Allah ne zaman yardım eder?

Yine hatırlayın ki, denizi sizinle yarıp sizi kurtarmış, Firavun Hanedanını da gözlerinizin önünde boğmuştuk.  (Bakara Sûresi, 2:50)

İsrailoğullarının üzerindeki geçmiş İlâhî nimetleri hatırlatarak onları nankörlükten sakındıran âyetler arasında yer alan bu âyet-i kerime, denizin yarılmasına atıfta bulunurken, aynı zamanda, ince bir işaretle, onların bu hadisede oynadığı sebebiyet rolüne de değiniyor. Ve tabii ki bu ince işaret de Kur’ân’ın bütün muhatapları için önemli bir ders içeriyor.

Bu derse geçmeden önce, âyette sözü edilen hadiseyi, biraz öncesiyle birlikte, Kur’ân’ın daha başka âyetlerinden takip edelim:

Ve Musa’ya “Kullarımla gece vakti yola çık,” diye vahyettik. “Çünkü takip edileceksiniz.”
Firavun şehirlere tellâllar çıkardı.
“Bunlar küçük ve önemsiz bir topluluk,” dedi.
“Fakat bize karşı kin besliyorlar.
“Biz ise zinde bir topluluğuz.”
İşte böyle çıkardık onları bahçelerinden, pınarlarından.
Hazinelerinden ve şerefli mevkilerinden.
Onları böylece çıkardık; yerlerine de İsrailoğullarını vâris kıldık.
Gün doğarken peşlerine düştüler.
İki topluluk birbirini gördüğünde, Musa’nın adamları “Şimdi yakalandık!” dediler.
Musa “Asla!” dedi. “Rabbim benimle beraberdir; O bana yol gösterecek.”
Musa’ya “Asânı denize vur” diye vahyettik. Deniz yarıldı; öyle ki, herbir parçası koca bir dağ gibiydi.
Diğerlerini de oraya yaklaştırdık.
Musa ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.
Sonra da diğerlerini boğuverdik. (Şuarâ Sûresi, 26:52-66.)

Daha başka yerlerde de başka yönleriyle birlikte anlatılan ve tekrar tekrar ibret nazarlarımıza sunulan bu hadise, Hz. Musa ile beraber denizi geçen topluluğun, aslında, büyük bir imtihandan geçmiş olduğunu göstermektedir. Denizin yarılması hadisesinden önce, kelimenin tam anlamıyla bir “can pazarı” yaşanmış; İsrailoğulları, verilen emre uygun olarak, gece vakti Firavun’un adamlarından önce davranmak suretiyle yola çıkmış, denizin kenarına kadar gelmişlerdir. Burada Firavun ile deniz arasında kıstırıldıkları ve hiçbir kurtuluş ümidinin kalmadığı bir sırada, Hz. Musa’ya asâsını denize vurması emredilmiş ve İsrailoğulları denizi selâmetle geçmiştir.

Bu hadiseyi nakleden Kur’ân âyetleri, “denizi yarma, İsrailoğullarını denizden geçirme ve Firavun ile adamlarını boğma” fiillerinin hakikî faili olarak Yüce Allah’ı gösterir. Kurtarmayı dilediği kullarına yola çıkma emrini veren de, Firavun ile adamlarını onların peşine düşürerek helâke yaklaştıran da, denizi yaran da, denizi kapatan da Odur. Bakara Sûresinin âyeti ise, bikum, yani, “sizinle” lâfzıyla, bu hadiseye şöyle bir derinlik de getiriyor:

“Bütün bunları Allah sizin sebebinizle yaptı. Zira bu âlemde bütün hadiseler, İlâhî hikmetin bir gereği olarak, sebeplere bağlanmış ve kullar da bu sebeplere uymakla yükümlü kılınmıştır. Siz Allah’ın emirlerine itaat eder ve Onun koyduğu sebeplere yapışırsanız, başarılı olursunuz. Firavun’un zulmü altında geçirdiğiniz yıllara karşılık Allah sizi onların mülküne vâris kılmak istemişti; ancak siz buna oturduğunuz yerde erişecek değildiniz. Nitekim sebeplere riayet ederek üzerinize düşeni yaptığınızda, Allah da sizi sebep yaparak düşmanınızı boğdu ve size olan vaadini yerine getirdi.”

Bunun tersi olan durumlar da vardır. Mâide Sûresinin 20-26. âyetlerinde anlatıldığına göre, yine İsrailoğullarına “Allah’ın size yazdığı kutsal topraklara girin” dendiğinde, onlar “Orada zorbalar var” diyerek girmek istememişlerdi. Kendilerine galibiyet vaad edildiği halde onlar yerlerinden kıpırdamadılar ve Hz. Musa’ya “Sen ve Rabbin gidip savaşın; biz burada oturacağız” dediler. Bunun üzerine Allah “Kutsal topraklar onlara kırk sene haram kılındı; artık şaşkın şaşkın ortada dolaşıp dursunlar” buyurdu. Bu vak’ada İsrailoğulları Allah’ın kendilerinden istediği sebebiyet rolünü yerine getirmeyi reddedince sonuca da erişememişlerdi.

Daha önce bölümlerde de değindiğimiz gibi, Kur’ân ve kâinat, birbirini şerh eden iki kitaptır. Her ikisinin de âyetleri vardır; her ikisinin de kanunları vardır. İnsan ise, her ikisine uymakla yükümlüdür. Bunlardan sadece birine uymakla kimse kurtuluşa eremez. Dünya hayatının kanunlarına uymakla yetinip âhirete bir hazırlık yapmayan kimse bu hareketiyle âhirette kurtuluş bekleyemeyeceği gibi; inanılması gereken şeylere inandığı halde inancının gereği olarak bu dünyada bir emek sarf etmemiş, alın teri dökmemiş, bir sıkıntıya girmemiş kimse de, Allah’tan, kâinat yasalarını imanının hatırı için değiştirmesini bekleyemez. İnanan, inandığını gösterecektir; bunun yolu da bu âlemdeki İlâhî yasalara itaat etmektir. Unutmamak gerekir ki, Allah tarafından konulduğuna inanarak kâinat kanunlarına itaat etmek de Allah’a ibadet etmek demektir.

Ümit Şimşek

***

Hayat Yayınları arasında çıkan Ayetler ve İbretler adlı kitaptan

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: