alinureddin tarafından yazılmış tüm yazılar

Ozon Tabakası Mucizesi

(2-5 Haziran Dünya Çevre Haftası münasebetiyle…)

Çağımızda dünya gündeminin en mühim meselelerinden bir kısmı da çevre meseleleridir.

“Çevre, âdemoğluna ruh üfürülüp beden elbisesi giydirildikten sonra ona takdim edilen bir emanet; çevre büyük bir insan, insan ise büyük bir çevredir.” Allah’ın güzel isimlerinden bir kısmı doğrudan veya dolaylı olarak çevre ile ilgilidir. Bunlardan yedi tanesi: Kayyum, Adl, Hakîm, Kuddüs, Muhsin, Bâri,  Muksit’tir.

Çevre kirlenmesi ve tabiatın tahribinin ilk defa ateşin yakılması ile başladığı söylenebilir. 1869 yılında ABD’deki Massachusets Halk Sağlığı Komitesi’nin bildirisi ise, çevre meselelerinin dünyayı tehdit eder boyutlara geldiğinin ilk mühim bilimsel uyarısı niteliğindedir. Günümüzde çevre meseleleri büyük ölçüde, sanayileşme ve ona bağlı düzensiz şehirleşmeden kaynaklanmaktadır.

Çevrenin korunması için alınabilecek tedbirlerin temelinde temizlik ve israfsızlık bulunmaktadır. Kur’an tefsirlerinde ve hadislerde temizlik üzerinde önemle durulmaktadır. “Şüphesiz ki Allah çok tevbe edenleri sever. Çok temizlenenleri de sever.” (Bakara, 2/222) mealindeki Kur’an  âyetinde: Allah’ın sevdikleri olarak önce çok  tevbe edenlerden  daha sonra da çok temizlenenlerden bahsedilmesi ile, maddî temizlikten başka, tevbe ile yapılan manevî temizliğin önemine de dikkat çekilmektedir. Buna göre, “Hakikî Çevrecilik”, asıl kirlilik olan manevî kirliliğe karşı olmayı ve buna tedbir almayı da ihmal etmeyen; hatta temizliğin manevî  yönüne   daha fazla ehemmiyet veren  çevreciliktir. Peygamberimizin “Temizlik imandandır.”  hadisinde bahsedilen temizliğin, maddî  boyutu yanında tevbe ile yapılan manevî boyutu da gözden uzak tutulmamalı; manevî temizlik de ihmal edilmemelidir.

Çevre meseleleri çok geniştir: Küresel ısınma, orman tahribatı, toprak erozyonu ve çölleşme, ozon tabakasının delinmesi ve bu deliğin büyümesi, meraların azalması, göller ve akarsuların kirlenmesi, katı atıkların birikmesi, büyük şehirlerin havasının kirlenmesi, elektromanyetik kirlenme, radyoaktif kirlenme, gürültü kirliliği vd. üzerinde ayrı ayrı durulacak konulardır. Bugün dünyanın karşı karşıya bulunduğu çevre meselelerinin en mühimleri :

1 – Küresel ısınma,
2 – Ozon tabakasındaki deliğin büyümesi
olarak ifade edilmektedir. Küresel ısınmadan, son zamanlarda medyada çok bahsedilmiştir. Biz burada ozon tabakası (ozon perdesi) ve bunun tahribi ile alâkalı çevre meselesinden kısaca bahsedeceğiz.

Üzerinde yaşadığımız dünyanın atmosferi, okyanusları ve 17 km derinliğe kadar katı yer kısmını içine alan kısmına “Yer kabuğu” denilir. Yer kabuğunda en bol bulunan element oksijendir ve kütle bakımından yer kabuğundaki miktarı  % 49,5 oranındadır. Oksijen, yer kabuğunda çeşitli maden filizlerinde, bitkilerde, hayvanlarda, insanlarda, suda ve atmosferde bulunur. Oksijenin serbest halde bulunuşu genelde iki atomlu molekül:  O2  halindedir. Oksijen atomlarından üç tanesinin meydana getirdiği O3 molekül yapısındaki   maddeye, ozon adı verilir. Ozon, oksijenin allotropu, yani fiziksel hali farklı  bir şeklidir. İki atomlu oksijen molekülüne kâfi enerji verilirse, üç atomlu ozon molekülleri meydana gelir:
3 02 (g) +  68 Kcal  →  2 03 (g)
Oksijen atmosferde hacim bakımından %20, kütle bakımından ise %21 oranında bulunurken ozonun atmosferdeki ortalama miktarı hacim bakımından %0,02 ppm (milyonda kısım) dır; yani oksijenin on milyarda  biri kadardır.  Ozon, oksijenden daha kuvvetli yükseltgen (oksitleyici) olduğundan, yeryüzünde bulunması canlılar için çok zararlıdır. Yeryüzünde çok az olan ozon konsantrasyonu  30 km yüksekliğe kadar artar; atmosferin stratosfer kısmında yerden 30 km yükseklikte, ozon konsantrasyonu atmosferdeki ortalama konsantrasyonunun 10 misli kadar bir miktara (%0,2 ppm) ulaşır. Atmosferin 30 km den daha yukarısına çıkıldığında ise, ozon konsantrasyonu gittikçe azalır ve 80 km yükseklikten sonra atmosferde ozona rastlanmaz.

Ozonun yerden 30 km yükseklikteki stratosferde %0,2 ppm konsantrasyonunda en yoğun şekliyle bulunmasına, atmosferdeki ozon tabakası denilir. Yeryüzündeki canlıları güneşin yüksek enerjili ışınlarına karşı koruyucu bir perde gibi vazife gören bu ozon tabakası, yeryüzündeki canlılar  için  çok lüzumlu ve  faydalıdır. Çünkü bu ozon tabakası, güneşten gelen ve canlılar için çok zararlı olan UV (ultraviyole) ışınlarını süzer ve yeryüzüne inmesini önler. Güneşten gelen UV ışınları bu şekilde ozon tabakasıyla % 99 oranında tutulmasa, canlı-cansız tabiatta çok kötü hadiseler olur. Bu hadiselerin insanda ilk görüleni, cilt kanserlerinde artıştır. Daha ileri safhada, yüksek enerjili bu ışınlar  canlı yapısının moleküllerinde bulunan      C – H  ve  0 – H  bağlarını koparır. Bu kimyasal bağların kopması ise, canlılığın yok olması demektir!
İlgili kimya kitaplarında, yerden 30 km yükseklikte, ozonun atmosferdeki ortalama konsantrasyonunun 10 misli konsantrasyondaki tabakasının güneşten gelen UV ışınlarını  tutarak bir perde gibi vazife görmesine dair  kimya denklemleri, bu  ozon tabakasının atmosfere verilen hangi endüstri ürünü kimyasal maddelerle nasıl bozulduğunun kimya denklemleri, ozon tabakasındaki bozulmanın niçin daha çok güney kutbu bölgesinde görüldüğünün açıklaması, bu çevre âfetine karşı alınabilecek tedbirler, vb. vardır.

Burada  dikkati çekmek istediğimiz asıl  husus; yeryüzünde canlı-cansız tabiata zararlı çok aktif bir oksitleyici olan ozonun 120 km kalınlıktaki atmosferde bahsettiğimiz  dağılımının, bu moleküllerin kendi karar ve tercihleriyle, tesadüfen, kendi kendine veya tabiatın (?) eseri olarak böyle rahmetli ve hikmetli neticeler meydana getirecek şekilde olmasının imkansızlığıdır.

Kimya kitaplarında, hidrojenin atmosferin üst tabakalarındaki  konsantrasyonunun nispeten fazla oluşu, onun bağıl molekül ağırlığının küçük olması (2g) ile açıklanır; fakat hidrojen molekülünden 24 misli ağır olan (48g) ozon molekülünün, ayni sebebe dayalı olarak atmosferin yeryüzüne yakın  kısmında en yüksek konsantrasyonda olması gerekirken, yukarıda bahsettiğimiz gibi, yeryüzüne yakın atmosferde çok az bulunup 30 km yüksekte bir ozon perdesi teşkil edecek tarzda mucizevî  bir konsantrasyon dağılımı göstermesinin nasıl olabildiğine dair herhangi bir  açıklamaya rastlanmaz!

Dünya atmosferindeki ozon tabakası, tabiattaki sebebler nizamından biri olan Gravitasyon kanununa tam uymayan ve insanda hayret uyandıran bu olağanüstü özelliğiyle, üzerinde önemle durup düşünmeyi gerektirmektedir.

Bu ozon tabakası, kimya kitaplarında bahsedilenlerden başka, hayat boyu imtihanımızın olduğu bu imtihan dünyasındaki sebepler perdelerinden biri olarak,  aklımızın nazarında ayni zamanda neyi perdelemekte ve neyi göstermektedir?

“Evet, izzet ve azamet isterler ki; esbab perdedâr-ı dest-i kudret ola, aklın nazarında.
Tevhid ve ehadiyet isterler ki; esbab ellerini çeksinler, te’sir-i hakikîden.”  

(Risale-i Nur, Meyve Risalesi, 11. Mesele)     

Prof. Dr. Mustafa Y. Nutku   

www.NurNet.Org

The Miracle of Ozone Curtain

(2-5 June World Environment Day)

In this century, the issue which occupies the whole world’s agenda is environmental problems. “The environment, is something trusted to mankind just after the soul blown into his lifeless body; what is more, the environment is a big man in a way, and the man is a big environment.”

It may be assumed that the first pollution started with the first fire lit. In the year 1869, the declaration of  the Massachusets Public Health Committee formed the first important scientific warning highlighting that the environmental concerns reached to threatening dimensions. In present day, environmental problems mostly arise from industrialization and unplanned urbanization due to that industrialization.

Cleanliness and unwastefulness are the fundamental  precautions to be taken to conserve the environment. In the tafseers of Holy Quran and in hadiths , cleanliness is highly stressed.. In that verse “Truly Allah loveth those who turn unto Him, and loveth those who have a care for cleanliness.”  (Baqarah 2/222) which tells about the people whom Allah loves are those who regret for their wrongdoings and turn to Him and those who are clean. Thus a moral cleanliness with penitence is stressed that other than bodily cleanliness..

Environmental problems are so wide ranging: Global warming, forest destruction, erosion, desertification, ozone layer depletion, contamination of lakes and rivers, accumulation of solid waste, air pollution in big cities, electromagnetic pollution, radioactive pollution, noise pollution etc. All those are of importance needing a special attention one by one. The most important environmental problems which our world is facing today are:
1- Global warming
2- Increasing ozone layer depletion.

Ozone layer which surround our world is a subject to be handled seriously. The layer which consists of atmosphere, oceans and the solid par -extending 17 km-  we live on is called “earth crust”. Oxygen is the most abundant element found in earth crust and by mass it is 49.5% in it. Oxygen is found in metal ores, in plants, animals and humans and also in atmosphere and water. In free state it usually exists in diatomic molecule, O2. The molecule consisted of three oxygen atoms is called ozone. Ozone is an allotrope of oxygen, thus having a different structure from it. If a certain amount of energy is given to diatomic oxygen molecules  triatomic ozone molecules are formed.

3 02 (g) +  68 Kcal  ®  2 03 (g)

While oxygen consist of the 20% of atmosphere by volume, and by mass it is 21%, the average ozone amount is 0.02% ppm by volume that is equal to 10 billionth of oxygen. Due to its higher oxidating effect with comparison to oxygen, high ozone concentration is very harmful to living beings. Ozone concentration, which is very low in low altitudes, increases until 30 km high, and in stratosphere it reaches a tenfold concentration which is 0.2% ppm. In altitudes higher than 30 km, ozone concentration decreases gradually and no ozone is found in altitudes higher than 80 km.

This high concentration of ozone in 30 km  altitudes is called “ozone layer” in atmosphere. The ozone layer acts just like a curtain protecting living beings from harmful effects of high energy sun radiation and therefore vital to human beings. It does that protection in this way: It filters the sun’s harmful UV rays and stops them reaching the surface of the Earth. Unless those UV rays are stopped by ozone layer in 99%, very critical consequences may arise in living-non living nature. The simplest of those consequences in humans is an increase of skin cancer. In long term, those high energy rays breaks the C – H  and  0 – H  bonds found in living organisms and it means the destruction of life!

In chemistry books related to the topic, there are chemical equations showing why ozone exists in 30 km high and why certain industrial chemicals decomposes and destroys ozone layer and also why this activity is centered in Polar Circles. Also measures to be taken are mentioned.

The most important aspect of this topic is that, it is totally impossible that those molecules by their own will and choice can lead to such consequences with so much mercy and wisdom: While this highly oxidating substance is deadly harmful to living beings in low altitudes, its existence in higher regions of atmosphere may be vital to all life on the Earth.

In chemistry books, the abundance of hydrogen in higher regions of atmosphere is explained owing to its little molecule weight (2g), but not a single word is mentioned about the miraculous formation of ozone layer in 30 km high! But the presumed fact should have been that due to being 24 times heavier (48g) than hydrogen, ozone to be found in the highest concentration nearest to the Earth’s surface.

We reach the conclusion without much effort which is that “ozone curtain” is truly a curtain in our mind’s eye. It should be a testing for us: A curtain hiding the naked truth of a protective hand and for us a curtain to be seen behind…

“Yes, dignity and grandeur demand that in the view of the mind causes are veils to the hand of power. While unity and oneness demand that causes abstain from having any real effect.”

(From the Risale-i Nur Collection, Eleventh Topic, The Fruits of Belief)

Prof. Dr. Mustafa Y. Nutku

O Rahmet Peygamberidir !

Çok isabetli bir şekilde ihdas edilip yıllardır çeşitli ve çok sayıdaki zengin programlarla yurt genelinde kutlanan Kutlu Doğum Haftalarından birini daha idrak ediyoruz.

Peygamberimiz (Aleyhissalatü vesselam), İki Cihan Serveri, (Miladî: 571 deki)  Rebi-ül Evvel ayının 12. günü olan bir Pazartesi sabahı dünyayı şereflendirdi; Kamerî takvimle altmışüç yaşını doldurduğu (Miladî: 632 ve Hicrî 11’deki)  diğer bir Rebi-ül Evvel ayının, doğumunda olduğu gibi gene Pazartesi’ye tevafuk eden 12. günü de, dünyadaki cismanî hayatını terk ederek, ruhu Refik-i Âlâ’ya yükseldi.

Teferruatlı bilgiler, Siyer kitaplarında vardır. Bu mevzuda;

“-Acaba onun dünyayı teşrifi de,  dünyadaki cismanî hayatını terki de niçin 63 yıl arayla Rebi-ül Evvel ayının 12. Pazartesi günü olmuştur?”

şeklinde bir  sual akla gelebilir.

Hayatı ve mevti veren Allah’ın (c.c.) bundaki hikmetlerini tahmine çalışanlar şimdiye kadar  belki olmuştur ve şimdi de, ileride de olabilir. Hafta sonu tatilinin Pazar günü olduğu bugünün Türkiye’sinde ve başka ülkelerde, Pazartesi günü yeniden mesaiye başlanan haftanın ilk günü olduğundan insanlarda mesaiye intibak güçlüğü olur; hattâ buna “Pazartesi sendromu” ismi de verilir. Halbuki, Pazartesi gününün, haftanın günleri arasında, Peygamberimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve sellem) hayatında mühim hadiselerin cereyan ettiği özel bir gün olduğu dikkati çekmektedir: Peygamberimiz’ in (Aleyhissalatü vesselam) doğumu ile dünyayı teşrifi, kendisine peygamberlik vazifesinin bildirilmesi, Mekke’den hicretle Medine’ye gelişi ve mübarek ruhunun kabzedilmesi, Pazartesi günü olmuştur. Bundaki ilahî  hikmetleri biz insanlar  elbette tam olarak bilemeyiz.

Madem öyledir; bu soruya gereksiz yere merakımızı sarfetmek yerine, kendimiz için bu çok ince sırlı tevafuktan alabileceğimiz dersleri alabilmeğe çalışsak, çok daha isabetli hareket etmiş oluruz.

Alabileceğimiz en mühim derslerden biri  de, belki şudur:

Dünyadaki hayatımız bize sanki pek uzunmuş gibi gözükse de ve dünyada ebedî kalacakmışız gibi bazen yanlış haller ve ihmaller göstersek de; onu -bir Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü gibi- yaşadığımız günden ibaret olarak varsaymamız, hakikî istikbalimiz ve ebedî menfaatlerimizin bizi beklediği âhiretimiz için daha faydalı olabilir.

Çünkü, insanın ömrü, birer günlük kısımlara bölünmüştür ve ömrünün birer günlük birimlerini hangi îman, niyet ve gaye ile ve hangi işleri yaparak geçirirse, ömrünü de öyle geçirmiş olmaktadır.

Bunun için, hayatımızı içinde yaşadığımız günden ibaretmiş gibi düşünmeli ve ona göre yaşamalıyız.

Bir saatin zamanı gösteren kısa ve uzun ibrelerini (akrep ve yelkovanını) veya dijital rakamlarını elimizle geriye döndürebiliriz; ama gafletle geçen saatlerimizi ve  dakikalarımızı tekrar yaşamak için, ömür müddetimizi bir filmi seyrederken öncesine gider ve başa alır gibi geri döndürebilmek imkânımız yoktur.

O halde, geri dönmemek üzere geçen zamanımızın kıymetini idrak etmeli ve istifadeye çalışmalıyız; çok kârlı bir âhiret ticaretinin sermayesi olabilecek şekilde bize verilmiş olan ömrümüzü israf ederek tüketmekten kaçınmalıyız. Ve onu ebedî ve büyük kârları kazanmak yolunda tam bir şuurla ve dikkatle kullanmalıyız. Zamanımızı boş, faydasız ve günahlı şeylerle geçirmek yerine; mümkün olduğu kadar, gerçekten faydalı şekilde değerlendirmeliyiz.

Bunu yapabilmek için de, bize en büyük rehber olan Resulullah’ın (Aleyhi ekmelüttehaya) izinde ve onun sünnet-i seniyyesine tabi olmalıyız.

Mevzuyla alâkalı şu sual de akla gelebilir:

“- Peygamberimiz’in (Aleyhissalatü vesselam) doğumunun yıldönümü Müslümanların büyük ekseriyeti tarafından bilinmesine rağmen, onun vefatının yıldönümünün Müslümanların büyük ekseriyeti tarafından bilinmemesinin sebebi acaba ne olabilir?”

Bu sualin cevabı olarak da, onun cismen aramızda olmasa da, ruhen aramızda ve ümmetiyle çok alâkadar olması hakikati düşünülebilir. Çünkü, âyetler de bize bu hakikati böyle açıkça bildirmektedir:

“Habibim, Biz seni âlemlere başka bir şey için değil, ancak rahmet için gönderdik”

(Enbiyâ Sûresi, 102)

“Şanım hakkı için size bir Resul geldi ki: kendinizden, gayet izzetli, zorlanmanız ona ağır geliyor, üstünüze hırs ile titriyor, mü’minlere raûf, rahîmdir”

(Tevbe Sûresi, 9/128)

Peygamberimiz’in (s.a.s.) bu âyetlerle de açıkça bildirilen “Rahmet Peygamberliği” sıfatı, elbette ki yalnız bu âyetlerin nâzil olduğu zamandaki Müslümanlar için değil; kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar,  hattâ bütün insanlar içindir.

Bu âyetlerde bildirildiği gibi, “Mü’minlerin zorlanması ona ağır gelen, onların üstüne hırs ile titreyen, mü’minlere raûf, rahîm olan” Resulullah’ın (Aleyhissalatü vesselam), altmışüç yaşındayken Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü vefat etmiş olması değil; onun o tarihten altmişüç yıl önceki Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü bedenen doğmuş ve daha sonra bedenî hayatını dünyadaki her fanî gibi tamamlamış olsa da ruhen halen hayatta, kendi aralarında ve kendileriyle alâkadar oluşu mü’minlerin âleminde çok daha fazla yer almaktadır.

Rebi-ül Evvel’in 12. günü aynı zamanda onun vefat yıldönümü de olmasına rağmen, belki bu sebeble, o gün yalnız “O’nun doğum yıldönümü” olarak hatırlanmakta ve İslâm âleminde daima bu manâyı işleyen programların icrasına çalışılmaktadır.

Her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur.

Salât ve selam, Efendimiz Muhammed ile, onun Âl ve Ashabı’nın üzerine olsun.

Prof.Dr. Mustafa NUTKU

MTCA visits Singapore

On Friday, 23 December 2011, Malaysia-Turkey Cultural Association visited MUIS, Islamic Religious  Council of Singapore. Ustaz Kamaruzaman Afandi and Ridhwan Bin Mohd Basor warmly welcomed MTCA staff. Ustaz Kamaruzzaman called this first meeting as “Bidayet-ul Hidayet” which means “Inception of Hidayah” !

Prof. Dr. Adem Kilicman and the other volunteers (of MTCA) made a brief presentation describing some subjects explained in The Risale-i Nur Collection, regarding “Belief, Prayer, Hereafter, Destiny, Messengership of Muhammad (PBUH), Qur`an-i Karim” etc. In summary, they pointed that the greatest reality in the universe is “Belief” (Iman) and it must be strengthened by “Words”.

Ustaz Kamaruzaman expressed that he was influenced by the presentation and different questions which had been answered in Risales. (Click here to download the presentation)

An English collection of Risale-i Nur has been given to MUIS as a gift to support Singaporean Muslims in their “Duty of Islamic Service” (Tablig).

On Saturday, Dar-ul Arqam- Convert to Islam Center, Singapore has been visited by MTCA. Mr Omar Ma kindly hosted the meeting.

Mr Omar denoted that he appreciated for the visit and introducing new Risales. He also highlighted that Risale-i Nur might be translated in Thai and Taiwanese languages in the near future by his friends living in Thailand and Taiwan. (Admin Note: It depends on our effort and Pray)

A Risale-i Nur collection (in English) will be sent to Convert to Islam Centre soon inshaAllah .

May Allah support all these foundations` services, Amin !

www.MalaysiaNur.com

Tawâfuq in the Qur’an

There is tawâfuq in the Qur’an. However if the publisher or writer does not pay attention, or is not precise and careful enough, the tawâfuq may not be captured or recognized.

Without the help and guidance of Bediuzzaman Said Nursi the miraculous nature of tawâfuq may have remained unknown and, since previously such works had not been highlighted, common people would have been unaware of them.

Tawâfuq is when two things happen in a precise and orderly fashion without intent. Tawâfuq is especially understood to be when we know there is no possibility of coincidence or chance in an event and when we understand that the occurrence must have been ordained by Allah for an important cause.

The miraculous nature of tawâfuq in the Qur’an is displayed when the printed occurrences of the word Allah (Lafzullah), mentioned 2806 times, miraculously correspond to each other. With the exception of all but a few of the 604 pages of the Qur’an containing the word Allah such correspondence is evident.

In every page the occurrence of the word Allah corresponds to another, on either two pages overlapping each other face to face, by corresponding in a row top to bottom or by directly corresponding on the front and back of pages. The same tawâfuq may be seen with other words such as Rab (Lord), Qur’an and Rasul (Messenger) and in many other forms.

The miraculous nature of tawâfuq in the Qur’an was first revealed by Bediuzzaman Said Nursi one century ago. Now, in this era of materialistic and irreligious philosophy, at a time when people only believe in what they can see, that is to say whose minds have been limited by their sight, the fascinating tawâfuq miracle of the Quran is surely meaningful and is totally a blessing of Allah.

There is undeniable wisdom in the miracle of tawâfuq being discovered nearly 1350 years after the Qur’an was compiled. This being that if the tawâfuq of the Qur`an had been spotted earlier,  during the time of the life of Messenger Muhammad (Peace be upon Him) and His Companions (Sahabas), His enemies of that time and of later generations may have accused Him and His Companions, saying that they deliberately aligned the words. However the tawâfuq, being discovered at a time when people are saying, “I only believe in what I can see”, is enough to destroy such denial.

In this respect Bediuzzaman says, “All Praise be to Allah that a Qur’an has been inscribed which openly portrays one of the six miracles that can be spotted by the naked eye. This is the Qur’an that was inscribed by Hafiz Osman. Other than a few rare instances Allah’s names are repeated 2806 times with the tawâfuq miracle. The pages or sentences were never amended. We have only regulated it. From that regulation a marvelous tawâfuq has prevailed. Some “ahl-al kalb”figures (people who approach reality with their hearts) have seen the Qur’an that we inscribed; they have all agreed it was close to the Qur’an in Lawh-al Mahfûz (Preserved Tablet).

www.MalaysiaNur.com