -“Ey Allah’ın Elçisi” demektedir. “Anam babam sana feda olsun, istedim ki, hayatım seni öpmekle son bulsun”.

HİZMET GÖRDÜRMEYİ SEVMEM

Arkadaşlarından Rabia oğlu Amir (R.A.)’le beraber mescide gitmektedir. Ayakkabısının bağı çözülür. Amir (R.A.) hemen atılıp, bağlamak ister. Hz. Muhammed (S.A.S.) engel olur, kendi bağlar. Bir yandan da Amir (R.A.)’e hitap eder: –Bu başkasına hizmet gördürmektir. Ben ise başkasına hizmet gördürmeyi sevmem.

DAHA GÜÇLÜ DEĞİLSİNİZ

İslam’ın ilk büyük meydan sınavı Bedir’e doğru yol alınmaktadır. Deve azdır. Ancak üç kişiye bir tane düşer ve sırayla binilir. Hz. Muhammed (S.A.S.)’le aynı deveyi paylaşan arkadaşları kendi haklarından gönüllü olarak vazgeçerler. Sürekli O’nun binmesini isterler. O ise kabul etmez: -“Siz” der, “Benden daha güçlü değilsiniz. Kaldı ki bende sizin kadar sevap kazanmaya muhtacım.

BİR TANESİ KARDEŞİNE

Henüz kundakta bir bebektir. Süt anne Halime (R.A.)’nin yanında Hicaz yaylasındadır. Halime (R.A.)’nin öz çocuğu olan süt kardeşiyle annenin memelerini paylaşır. Sadece bir tek memeden emer. Durum ailenin dikkatini çekince hayretle deneme yaparlar. Her seferinde, süt kardeşine bıraktığı memenin üzerine konulunca dudaklarını sımsıkı yummakta ve emmemektedir.

DOYUNCA HEP AĞLARIM

Hz. Muhammed (S.A.S.)’in vefatından sonraki yıllardır. Bir akrabası Hz. Ayşe (R.A.)’yi ziyaret eder. Hz. Ayşe (R.A.) onun için bir sofra kurdurtur. Ve sonra dayanamayıp ağlamaya başlar. Akraba sebebini sorar. Hz. Ayşe (R.A.): -“Ben doyuncaya kadar her yemek yeyişim de ağlarım” der. Akraba daha da meraklanıp, sorar: Niçin? -Çünkü Allah’ın Elçisi bütün ömrü boyunca doyuncaya kadar hiç yemedi. Sıkıntı içerisindeydi. Bir günde iki öğün yemedi ekmek yediği zaman hurma yemedi, hurma yediği zaman ekmek yemedi. Sürekli başkalarını kendine tercih ettiği için hep böyle yaşadı. Şimdi ise insanlar yediklerini eritmek için ilaç kullanıyor… Hz. Muhammed (S.A.S.) bütün ömrü boyunca kızartılmış bir koyunu hiç görmemiştir.

HERKESTE BİR O’NDA İKİ

Mekkeli düşmanları yanlarına aldıkları bazı çöl kabileleriyle birlikte onbin kişilik bir ordu düzüp, Medine üzerine yürürler. Savaşçı Müslümanların sayısı ancak üç bin kişidir. Şehirde kalıp, savunma savaşı yapmaya karar verirler. Medine’nin etrafına büyük bir hendek kazılmaya başlanır. Hz. Muhammed (S.A.S.) kazılan toprağın hendek dışına taşınması işinde çalışmaktadır. Görgü tanığı bir arkadaşının anlatımıyla toz – toprak O’nun göğüs ve karın derisini örtmüş durumdadır. Üç gün süren Hendek kazımının en zor tarafı aynı günlerde bütün şiddetiyle devam eden açlık ve kıtlıktır. Arkadaşları, çalışırken, açlıktan düşüp bayılmamak için karınlarına taş başlamışlardır. Bir ara karşısına dizilirler. Ahirette kendilerinin bu fedakarlıklarına şahitlik etmesini isterler… Ve elbiselerini sıyırıp, taşları gösterirler. O sadece tebessüm eder. Sonra da kendi elbisesini sıyırır… Hz. Muhammed (S.A.S.)’in karnında iki taş birden bağlıdır.

BENDE ODUN TOPLAYAYIM

Bir yolculuktadırlar. Yemek için mola verilir. Arkadaşlarının her biri bir görev üstlenir. Hz. Muhammed (S.A.S.)’de: -“Bende ateş için odun toplayayım” der. Arkadaşları önüne geçmek isterler

Ey Allah’ın Elçisi! Siz dinlenin biz o işi de görürüz. Hz. Muhammed (S.A.S.) bütün ciddiyetiyle cevaplar:

-“Gerçekten bunu isteyerek yapacağınızı biliyorum. Ancak ben bir topluluk içinde ayrıcalıklı bir durumda bulunmakta hoşlanmam. Bunu Allah’ta sevmez” Ve odunları toplamaya koyulur.

SESSİZCE YATAĞINA UZANIR

Medine’de Hicret’i takip eden ilk günlerdir. Medineli Müslümanlar bütün maddi varlıklarını Mekke’de bırakıp gelen kardeşleriyle her şeylerini paylaşırlar. Her eve on tane misafir düşmüştür. Hz. Muhammed (S.A.S.) ’te bu evlerden birini başka muhacir arkadaşlarıyla paylaşır. Onlardan biri olan Esved oğlu Mikdad (R.A.) anlatmaktadır. “Evde, sütleri ile evin geçiminin sağlandığı bir kaç keçi vardır. Keçiler sağıldığında herkes kendi payına düşen sütü içer. Hz. Muhammed (S.A.S.)’in payı kasede kalırdı. Bir gece Hz. Muhammed (S.A.S.) eve geç geldi. Herkes kendi payını içerek, yatmıştı. O kaseyi boş buldu ama sesini çıkarmadı. Sadece şöyle dua etti. – Ey bugün beni doyuran Allah’ım, onları da doyur! Daha sonra uyanan Mikdad (R.A.) peygamberinin açlığını gidermek için keçilerden birini kesip, pişirmeye dayanır. Hz. Muhammed (S.A.S.) izin vermez. Onun yerine ikinci kez sağılan keçiden çıkan birkaç damla sütü içer ve sessizce yatağına uzanır.

BEN KRAL DEĞİLİM

Ebu Hüreyre (R.A.) ile birlikte, çarşıya alışverişe çıkmışlardır. Alış verişi bitirdikten sonra satıcıya tartması için para yerine kullanılan gümüş parçalarını uzatır ve: “Dikkatli ol, ağırca tart” der. Şaşırarak hiç bir müşterisinden böyle bir teklif duymadığını söyleyen satıcıya Ebu Hüreyre (R.A.) karşısındakinin peygamber olduğunu bildirir. Satıcı derhal Hz. Muhammed (S.A.S.)’in ellerine kapanarak öpmek ister… O izin vermez. -Bunu İranlılar krallarına karşı yaparlar. Ben kral değilim, içinizden bir insanım. Eve dönüş sırasında Ebu Hüreyre (R.A.) yükünü taşımaya yardımcı olmak ister. Ona da izin vermez. -Kişi, eşyasını, taşıyorsa, sadece kendi taşımalıdır.

ANCAK ALLAH İÇİN

Arkadaşları O yanlarına her girdiğinde hızla ayağa kalkmaktadırlar. En sonunda bir gün dayanamaz. -İranlıların birbirlerini büyük görerek ayağa kalktıkları gibi siz de bana ayağa kalkmayın. Çünkü ben bir kulun yemek yediği gibi yemek yiyen, bir kulun oturduğu gibi oturan bir kulum. Bunun benzeri başka bir olayda ise uyarısına şu eklemeyi de yapar: – Hiç kimse için kalkılmaz. Ancak Allah için ayakta durulur. Bundan sonra arkadaşları O içeri her girdiğinde kendilerini zorla tutarlar ayağa kalkmaz, oturmaya devam ederler.

ÜÇ GÜNDÜR AÇIM

Üç gündür hiçbir şey yiyememiştir… Kızı Fatma (R.A.)’ya giderek evinde yiyecek bir şeyler olup olmadığını sorar: -Kızım! Sende yiyecek bir şey yok mudur? Ben çok açım. Fatma (R.A.): -“Canım sana feda olsun babacığım! Yemin ederim ki ben de de yedirecek bir şey yoktur.” diye cevaplar. Bu sırada peygamberliğinin yanı sıra bir devletin de başkanıdır…Başka bir gün kızı Fatma (R.A.) yeni pişirdiği arpa ekmeğinden bir parça da peygamber babasına götürür. Hz. Muhammed (S.A.S.) kızına: -“Vallahi kızım,” der “Üç gündür baban bir şey yememiştir.” Bu sırada da devlet başkanıdır.

HİÇ BİR GÖSTERİŞ

Veda haccını yapmaktadır. Etrafını yüz bin Müslüman çevirmiş maddi egemenliği ise bütün Arap yarımadasınca kabul edilmiştir. Savaşlardan kendi hissesine düşen paydan, bu Hac sırasında da yüz deve kestirir ve etlerini yoksul müslümanlar arasında paylaştırır. Hayatının, zaferinin ve peygamberliğinin sonuna ve zirvesine ulaştığı, adeta bir zafer finali gibi de görülmesi mümkün olan bu haccı yaparken bindiği devesine ise topu topu dört gümüşlük basit bir kadife parçasını şilte niyetine sermiş, onun üzerinde oturmaktadır. Ve Veda haccını bitirirken ellerini açarak dua eder… –Allah’ım, bunu, içinde hiçbir gösteriş ve “Desinler” kastı bulunmayan bir hac olarak kabul buyur.

BENDEN GÜZEL KÖLE Mİ OLUR?

Mekke fethedilmiştir… Siyasi ve askeri mücadelesinin zaferle sonuçladığı bir gün yaşamaktadır. Öğle yemeğini ise arkadaşlarıyla birlikte bir gün sokakta, toprağın üzerine oturarak yemektedir. Bu durumu garip sayan, zihinsel özürlü bir kadın laf atar: -“Şuna bakın! Yere oturmuş bir köle gibi yemek yiyor”. Hz. Muhammed (S.A.S.) tebessüm ederek cevap verir: –Benden güzel köle mi olur! Çünkü bende Allah’ın kölesiyim. Başka bir defasında eşi Hz. Ayşe (R.A.) rica eder: -“Ne olur bağdaş kurarak, biraz daha rahat oturarak yemek ye” Bunun üzerine alnını yere değdirecek kadar öne eğilir. –Kölenin yediği gibi yerim, kölenin oturduğu gibi otururum, çünkü ben kuldan başka bir şey değilim.

BİR KERE DAHA

Medine’de çıplak bir merkebin sırtında yol almaktadır arkadaşlarından Ebu Hüreyre (R.A.)’ye rastlar. -Seni de merkebe bindireyim mi? diye sorar. -Olur ey Allah’ın Elçisi, deyince: – “Bin” der. Ebu Hüreyre (R.A.) sıçrar fakat binmeye güç yetiremeyince Hz. Muhammed (S.A.S.)’e tutunmak ister ve ikisi beraber yere yuvarlanırlar. Tekrar merkebin üzerine binen Hz. Muhammed (S.A.S.), Ebu Hüreyre (R.A.)’ye: -“Bir daha dene” der. Fakat ikinci denemede başarısız olur ve yine beraberce toprağa yuvarlanırlar. Hz. Muhammed (S.A.S.) bir kez daha merkebe biner ve en küçük bir kızgınlık eseri göstermeden, Ebu Hüreyre (R.A.)’ye: -“Haydi” der “Bir kere daha”…

HABBAB DÖNENE KADAR

Eret oğlu Habbab (R.A.) Mekke’den hicret etmiş, ilk müslümanlardan azatlı bir köledir. Yani toplumun en alt kategorisinde kabul edilen insanlardan… Medine’den Hz. Muhammed (S.A.S.) tarafından uzun sürecek bir göreve gönderilir. Tekrar evine dönüp, günlük işlerinin başına dönünceye kadar ise o işleri her gün Eret oğlu Habbab (R.A.)’ın evinde bizzat Hz. Muhammed (S.A.S.) görür. Evin kadınları süt sağmasını bilmedikleri için sığır ve keçileri her gün Hz. Muhammed (S.A.S.) tarafından sağılır. Ailenin, erkeğin yokluğundan etkilenmesine izin vermez.

ONLARIN ARASINDA BULUNACAĞIM

Yeni Müslüman olmuş ve görgü, nezaket kurallarından habersiz göçebe Arapların kendisini rahatsız etmeleri amcası Hz. Abbas (R.A.) için ciddi bir üzüntü konusu olmaktadır. Bir gün yine böyle bir grup tarafından çevrelenmiş, tozun toprağın üzerinde ve kızgın güneşin altında yeğenini gören amca dayanamayıp, der. -Ey Allah’ın Elçisi! Bari sana bir çardak yapsak ta hiç olmazsa güneşten korunsan! Müslümanların dertlerini orda dinlesen. O cevap verir: –Hayır. Allah beni kendi katına alıncaya kadar, ben onların arasında bulunacağım. Ökçeme basmalarına, elbisemi çekiştirmelerine ses çıkarmayacağım.

HAYIR! AÇIM!

Oturarak namaz kıldığını gören Ebu Hüreyre (R.A.) sorar: –Ey Allah’ın Elçisi! Hasta mısın? Cevap verir. -Hayır, açım!

ALLAH YOLUNDA

Cebeloğlu Muaz (R.A.)’ı Yemen’e vali atamış, uğurlamaktadır. Kendinin at üstünde, Hz. Muhammed (S.A.S.)’in ise yaya olmasından utanan Muaz (R.A.): -“Ey Allah’ın Elçisi!” der, “İzin verirsen ben de inip, seninle beraber yürüyeyim”. Teklif kabul edilmez. – Ey Muaz (R.A.)! Bu adımlarımın Allah yolunda atılan adımlar olmasını arzu ediyorum.

DÜNYADAN KONUŞTUĞUMUZDA

Önde gelen vahiy yazıcılarından Sabit oğlu Zeyd (R.A.) anlatmaktadır. “Ben Hz. Muhammed (S.A.S.)’in komşusu idim. Ona vahiy indiği zaman bana haber gönderirdi. Bende, gider vahyi yazardım. Biz onun yanında dünyadan konuştuğumuzda o da dünyadan, ahiretten konuştuğumuzda o da ahiretten, yemekten konuştuğumuzda o da yemekten konuşurdu. Demek istiyorum ki bize uymakta ve bizim seviyemize inmekteydi.

BÜYÜK ALLAH’TIR

Yabancı bir heyet ziyaretine gelir. Söze iltifat ederek girmek isterler ve: –Sen bizim büyüğümüzsün, derler. O cevap verir: –Büyük Allah’tır. Heyettekiler: -“Öyleyse” derler, “Sen bizim en üstünümüz ve en güçlümüzsün” Bunu da hoş görmez. –Çok ileri gitmeyin. Şeytan inanmadığınız şeylere size söyletmekle, doğruluktan sizi ayırmasın.

GEL ŞİMDİ ÖDEŞELİM

Hz. Muhammed (S.A.S.)’in gusül abdesti almaktadır. Arkadaşlarından biri de örtü tutarak onu perdeler. abdest bitince Hz. Muhammed (S.A.S.): – Gel, şimdi ödeşelim, der. Arkadaşının aksi ısrarına rağmen bu kez de O ona örtü tutar. Arkadaşının -Ey Allah’ın Elçisi! Niçin zahmet ediyorsun? sözüne; -Zahmeti yok diyerek cevap verir.

HANGİ YOLDAN İSTERSEN

Zihinsel özürlü bir kadın mescidden içeri girer… -Ey Muhammed gel benim evimdeki işlerimi gör, der Hz. Muhammed (S.A.S.) tebessümle fakat ciddi bir ses tonuyla: -Hangi yoldan gitmek istiyorsan kalk gidelim. Kadının peşine takılır, giderler. Peşlerinde de hayret ve hayranlık içerisindeki arkadaşları…

ARKADAŞ SAKİN OL

Yeni Müslüman olmuş ve kendisini ilk kez gören bir göçebe arap heyecanından, karşısında titremektedir. Hz. Muhammed (S.A.S.): -“Arkadaş” der “Sakin ol. Ben kral değilim. Kureyş kabilesinden kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum”.

YERYÜZÜ DOLUSUNCA

Bir arkadaşına yanlarından geçen birini göstererek sorar: –Bu kişi hakkında ne dersin? Arkadaşı: -Toplumun önde gelenlerindendir. Kimi istese evlendirirler. Bir işi için kimden yardım istese, yardım ederler. Hz. Muhammed (S.A.S.) susar. Az sonra geçen başka birini göstererek yine aynı soruyu sorar. Arkadaşı bu kez de: -“Bu” der, “Çok fakirdir. Ne kız, verirler, ne işine yardım ederler.” Hz. Muhammed (S.A.S.) bu kez susmaz. -Ama bu fakir yeryüzü dolusunca, ötekinden hayırlıdır.

KUYUYU GERİ ALMASI

Düşmanla yapılan savaş sırasında ele geçen bir kuyuyu, ganimet payı olarak isteyen Sahr, Hz. Muhammed (S.A.S.)’ten istediğini alır. Fakat kuyunun sahibi olan düşman kabilesi daha sonra Müslüman olur. Şimdi bütün mallarının geri almaktadırlar. Hz. Muhammed (S.A.S.) utangaç bir tavırla Sahr’a gelerek başını önüne eğer ve kuyuyu geri vermesi gerektiğini söyler. Sahr hiç itiraz etmez. -Pekiyi, ey Allah’ın Elçisi! der. Hz. Muhammed (S.A.S.) kendi eliyle verdiği bir şeyi geri istemek mecburiyetinde kaldığı için kıpkırmızı olmuştur.

DUA’NDA BENİ DE

Hz. Ömer (R.A.) kendisinden Umre yapmak üzere Mekke’ye gitmek için izin ister. O sevinerek izin verir ve öğütler: -Kardeşim! Dua’nda beni de unutma. O gün Hz. Ömer (R.A.)’in anlatımıyla hayatının en sevinçli günüdür.

HZ. FATIMA’NIN ÇEYİZİ

Kendine en çok benzeyen ve kendinden geriye kalan tek çocuğu Hz. Fatma (R.A.)’yı evlendirirken, ona çeyiz olarak verebildikleri, yorgan yerine kullanılan kadife bir örtü, yaygı, elek, havlu, bir bardak, bir el değirmeni, bir tulum, iki su testisi, içi hurma lifi dolu bir deri minder, deriden yapılmış bir kab ve bir kırbandan, ibarettir. Yorgan yerine verilen kadife örtü kısa olduğu için başa çekilince ayak, ayağa çekilince de baş açıkta kalmaktadır.

BİZ ONU KATIK YAPAR

Hz. Muhammed (S.A.S.)’ten sonraki yıllardır. Hz. Ayşe (R.A.), çevresindekilere, bir akşam babası Hz. Ebubekir (R.A.) tarafından kendilerine gönderilmiş bir koyun parçasını eşi, Allah’ın Elçisiyle beraber nasıl parçaladıklarını anlatmaktadır. Dinleyenlerden biri şaşkınlıkla sorar: -Bu işi karanlıkta mı yaptınız? Hz. Ayşe (R.A.) acı bir gülümsemeyle cevaplar: –Lambaya koyacak yağımız olsaydı, biz onu katık yapar, yerdik.

BEN ÇOBANKEN

Birkaç arkadaşı ellerinden arak isimli bir ağacın dikenli meyveleri de bulunduğu halde yanına girerler. Meyvelerin ham oluşu dikkatini çeken Hz. Muhammed (S.A.S.) son derece doğal bir şekilde: -“ Bu ağacın meyvesini” der “Esmerleşip de tamamen olgunlaştığında toplayın. Ben çobanlık yaparken bunlardan toplar ve yerdim” Bu sırada Arap yarımadasına ve yüzbinlerce inananın gönüllerine hakim bir peygamberdir.

DOĞRUYU SÖYLEYİN

Bazı müslüman genç kızlar “Bizim aramızda öyle bir peygamber var ki, yarın ne olacağım bilir” dizelerini de içeren bir ilahi söylemektedir. Bunu duyan Hz. Muhammed (S.A.S.), kızları uyarır: –İlle de bir şey söyleyecekseniz doğruyu söyleyin.

www.hazretieyupsultan.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: