Alem-i Gayb

Bilinen alemden başka bir de bilinmeyen bir alem vardır ki ona islami terminolojide alem-i gayb denir. Şimdiki anı değil, geçmişi ve geleceği içine alan bir alem olmakla beraber, ruhların ve meleklerin içinde bulunduğu alemi, beka alemini, ahiret alemini ve kabir alemini de içinde bulunduran geniş bir alemdir. Görünen alemde gözlediğimiz hayatın özellikleri, bu alemde de aynen görünür.

* mâzi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın (SÖZLER, 10.Söz)

* âlem-i gaybın bir nevi olan âlem-i ervâh (SÖZLER, 10.Söz)

*Binaenaleyh ervaha münasip ve muvafık çok alemlere müştemil olan alem-i gayb, melaike ile dolu ve alem-i şehadetin hayatına mazhardır. (İ.İCAZ ,Melaikeye iman ve İnsanın yaratılışına dair)

            Gelecek; geçmişin aynasıdır. Geçmişteki her şey; gelecek aynasında görünür. Geçmiş; kabir alemine yani öteki aleme dönüştüğünde şekli, sureti bir tarafdan gelecek aynasına gönderilir, bir tarafdan da insanların hafızalarında ve tarihte yerini alır.

*Evet, müstakbel, mâzinin ayinesidir. Mâzi berzaha, yani öteki âleme intikal ve inkılâp ettiğinde, suretini ve şeklini ve dünyasını istikbal ayinesine, tarihe, insanların zihinlerine vedia ediyor. (M.NURİYE,Zeylül Habbe)

            İster yerde yaşayan olun ister gökte, Gaybı Allah’(C.C)dan başka kimse bilemez. Bu alan yalnız O’na aittir. Özellikle 5 bilinmeyen şey vardır ki bunlar alem-i gaybdır, yalnız Allah (C.C) tarafından bilinir. Kur’an bunu alemi gaybın dili olarak alemi şehadete şöyle anlatıyor:

*Göklerde ve yerde olanlar gaybî bilmez, onu ancak Allah bilir. (Neml Sûresi: 65.)

 *Mugayyebat-ı hamse (beş bilinmeyen şey): “Kıyâmet vaktine dâir bilgi Allah katındadır. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla bilir, herşeyden hakkıyla haberdardır.” Lokman Sûresi, 31:34.

*İnkâr edenler, “Kıyâmet başımıza gelmez” derler. Sen de ki: Evet gaybı bilen Rabbime yemin olsun ki başınıza gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre kadar bir şey Ondan uzak kalamaz; bundan küçük veya büyük ne varsa hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır. (Sebe’ Sûresi: 3.)

            Bu evren yoktan yaratıldığı gibi, birgün gelecek o da yok edilecektir. Onun ne zaman olacağını ancak Allah(C.C) bilebilir.

*kıyâmet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya iki bin sene, bir seneye nisbetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Saat-i Kıyâmet yalnız insaniyetin eceli değil ki, onun ömrüne nisbet edilip baîd görülsün. İşte bunun içindir ki, Hakîm-i Mutlak, kıyâmeti “Mugayyebât-ı Hamse”den olarak, ilminde saklıyor. (24.Söz)

Yağmurun yağacağına dair bazı bilgiler ortaya çıkınca insanlar onu bilebilirler. Güneşin doğuşu, batışı bir kurala bağlı olarak devam eder, ay tutulması, güneş tutulması önceden bilinebilir, ama yağmurun yağışı öyle değildir. Yeryüzünün hangi yerine, yağmurun ne zaman yağacağı; günler, aylar hatta yıllar öncesinden kimse tarafından bilinemez. Ancak yağmadan önce oluşan bazı öncü belirtiler gözlem ve analiz yapılırak tahmin edilebilir.

* Hem meselâ, sâir umûr-u lâzımeye muhâlif olarak, yağmurun evkât-ı nüzûlü o kadar mütehavvildir ki, mugayyebât-ı hamsede dahil olmuştur. Çünkü, vücudda en mühim mevkî, hayat ve rahmetindir. Yağmur ise, menşe-i hayat ve mahz-ı rahmet olduğu için, elbette o âb-ı hayat, o mâ-i rahmet, gaflet veren ve hicab olan yeknesak kaidesine girmeyecek; belki, doğrudan doğruya Cenâb-ı Mün’im-i Muhyî ve Rahmân ve Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, perdesiz, elinde tutacak; tâ her vakit duâ ve şükür kapılarını açık bırakacak. (SÖZLER,16.Söz)

            Günümüzde yer ve gemi istasyonları, yüksek atmosfer balonu, metoroloji radarı ve uyduları ve otomatik gözlem istasyonlarıyla dünyanın farklı yerlerinden tüm veriler toplanır. Basınç, sıcaklık, havanın kapalılık miktarı ve bulut türleri, görüş uzaklığı, rüzgar yön ve hızı ile yağış ve diğer meteorolojik olayların bilgileri analiz edilir ve sonunda hava tahmini yapılır. Bunların hepsi öncü bulgulardır. Bazı hassas insanlar da atmosferdeki bu öncü değişiklikleri hissedip yağmurun yağacağını bir gün önceden haber verebilirler. Bunlar bilinmeyeni bilmek anlamına gelmez.

*Rasathanelerdeki âletle bir yağmurun mukaddemâtını hissedip vaktini tayin etmek gaibi bilmek değil, belki gaipten çıkıp âlem-i şehadete takarrubu vaktinde bazı mukaddemâtına ıttıla suretinde bilmektir. Nasıl en hafî umur-u gaybiye vukua geldikte, veyahut vukua yakın olduktan sonra, hiss-i kablelvukuun bir nev’iyle bilinir. O gaybı bilmek değil, belki o, mevcudu veya mukarrebü’l-vücudu bilmektir. Hattâ ben kendi âsâbımda bir hassasiyet cihetiyle, yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru Bazen hissediyorum. Demek yağmurun mukaddemâtı, mebâdileri var. O mebâdiler, rutubet nevinden kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gaipten çıkıp daha şehadete girmeyen umura vusule bir vesile olur. Fakat daha âlem-i şehadete ayak basmayan ve meşiet-i hassa ile rahmet-i hassadan çıkmayan yağmurun vakt-i nüzulünü bilmek, ilm-i Allâmü’l-Guyûba mahsustur. (LEMALAR,16.Lema)

            Anne karnındaki bir çocuğun erkek veya dişi oluşu bugün biliniyor. Ama o çocuğun yüz görüntülerinin yıllar içinde alacağı şekil ve yeteneklerinin gelişebileceği hududu bilmek, ancak Allah’(C.C)a aittir, yani o iş gaybi bir iştir.

*Sima-yı istidadiye-i hususiyesi ve sima-yı veçhiye-i şahsiyesi lisanıyla Sâniinin ihtiyarını, iradesini ve meşietini ve rahmet-i hassasını ve hiçbir kayıt altında olmadığını, bağırıp gösteriyor. Fakat bu lisan gaybü’l-gaybdan geliyor. İlm-i Ezelîden başkası, kablelvücut bunu göremiyor ve ihata edemiyor. Rahm-ı mâderde iken bu simanın binde bir cihazatı, görünmekle bilinmiyor. (LEMALAR,16.lema)

Bu maddi alemde ve görünmeyen alemlerde olanlar hakkında bilgiler veren Kur’an; bütün gaybları, geçmişi, geleceği, hazırda olmayanı, dünyadakileri, âhirettekileri ve her şeyi bilen Cenab-ı Hak’ın sözü olarak bize olayları anlatan bir kitabdır.

*Kur’ân’ın misli olmadığına ve mu’cize ve hârika olduğuna ve bu âlem-i şehâdette âlem-i gaybın lisânı ve bir Allâmü’l-Guyûbun kelâmı bulunduğuna (SÖZLER, 25.Söz)

            Her asırda yaşayan insanlar Kur’an’ın haber verdiklerininin, kendi asırlarına bakan yüzünü görüp anlayabilirler. Asırlar geçtikçe o yine genç kalır, diğer kitaplar gibi eskimez. Bilgilerinin yenilenmesine ihtiyaç duyulmaz. Ve her asrın insanına bakan bir yüzü olduğundan, O’nun sırlarını araştırıp bulmak, insanların asli görevidir.

            Ne melekut alemini görebilen evliyaların eserleri, ne gerçekleri aklın bulmaya yetmeyeceği, kalb ve ruhunda gerekliliğini savunan İşrakiyyun felsefecilerinin kitapları ve ne de Âlem-i gayba nüfuz eden çok nuraniyet kazanmış zâtların yazdıkları eserler; asla alemi gaybın görünen alemdeki dili olan Kur’an’ın; anlattığı gibi gerçekleri hiçbir zaman anlatamazlar.

*Ne melekûta geçen evliyâların eserinde, ne umûrun bâtınlarına geçen İşrâkıyyunun kitaplarında, ne âlem-i gayba nüfuz eden ruhânîlerin maarifinde hiç bulunmuyor. Güyâ bir taksimü’l-a’mâl hükmünde, herbir kısmı hakikatin şecere-i uzmâsından yalnız bir iki dalına yapışıyor, yalnız onun meyvesiyle, yaprağıyla uğraşıyor; başkasından ya haberi yok, yahut bakmıyor. (SÖZLER,25.Söz)

            Allah’ın sevgili kulları olan evliyalar bilinmeyen bu alemleri manevi bir şekilde görebilirler. Hatta peygamberimiz Miraç’da alemi gaybı ziyaret etmiş, ruhani varlıkları görmüş ve meleklerle karşılıklı sohbet etmiştir.

*Ve öyle bir Muhammed (a.s.m.) ki, âlem-i gayb ve melekûtu seyir ve ziyaret etmekle, ervahı müşahede ve melâikeyle musahabe, cin ve insanlara irşad vazifesini almıştır. (M.NURİYE,Katre)

Dr.Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.org