Anne Karnından Gelen Turist

Bir şehri tanıtan rehber olsaydık o şehrin tüm detaylarını öğrenir ve şehri tanımaya çalışan insanlara anlatırdık. Turistlerin hangi soruları sorup, neleri merak edeceklerini düşünüp o konular üzerinde önceden çalışma yapar, şehri onlara güzel ve sorunsuz şekilde anlatmaya çalışırdık. Bunun öncesinde bir takım çalışmalar yapardık elbette. Eğitimler alır, okumalar yapar, tecrübelilerin önerilerini dinler sonra kendimize göre bir tarz oluşturmaya çalışırdık. Ezberden okur gibi değil, anlatır gibi olmak bize artı puan kazandırırdı turistler nazarında. Ne kadar kendimize özgü olursak o derece iyi bir rehber ve ne kadar çok anlatırsak konuya o kadar hâkim olurduk.

Anne babalıkta çocuğun rehberi olmak demek aslında. Anne karnından geldiği dünyayı tanımaya çalışan turist onlar. “Burası dünya yavrum” diyerek, hayatı anlatmak gerek onlara. Önceki tecrübeleri yadsımadan, okumalar yaparak, eğitimler alarak ve kendimize özgü bir dille yapmak gerek bu rehberliği.

Oysa pek çok anne baba başımıza gelenler ortak olsa da sanki dünyada sadece o bu yollardan geçiyormuş gibi bir niyetle yola çıkıyorlar daha çok. Sanki doğan her canlının gaz, uyku, iki yaşında anne sütünden ayrılma, üç yaşına doğru bezini bırakma, dört beş yaşında Allah’a dair sorular sorma, okul başlayınca derslerini çalışma, lisede ergenlik gibi süreçleri olmaz gibi bir algıyla bakınca çocuklarına her şey daha karmaşık oluyor kanaatim o ki…

Durumu o an başımıza geldiğinde çözmeye çalışmak çoğu zaman kaygıyla yapıldığı için daha karmaşık bir noktaya taşıyabiliyor anne babaları. Bir süreç gibi bakmak yerine hemen çözülsün istiyoruz böyle zamanlarda problemler.

Hâlbuki her çocuğun seyri üç aşağı beş yukarı benzer seyirler gösterir. Hepimiz ortak yollardan geçtik. Birkaç ay oynamıştır zamanlama da en fazla aramızda. Çocuklarımız içinde durum aynı. Yürüdüğümüz yollardan rehberliğimizle yürümek istiyorlar sadece. Üstelik bunu yaparken ihtiyaçlarını da ifade ederek, işimizi kolaylaştırıyorlar.

Pek çok anne babaysa bu yardımları görmeden kaygıyla hareket ettiği için problemi o an çözmeye çalışıyor ne yazık ki… O an öğrenirse çözebileceğini düşünüyor ya da… Bir kitabı okurken, bir uzmanı dinlerken sadece o an kendisini ilgilendiren konulara odaklanıyor, bütünü göremiyor. “ O gelince düşünürüz” diye yola çıkınca, o an gelince düşünmekten çok daha fazlasına ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Bu kez daha bir kaygı kaplıyor içlerini. “Ya yanlış bir şey yaparsam” kaygısı, çoğu zaman öğrenileni bile uygulamayı mümkün kılmıyor.

Bu kadar ortak bir süreç varken, okunana ve danışılana bütün bir nazarla bakılsa çok daha kolaylaşacak oysaki bu yolculuk. Bildiklerimizin ve bilmediklerimizin dökümünü çıkarıp, bilmediklerimizi kendimize ödev saysak, öğrenmeye çalışsak daha sükûnetle yol almak mümkün olacak.

Öğrendiğimiz ebeveynliğin olumlu olumsuz tüm yanlarını aktarma gücümüz olduğunu fark edip, gereksiz duraklarda durmak yerine, bizi zorlayacak duraklar için tedbir almayı başarabilsek bu kadar kaygılanmayacağız.

“Biz de böyle büyüdük” ile “çocuğuma bana davranıldığı gibi davranmayacağım” arasında bir yerlerde, daha farkında olarak durmak, hem geçmişten aldığımız güzel emanetleri kendi çocuklarımıza devretmemiz için, hem de miras bırakmak istemediklerimizi görmemiz açısından çok daha sağlıklı olur.

Bir çocuk “Allah nerede?” diye sormadan, bu çocuğa bunun nasıl anlatılacağını öğrenmeliler anne babalar. Çocuğun eline kitap tutuşturmadan, kendi ödevi saymalı bu konuyu. Çocuğun tuvaletini söyleme dönemi gelmeden, bu konuda çocuğun verdiği işaretleri okuyacak düzeye gelmeli ki her iki taraf için de süreç kolay olsun.

Velhasıl her şeyi o an öğrenmeye çalışmak yerine, rehberliğin keyfini çıkarmalı.

Bir öykünün ucundan tutup, devamını onlara yazdırmak demek bu biraz da…

Tuğba Akbey İnan / www.cocukaile.net