Murat tarafından yazılmış tüm yazılar

Kab-ı Kavseyn makamı

Kadir-i mutlak olan Allah, (cc) “Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir.”1, buyurmuş.

Cennetten getirilen bir binekle Hazreti Muhammed’i, (asm) Mescid-i Haramdan, Mescid-i Aksa’ya, oradan da yedinci kat tabir edilen Sidretü’l Müntehaya çıkarılmış.

Sidre’den sonraki safhayı Efendimiz (asm) şöyle buyurmuş: ‘’Sidre’den sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arşın altına geldiğimde, Arşın üstüne baktım; ne zaman var, ne mekân, ne de cihet. Rabbimin şu lâhuti sesini işittim; ‘Yaklaş ey Muhammed!” Ben de Kab-ı Kavseyn miktarı yaklaştım.”

“Kab-ı kavseyn”, miraç mucizesinin en son ve en ileri safhasında, Peygamber Efendimiz (asm.)’in rüyete mazhar olduğu, manevi makamın ismidir. Kavs, yay demektir. Kâb, yayın iki uç kısmıdır. Yayı ikiye ayıran kabzaya da Kavseyn denir. Yani iki yay ile ifade edilmektedir. Bu ifade mecazîdir. Bediüzzaman hazretleri, Kâb- kavseyn için, “imkân ve vücub ortasında Kab-ı kavseyn ile işaret olunan makam,”2, demiştir.

Buna göre, teşbihteki yaylardan birisi imkân, diğeri ise vücub olmaktadır. İmkân bütün mahlûkat âlemini; vücub ise, zat, şuunat, sıfat, ef’al ve esmanın tümünü ifade eder.

Mahlûkatın varlığı “mümkin, yani olup olmaması eşittir. Bütün mahlûkat bu gruba girer. Allah’ın varlığı ise vaciptir, yani varlığı zatındandır ve olmaması muhaldir. İşte miraç hadisesinde, Vacibü’l-Vücut olan Allah, mümkinat âleminin Sultanı’nı (asm.) rüyetine ve sohbetine müşerref kılmıştır.

“Arş’a ve Kab-ı Kavseyne kadar gitmek, aynı hak, nefs-i hakikat ve mahz-ı hikmettir.” 3, Bazı şeyler vardır ki akıl idrakte zorlanabilir. Risale-i Nur’dan geçen  şu cümle ile konuyu bağlayalım: ” İdrak-i meali bu akla gerekmez, zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”4, Vesselâm

Rüstem Garzanlı

02.03.2024

Dipnotlar:

1-İsrâ, 17/1

2- Sözler, 31.Söz. İkinci esas.566

3- Sözler, 31.Söz 3.Esas. s.578

4- Sözler, 28.Söz. s.502

Dua rahmet kapılarını açar

Son yıllarda dünyayı kuşatan zulümler, savaşlar, hastalıklar ve pahalılık gibi üzücü hadiselerin ardı arkası kesilmiyor.

Bu musîbetlerin başında insanların hatası olduğu bir gerçektir. Kur’ân’ı Kerîm’de meâlen, “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.” 1 buyurulmuş. Allah, (cc) iyilikte de, kötülükte de insanı irade-i cüz’iyesini kullanmakta serbest bırakmıştır.

İnsan, irade-i cüz’iyesini kötülükte kullanması ve mârifetullahtan uzak kalması halinde kuvve-i gadabiyeye hâkim olamaz, hissiyatı akla galip gelir bilerek veya bilmeyerek hem kendine hem de topluma zarar verir. “Başınıza gelen bir bela, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” 2 diye, belânın gelmesi kendi hatamızın bir neticesi olduğu mukaddes kitabımız dikkat çekmiştir.

Umumî bir musîbet ve belâ geldiği zaman çıkar yol, sadece birey değil toplum olarak duâ ile yakarışta bulunmak gerekir. Bunu da belirtmekte fayda var, duâ ve yakarış sadece musîbet ve belâ geldiği zamana mahsus değildir. Her zaman duâ etmek nafile bir ibadettir. Ancak belâ ve musîbet geldiği zaman duâ etmek farzdır.

Allah ile insan arasında en yakın münâsebet duâdır. Duâ ile insan acz ve fakrını anlar ve ellerini yüce Mevla’ya kaldırır, O’ndan muradını talep eder. Duâ, manevî bir sığınaktır, yardım, moral ve güç tazeleme kapısıdır, rahmet kapılarının açıldığı andır.

“Eğer Allah vermek istemeseydi, istemeyi vermezdi.” Yani, Cenab-ı Allah, (cc) eğer rahmet kapılarını açmak istemeseydi, insana duâ edecek kapıyı da açmazdı. “De ki; eğer duânız olmasa Rabbimin katında ne ehemmiyetiniz var.” 3 duânın ehemmiyetine dikkat çekmiştir.

Hülâsa: İmanın yerine küfrün, adaletin yerine zulmün, muhabbettin yerine düşmanlığın, birlik ve beraberliğin yerine ihtilafın, sadâkat ve uhuvvettin yerine kin ve nefretin revaçta olduğu bir yerde belâ ve musîbetler de kaçınmaz olur. Ne zaman ki, zulmün yerine adalet, düşmanlığın yerine muhabbet, ihtilâfın yerine ittifak sağlanırsa o zaman Cenab-ı Allah’ta rahmetiyle muamele eder, inşallah.

Musîbetlere sebep olan bir diğer husus ise, nakkaşın, nakşında tasarruf ve hikmeti bilinmiyor. Her musîbet bir cezanın neticesi olarak görmemek lâzım, bazen netice itibariyle güzel olan musîbetler de vardır. Allah’ın has kullarının derecelerini arttırmak; günahkâr kullarının da hata ve kusurlarına kefâret olmak için bazen musibetlerle kul imtihan ediliyor. Kul’da musibet ve belâların karşısında dua ve sabır ile rahmet kapısının açılmasını beklemelidir. Vessellâm…

24.02.2024

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:

1- Nisa Sûresi 79. 

2- Şûrâ, âyet 30.

3- Furkan. âyet 77.   

Berat Gecesi

Bu gece bir yıl içerisinde olacakların yazıldığı gece, ecellerin, rızıkların, hastalıkların, savaşların yazıldığı gece.
Bu gece Hazreti Muhammed (sav) efendimize şefaat yetkisi verildiği gece.
Bu geceyi uykuda geçirenlere melekler ‘yazık ettiler, yazık ettiler “diye nida ederler.
Bu gecenin feyzi akşam güneş batması ile başlayıp, sabah güneş doğana kadar devam eder.
Bu gece elli yıl ibadet sevabının verildiği gecedir.
Allah bizleri af etmek istiyor, bizde af dileyip tertemiz bir sayfa ile sabaha çıkmayı istemeliyiz. Af edilmenin en kestirme yolu af etmektir.
Muhiddin Arabi, “cennetime gir” diyen Allah (cc) ‘den kendisini haksız yere idam edenlerinde affını istemiştir.
Bu gece öyle bir geceki kendimizden çok ümmetin affı için dua etmemiz gereken gece.
Dostlarla iyi geçinmek her kesin işi, marifet düşmanla iyi geçinmek, maharet onun için dua etmek bu gece af edilmeyi en çok hak edenler işte bu kullar.
Bu gece itiraf gecesi, işlediğimiz günahları Allah’a pişmanım Yarabbim diyerek istiğfar etme gecesi. Suç işleyen evladınız gözü yaşlı bir şekilde gelip suçunu itiraf etse nasıl sevinirsiniz, eskisinden daha fazla sarılır kucaklarsınız, Allah’ın Gafur ismi Settar ismi burada tecelli eder. Kuluz kusurluyuz.
Şeytan bu gece kusurunuzu göstermemek, itiraf ettirmemek için kırk takla atacak, tövbe ettirmemek için cirit atacak.
Peygamber (sav) Efendimiz “Günahına tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir” buyuruyor.
Bu gece asıl berata erenlerden olma dileğiyle berat geceniz mübarek olsun.

Çetin Kılıç

Meşveret edin

İnsanlar herhangi bir mesele üzerinde yapacakları işlerinde hataya düşmemek için başka fikirlerle müşavere etmeye ihtiyaç duyar.

Bediüzzaman, “kıtaların meşveretinden” bahisle meşveret sistemi genişledikçe sorunların azalacağına dikkat çekmiştir. Cenab-ı Allah, “Onların işleri aralarında şûrâ iledir.” Ayeti ile meşvereti emretmiştir.

Hazreti Muhammed (asm): ”Kim bir iş yapmayı ister ve o hususta istişare edip uygularsa, işlerin en doğrusunu bulmuş olur. Allah kendilerine en doğru olanı bildirir”1 Bu Hadis-i şerif, insanları meseleler üzerinden fazla akılla düşünüp işin doğrusunu yapmaya teşvik eder.

Meşveretle alınan karara karşı gelmek yanlıştır. Meşverettin bir esası kişi veya kişiler karşı görüşün doğruluğundan memnun olmalı, kendi fikrine karşı görüşlere de saygı göstermelidir.

Bediüzzaman Hazretleri, ”Meşverette hüküm ekserindir.” Meşverettin hüküm sürdüğü yerde şüphe, varsayımlar, kanaat, hissi duygu ve düşüncelerin hükmü olamaz. Zaten gaye ve maksat da rıza-ı ilâhîdir.

Bediüzzaman Hazretleri, ”Zaman şahıs zamanı değil; şahs-ı mânevî zamanıdır. Risale-i Nur’da şahıs yok; şahsı mânevî var!” (ve devamında) “Ben de Risale-i Nur’un talebesiyim. Bir Risaleyi şimdiye kadar yüz defa okuduğum halde yine okumaya muhtaç oluyorum. Ben sizlerin ders arkadaşınızım”2, der. Şahs-ı maneviyi nazara vermiştir.

Cenab-ı Allah, her asrın ihtiyacına göre kullarını donatıp gönderir ki, o asrı irşat ve tenvir etsin. Mesela, Gavsiyet, Kutbiyet ve Ferit gibi manevî makamlar vermiş. Hem gavs, hem de kutbiyet makamına gelenlere Kutb-ı Azam denir. Bu makama gelen zatlar “Ferdiyet” makamına ulaşmış demektir.

Günümüzde Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden Risale-i Nur talebeleridir. “Ferit” makamı ile şereflenen böyle kutsi cemaatin meşveretlerinde alınan kararlar bu yüce makamın bilincinde ve sorumluğunda olduğunu bilmeli ve ona göre hareket edilmelidir.

17.02.2024

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:
1- Taberani,Evsat. Feyzü’l-kadir,VI.
2- Tarihçe-i Hayat,Kastamonu lahikası s. 294

Haset, fena insanların silahıdır

Haset, sosyal hayatta birisinde olmayıp başkasında bulunan maddî veya manevî güzel hasletlerinden rahatsız olmaktır. Meselâ başkasının işinden, malından, giyiminden, başarısından, aile yaşantısından, çocuklarının tahsilinden veya ilminden kıskanmak hasede birer örnektir.

Haset edenler, başkasının kendinden üstün olan iyi meziyetlerinden kıskanırlar. Ruh ve kalpleri pis levhalarla alude olmuş, hedef ve maksatları varlıklı veya kendinden yüksek olan insanların gıybetini yaparlar.

Kıskanç insanlar toplumda da, Allah’ın yanında da sevilmeyen insanlardır. Oysa “Bir Müslüman kendisine istediği bir iyiliği, başka bir Müslüman için istemezse ve bir Müslüman, kendine gelecek bir kötülüğü istemediği halde o kötülüğü başka bir Müslüman için isterse onun imanı tam değildir.” 1

Keza, İmam-ı Gâzali ”Bütün kötülüklerin başı, kaynağı üçtür. Haset, riya ve ucb” buyurmuş.

Haset eden insan tekebbürlü (kibirli) oluyor. Başkasının hukukuna tecavüz eder, hatta en büyük günahlardan sayılan gıybeti yapar. Oysa Hadis-i şerifte “…haset etmeyin, birbirinizi kardeş gibi sevin, çekiştirmeyin, Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder. Onu kendinden aşağı görmez.”2 buyurulur.

Tarihte ilk haset ve kıskançlık eden şeytandır.

Hazreti Âdem babamızı çekememesi kendisini isyana götürmüştür. Demek ki o zamandan günümüze kadar gelen kıskançlık ve haset insanların ruh ve kalplerine yerleşen müz’iç (rahatsız eden) bir kalp hastalığıdır.

Bediüzzaman Hazretleri haset hastalığına şöyle bir reçete sunmuştur: “Hasedin çaresi Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir. Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda haset olmaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa, ya kendisi riyakârdır; ahiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsûdu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.” “…Eğer adâvet hasetten gelse, o bütün bütün azaptır. Çünkü, haset evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.” 3

Haset edilen şeylerin tamamının geçici olduğunu, Allah katında kıymet almanın mal ve servet ile olmadığını düşünürsek fani dünyanın mal ve serveti hased etmeye değmez.

Hülâsa: Haset kötü bir eylem olmasına rağmen, hasetçi, hasedi eylem ve amele dökmediği müddetçe inşaallah mesul olmaz. Yani insan kusurunu bilse ve bu eyleminden rahatsız olursa bir cihetle tövbe anlamına gelmiş olur. Aksi durumda hasid bu dünyada da bir nev’i Cehennem azabı içindedir.

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:
1- Hadis, Buharî.
2- Hadis, Buharî.
3- Mektubat, Yirmi ikinci mektup.