Allah ile kul arasına girilir mi?

Sorumuz, cevabı herkesçe bilinen, zaten başka türlü düşünülmesi de abes olan bir soru gibi gelebilir.

Öyle ya! Çocukluğumuzdan bu yana binlerce kez duymuşuzdur, “Allah’la kul arasına girilmez!” sözünü. Bu kadar çok duyduğumuza göre doğru olmalı(!)

Acaba gerçekten öyle mi? Yoksa birileri bizi ketenpereye mi getiriyor?

Hep yaptığımız gibi, konuyu bakabildiğimiz bir kaç açıdan inceleyelim.

Öncelikle bu sözün doğru olabileceği anlam şudur:

Hiç kimse, “Bana şunu verirsen, benim için şunu yaparsan, senin Allah katında daha değerli bir kul olmanı veya ettiğin duanın kabul olmasını sağlarım…” gibi bir takım iddialarla Allah ile kulun arasına girme yetkisine sahip değildir.

Nitekim İslam’ın gelmesi ile hükmü kaldırılmış olan dinlerde, en büyük tahrifatlardan birinin bu konuda yapıldığını görürüz. Bunun sonucunda, Cennetten kat mülkiyeti tapulu yapı kooperatifleri kuran, savaş başlatıp bitiren, istediğini dinden çıkarıp istediğini içeride tutan din adamları türemiştir o dinlerde. Bugün bile, bir papaza gidip günah kilometresi sıfırlatılabilmektedir.

Söylediğimiz gibi sözün doğru kullanılışı bu olabilir, fakat bu sözün genel kullanımının bu manada olduğunu söyleyebilmek için ileri derecede hüsn-ü zan sahibi olmak gerekir. Bu ifadenin başka ne anlamları olabileceğini görmek için şimdi bakış açımızı biraz değiştirelim. Bakalım neler göreceğiz?

Hazreti Peygamber (s.a.v.) hayattayken sahabeler dinlerini ondan öğreniyorlardı. Vefatından sonra da karşılaştıkları olaylar karşısında nasıl davranacaklarını eğer sağlığında kendileri Allah Resulünden öğrenmemişlerse, ondan öğrenmiş birini bulup ona sorabiliyorlardı. Dolayısı ile bilgiye ulaşmak kolaydı. Zamanla sahabeler ahirete göçtükçe, bilgiyi kaynağından alanların sayısı azaldı ve bu bilgilerin bir araya toplanması ihtiyacı ortaya çıktı. Bir araya toplanan bu bilgilerin sınıflanıp disipline edilmesiyle de İslami ilimler ortaya çıktı.

Bu ilimler aslında her Müslümanın bilmesi ve hayatına uygulaması gereken bilgilerken, günümüzde maalesef hiç ilmihal görmemiş pek çok Müslümanlar mevcuttur.

Yani günümüzde her Müslüman Rabbinin emrettiği gibi bir kul olarak yaşayacak kadar dinini bilmemekte, daha da kötüsü buna ihtiyaç da hissetmemektedir.

İşte, günümüzde “Allah ile kul arasına girilmez!” sözünü kullanan pek çoklarının hedeflediği de tam olarak budur. Müslümanlar dinlerini öğrenemesinler, yaşayamasınlar. Sonra da Hz. Ömer’in ikaz ettiği gibi, “yaşadıklarını din zannetsinler”.

Evet, Allah ile kul arasına girilmez. Ama bunun için kulun kendini, Rabbini ve dinini bilmesi gerekir. Dinini bilmeyen kişi Rabbiyle nasıl muhatap olacak?

Aslında günümüzde bu söz ile hedeflenen, dinsiz bir Allah inancıdır. Bazı kaynanaların, annesi babası olmayan damat adaylarına “çöpsüz üzüm” dedikleri gibi, Allah inancı da, din olmadan sorunsuz, sorumluluksuz bir inançtır onlar için. Namazsız, oruçsuz, zekâtsız, zikirsiz, duasız, haramsız, helâlsiz…

Bu bir inanç olabilir belki ama aslında “Allah” inancı değildir. Sonuçlarını da çevremizde görüyoruz. Günümüzde pek çok Müslüman, Allah’ı yanlış/eksik tanımakta, dolayısıyla farkında olmadan Allah’tan başka bir şeyi ma’bud kabul etmektedir.

Hal böyle olunca dinini diyanetini bilen kimseler için insanlara Rablerini ve dinlerini tanıtmak, Allah ile bağlarını koparmış(!) olanları tekrar Allah’ın ipine bağlamak yasak değil aksine görevdir. Böyle insanlar Allah ile kul arasına girmek zorundadır.

Meselenin bir başka boyutu da Allah ile kul arasına girmenin sadece inanç alanında gündeme gelmesidir. Hâlbuki Allah kulları ile türlü türlü muhatap olur. Mesela rızkını verir ve bunu yaparken aracı kullanır. Burada maaş verdiği işçisinin rızkını verdiğini sanan işverenleri kast etmiyoruz. Meyveyi ağaç eliyle, sütü inek eliyle, balı arı eliyle vs. verdiği gibi görmeyi göz, duymayı kulak aracılığıyla verir. Özetle bu âlemde her şey için aracı kullanır. Ayetlerini bile Hz. Cebrail eliyle gönderir. Yani namaz ve dua dışında doğrudan muhatap olmak yoktur. Çünkü bu âlem buna uygun yaratılmamıştır. Doğrudan muhataplık inşallah Cennette olacaktır.

Toparlamak gerekirse;

Bu söz çoğu durumda, “Allah” ile “Din”i birbirinden ayırmak maksadıyla kullanılır. Çünkü Dinin Allah ile bağlantısını koparabilirlerse ortadan kaldırmaları çok kolay olacaktır. Belki de bu çabaların sonucunda pek çok kişi artık kendisini deist olarak tanımlamaktadır. Yani, “Allah var ama din yok!” demektedir.

Böyleleri için inandıkları yaratıcı ile aralarına girmeyelim biz.

Ancak bizim Rabbimiz Allah’tır ve bize en güzel din olarak İslâm’ı göndermiştir.

Bir din varsa onun emir ve yasakları, kuralları da vardır ve bu kurallara uyulmalıdır.

Eğer kuralları araştırıp kendimiz hüküm çıkarabilecek, kulluğumuzu bizden istediği şekilde yapabilecek kadar ilim sahibiysek kimseyi Allah ile aramıza sokmamıza gerek yoktur.

Burada “ilim” kelimesini üstüne basa basa vurgulamak gereklidir. Çünkü hüküm çıkarmadaki ölçüler bu “ilim”in içindedir.

Bu ilme sahip olmadan çıkaracağımız hükümler, kendi doğrularımıza göre, yani aslında “kafamıza göre” verilmiş hükümler olur ki, buna din denmez. Dense dense, “dinin emrettiği gibi yaşamayanın, yaşadığını din zannetmesi” denir ki Hz. Ömer de aynen böyle demiştir.

Muhiddin Yenigün