Asıl Nedir? Tahrip Nedir?

Asıl demek, sahip olduğu bütün vasıfları üzerinde taşıyarak,  tahribe ve tamire uğramadan kainata güzel bir sunumdur.
 
Aslından kopan bir yaprak solmaya mahkum olduğu gibi, aslından uzaklaşan bir eser manasını kaybetmeye mahkumdur. Aynen öyle de İman ve Kuran hakikatlerini müspet bir ilim tarzı ile izah ve ispat eden Risale- i Nur külliyatının aslını tahrif etmek de (sadeleştirmek)  insanı tahkiki iman ve ameli salihten uzaklaştırmaktır. Çünkü tahrif edilmiş hiçbir eser aslının manasını taşımaz. Risale- i Nur’un akılları kalpleri ve  vicdanları uyandıran:
 
Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Vs. soruların cevabını en açık, kesin bir şekilde, latif  bir üslupla açıklayıp ruhlara ve akıllara hitap eden bir eserinin manasından uzaklaştırmak  asliyetini kaybettirerek tahribata uğratmaktır. Tahribat demek;
 
Asliyetini bozmaktır. Manadan uzaklaşmak, taşıdığı bütün güzel hasletlerden soyutlandırmaktır. Kuran-ı Azimüşşan’ın manevi bir tefsiri olan Risale- i Nur’un sadeleştirilmesi akılları ve vicdanı ağlatarak kalp ve ruhlarda manevi bir elem bıraktı. Yapılan bu tahribatta Risale-i Nur’un güneş gibi insanları manen aydınlatan, kelamlarının yerine kullanılan manadan uzak, kof kelimeler maalesef kuran ve sünnet çizgisinin dışına çıkarak, insanları yanlış yönlendirmektedir. Bu manadan uzak kelimeler Risale-i Nur’un ilmi, ameli hasiyetini kaybettirmektedir. Mesela sözlerde geçen ve aslı şöyle olan: “Evet iki vazife, peşimizde görünüyor. Biri, padişahın vazifesidir. Bazen biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektedir. Diğeri, bizim vazifemizdir. Padişah bize teshilat ile yardım eder ki,talim ve harbdir.”
 
Tahrifleştirilmiş hali ise : “Evet ortada iki vazife görünüyor. Biri, padişahındır ki bazen onun işini gördüğümüz için bizi besler. Diğeri bizim vazifemiz, eğitim ve hizmettir.”
 
Burada kullanılan cümlede kul sanki (haşa) Cenab-ı Hakk’ın fiillerine iştirak edip yardım etmiş gibi görünüyor. Bu bir şirk kelimesidir. Çünkü yardım almak acizliğin alametidir. Cenab-ı Hak acziyetten münezzehtir. Ve yine asli olarak : “ tegayyür, tebeddül, tecezzi ,tahayyüzden , mukaddes münezzeh, müberra, mualla olan Zat-ı Zülcelal…” olan metininin tahrifleştirilmiş hali ise: “…mekandan münezzeh,mukaddes, ARINMIŞ, yüce Zat-ı Zülcelal..”olarak değiştirilmiş.
 
ARINMIŞ” olarak tahripleştirilmiştir. Arınmak demek ;  kirlerden temizlenmek manasındadır. Cenab-ı Hak Kemal sıfatlarla muttasıf olduğu için bu sıfatlara münasip olmayan hasletlerden uzaktır. Bu kelamı da Allah için kullanmak yine şirk ifadesidir.
 
Mesela Üstad Bediüzzaman için sadeleştirme adı altında ilmi ve manevi şahsiyetini rencide eden aslı şöyle olan “Bil ey gafil, müşevveş Said” cümlesini “EY GAFİL, AKLI KARIŞIK SAİD!” cümlesi ile sadeleştirilmekte. Müşevveş, karmaşık, zor anlaşılan demektir. burada üstadımız müşevveşin yanına “akıl” kelimesini koymamış ki aklı karışık Said  diye tabir edilsin ! Bu kelam Risale-i Nur okuyan kişilerin aklına şu suali de getirebilir; Aklı karışık bir insan benim aklımda kalbimde ruhumda bulunan  vesvese  ve şüpheleri nasıl ve ne şekilde izale edebilir? Bu gibi kelamlar Risale-i Nur’un irşad vazifesine nakise getirmektedir.
 
Ve son olarak Üstadımızın “Ey insan bil ki : o rahmetin arşına yetişmek için bir mir’ac var.”cümlesini safi (!) niyetle sadeleştirilerek “Miraç” kelimesi kaldırılıp yerine “merdiven” manası yakıştırılmış(!). Merdiven gibi basit ,manasız kelam kullanmak ve manevi basamaklarda u’ruc etmek anlamını yok sayıp toplum dilinde rutinleşmiş bir manaya taşımak ne kadar akla vicdana kabul bir meseledir?  
 
Velhasılıkelam asli bir eseri suni bir esere dönüştürmek hakikat, hikmet babından yanlış olduğunu Risale-i Nuru az veya çok okuyup fıtraten muhabbet besleyen, vicdan ve akıl sahibi her insan anlayabilir. Gerekçe olarak sundukları maddelerden birinde şöyle deniliyor: Risale-i Nuru daha iyi anlayabilmek , anlatabilmek adına bu çalışmalarımızı yapılıyor deniliyor. Öyle ise şöyle bir sual geliyor akıllara yıllardır Risale-i Nur’u okuyan fedakar, müdakkik, sadık kahraman nur talebeleri Risaleleri anlamadan mı amel ettiler ki hapishanelere girdiler. Zulümlere  baş eğdiler, durmadan, sıkılmadan, yılmadan yazdılar ve okudular. Ve keza evlerini, işlerini bu davaya feda ettiler. Manasını anlamayan bir insan bu şekilde fedakarane bir harekette bulunabilir mi? Risale-i Nur’u anlamak ve anlatmak veyahut yaşamak isteyenler tahrif ve taklit ile bunu başaramaz başaramadı ve başaramayacak da.
 
(*1946’da İstanbul’da Şemsettin Yeşil’in böyle bir şeye teşebbüsü ve Üstadın ikazı ile durması…
*1949’ da Ahmet Feyzi Kul’un Risale-i Nur’ları sadeleştirme noktasında bir istekte bulunması ve Üstad’ın reddedip hapishanede buna binaen Ahmet Feyzi’ye mektup yazması…
 
*1950-1951 yıllarında ünlü şair- yazar Necip Fazıl Büyükdoğu dergisinde Risale-i Nur’ların sadeleştirerek neşri ve daha sonra Üstadın, talebeleri  (Ceylan ve Zübeyir )ile  bu çalışmayı durdurması ve keza…))
Risale-i Nur’ları anlamak asli  ile çok okumak, okumak, okumak ve amel etmektir. Çünkü tekrar takrirdir.
Zahide Aydoğdu / Risale Ajans