Muhammed Numan tarafından yazılmış tüm yazılar

Ehl-i Sünnet müslüman ve pürmerak Risale-i Nur Talebesi instagram sayfası: risaleinurdan.vecizeler

Risale-i Nur Derslerinde Kim Ders Okumalı?

Risale-i Nur derslerinde derslerin kim tarafından okunacağı ve yanlış okuma yapanlara nasıl bir tutum sergileneceği, genellikle cemaatin gelenekleri ve hizmet anlayışıyla şekillenir. Kalabalık cemaat, yeni cemaat, genç cemaat, hakikatlere aşina veya yabani muhata.. bunlara göre.

Bununla birlikte, genel bazı prensipler şunlardır:

1. Risale-i Nur’u Okuyanın Nitelikleri

Tecrübe ve Maharet: Risale-i Nur metinlerinin dili, özellikle Osmanlıca metinlerde, eski Türkçe kelimeler ve terimler içerdiğinden, okuyanın düzgün bir telaffuza sahip olması önemlidir. Bu, dersin anlaşılabilirliğini artırır. Sungur abi güzel okuyanlara okuturdu.

Halis Niyet: Okuyucunun, ders sırasında kendini ön plana çıkarmak yerine samimi bir şekilde tebliğ görevine odaklanması esastır.

Ehil Kişi Olması: Yeni başlayanların okuma sırasında hata yapma olasılıkları daha yüksektir. Bu nedenle, genellikle tecrübeli ve Risale-i Nur’a vakıf kişiler okumayı üstlenir. Ama tecrübeler azsa okuya okuya pişecek kitap başında.

2. Yanlış Okuma Durumunda Tutum

Şefkat ve Teşvik: Yanlış okuma yapanlara karşı şefkatli bir tutum sergilenmelidir. Hataları düzeltirken kırıcı veya küçümseyici olmaktan kaçınılmalıdır. Kalabalık içinde rencide etmekten çekinmelidir. Şevki kırılmaması lazım.
Her şeye müdahale edince dersteki feyz de kaçar.

Mihmandarlık: Yanlış yapan kişiye, Risale-i Nur’un dilini daha iyi anlaması için rehberlik etmek önemlidir. Özellikle yeni başlayanlar, teşvik edilerek okumaya devam etmeye özendirilmelidir. Güzel okuyan herkes bir zaman heceliyordu.

Ders Disiplini: Dersin genel akışını bozmamak adına, hata düzeltmeleri ders bitiminde veya uygun bir zamanda yapılabilir. Bu, diğer katılımcıların dikkatinin dağılmasını önler.

3. İdeal Yaklaşım

Dersleri, okumada mahir olanlar okumalı; yanlış yapma ihtimali yüksek olanlar ise zamanla okuyarak pratik kazanabilir. Belki küçük ders gruplarında okutulabilir.

Herkesin hataya açık olduğu unutulmamalı, Bediüzzaman’ın şefkat ve müsamaha düsturuna uygun şekilde hareket edilmelidir.

Yanlış okuyanların hatalarını düzeltmek, dersin maksadını gerçekleştirmek adına bir fırsat olarak görülmeli ve sabırla yapılmalıdır.

Bu anlayış, derslerin hem eğitim süreci olarak sürdürülmesini hem de katılımcıların gönüllerini kırmadan hizmet edilmesini sağlar.

 

Dersleri Kim Okumalı?

1. Ehliyetli Olanlar

Risale-i Nur’un derin manalarının doğru aktarılması için, okumada tecrübeli ve telaffuzu düzgün olan kişiler tercih edilmelidir.

Bu kişiler Risale’nin dili, kavramları ve maksadı konusunda bilgi sahibi olmalıdır.

Ayrıca okuyucu, ders sırasında metni sadece okumakla kalmamalı, gerektiğinde açıklayıcı bilgiler sunabilmelidir.

 

2. Sıra ile Okuma

Cemaat içinde herkesin okuyarak hizmete katılması teşvik edilir. Ancak, yeni başlayanlara öncelikle kısa bölümler verilerek pratik yapmaları sağlanabilir.

Zamanla herkesin kendini geliştirmesi hedeflenir. Böylece dersler hem bir eğitim süreci hem de hizmet ortamı hâline gelir.

3. İstişare ile Karar

Büyük ders halkalarında, dersi kimin okuyacağı istişare ile belirlenebilir. Böylece cemaatin ortak kararı ve adalet anlayışı sağlanır

 

Yanlış Okuma Durumuna Yaklaşım

1. Sabır ve Şefkat

Yanlış okuma yapan kişiye sabırlı ve anlayışlı yaklaşılmalıdır. Hataların fark edilmesi ve düzeltilmesi bir öğrenme süreci olarak değerlendirilmelidir.

“Kardeşinin kusurunu görme, kendi kusurunu gör” düsturu hatırlanmalıdır.

 

2. Düzeltme Yöntemi

Yanlışlık anında küçük bir işaretle veya nazik bir müdahale ile düzeltilebilir. Ancak, bu durum okuyucuyu mahcup etmeyecek bir üslupta yapılmalıdır.

Eğer hata ciddi değilse, ders akışını bozmamak adına, düzeltme ders sonunda özel olarak yapılabilir.

 

3. Teşvik ve Destek

Yanlış okuyanlara, hatalarını düzeltmeleri için rehberlik ve destek verilmelidir. Özellikle tecrübeli kişiler, bu süreçte kardeşlik bilinciyle yeni okuyuculara yardımcı olmalıdır.

Hataların, dersin ruhunu bozmamak adına sevgiyle karşılanması, okumaya devam etme cesareti verir.

 

Manevi ve Hizmet Boyutu

1. Niyetin Önemine Vurgu

Bediüzzaman Said Nursi, hizmette niyetin önemine sık sık vurgu yapar. Derslerde okuyanın niyeti samimi olduğu sürece, hata yapması doğal karşılanmalıdır.

“İhlâs Risalesi”ndeki düsturlara uygun olarak, kusur aramak yerine kardeşlik ve yardımlaşma anlayışı ön planda tutulmalıdır.

 

2. Herkesin Hizmete Katılımı

Risale-i Nur dersleri, sadece bir kişinin okuyup diğerlerinin dinlediği bir süreçten ibaret değildir. Herkesin aktif bir şekilde katılımı teşvik edilir.

Bu, hem okuyucuların kendini geliştirmesini sağlar hem de hizmete dahil olma duygusunu güçlendirir.

 

3. Hizmet Bilinci

Okuma sırasında yanlış yapmak, hizmetin bir parçasıdır. Önemli olan, bu hataların telafisi sırasında kardeşlik hukukunun korunması ve dersin manevi atmosferinin bozulmamasıdır.

 

Sonuç olarak, Risale-i Nur derslerinde, okuyucunun ehliyeti önemli olsa da niyet, sabır ve kardeşlik anlayışı her zaman ön plandadır. Yanlış yapanlara destek olunurken, onları kazanma ve teşvik etme anlayışı esas alınır. Dersler, bir öğrenme ve manevi gelişim zemini olarak değerlendirilmelidir.

 

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan özel

Bediüzzaman ve Siyaseti

Üstad Bediüzzaman hazretleri tek parti zihniyeti hakimken siyasetle alakadar olmamış ve şeytan vb şeklinde tasvir etmiş. Ama alternatifi çıkınca da Alternatifi açıkça desteklemiş. Kastamonu lahikasina bakınca şeytan, Emirdağ Lahikasına bakınca siyasette aktif bir Bediüzzaman görüyoruz. Hatta gençlik yıllarında da siyasi aktif bir Bediüzzaman. Şimdi biz Bediüzzaman ve siyaseti nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Evvela şunu ifade edelim Nur talebelerinin en temel vazifesi ve birinci önceliği iman hizmetidir siyasette dahil hiç bir vazife ve meşguliyet bu vazifenin önüne geçemez. Nur talebesi siyasetle meşgul olacak şahsi olarak meşgul olabilir cemaat adına siyasetle meşgul olması doğru değildir.

“Fakat siyaset hesabına değil, belki Nur’ların intişarı ve maslahatı hesabına, bazı kardeşler, Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir…”

Görüldüğü gibi siyasete şahsi olarak giren Nur talebesi de siyaset adına değil Nurların intişarı adına girebilir deniliyor.

İkincisi Nur talebelerinin bir siyasi partiye oy vermesi ve o partiyi oyu ile desteklemesi aktif siyasetçi olduğu anlamına gelmiyor vatandaşlık görevini ifa etmiş oluyor.

Üçüncüsü Üstadımızın çok partili sürece geçildikten sonra Demokrat partiyi desteklemesi tek parti diktatörlüğünün bitirilip demokratik bir düzenin tesis edilmesi içindir. Yoksa bir parti bağnazlığı ya da bir parti taraftarlığı anlamında değildir. Kaldı ki o dönemde iki ana parti var en uygunu da Demokrat partidir.

Dördüncüsü Nur talebeleri içtimai ve siyasi konularda temel ilkeler üzerinden hareket eder ve etmelidir. Bu temel ilkeler ise cumhuriyet ve demokrasi, hukuk, adalet ve hürriyettir. Bu temel ilkelere bağlı olan ve hizmet eden partilere destek verir tek adam, otoriter siyaset, meşverete aykırı müstebid anlayışlara da karşı durur ve durmalıdır.

Beşincisi Üstatta siyaseti dine alet etme ve ona hizmetkar kılma anlayışı hakimdi ve bu şekilde mücadele etti ama kendininde de itiraf ettiği gibi beyhude yoruldum dedi sonra bütün dikkat ve enerjisini iman hizmetine teksif etti ve Nur talebelerininde bu şekilde hareket etmesini şiddetle istidi.

Altıncısı Nur cemaatinin bir partiye eklemlenmesi iman hizmetine büyük zarar verir ve diğer partilileri Risale-i Nura düşman eder bu sebeple Nur talebelerinin bir parti adına hareket etmesi büyük bir hata ve cinayettir.

Bu zamanda insanların ekserisinin imanı tehlike içindedir. Onun için ebedi saadetlerinin vesikası olan sağlam imanı telkin etmek ve ders vermek vazifesi, neticesi şüpheli siyasi mücadeleden daha ehemmiyetlidir. Bundan dolayı Nur talebelerinin en mühim görevi; önce kendisi tahkiki imanı elde etmek, sonrada bir başkasının tahkiki imanı elde etmesine ve kurtulmasına vesile olmaktır.

Siyaset yolu ile yapılan hizmet, halkın yüzde seksene fayda vermesi meçhul olmakla beraber, neticeye ulaşmak da şüphelidir Türkiye’deki siyasi tarih buna şahittir. En güzel siyaset; kafası karışık olan yüzde seksene iman ve nuru göstermek ile terbiye ve irşat etmektir. Zaten yüzde sekseni hakikatleri görünce, siyasette ona uyum sağlamak zorunda kalır.

Selam ve dua ile…
Sorularla Risale Editörü

Bediüzzaman ve Cumhuriyet

Bediüzzaman ve Cumhuriyet

Bediüzzaman Said Nursi, hem İslam dünyası hem de Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir dava adamıdır. Bu sebeple fikirleri, tutumları dünya çapında analiz edilmektedir.

Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar.

Gün görmüş bir ihtiyar.

Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet.

Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur.” (Tarihçe-i Hayat, 631)

Ülkemizin kültürel olarak zengin bir mehdiyet beşiği olması sebebiyle kavram karmaşası beşiği haline de gelmiştir. Kuşaklar arası çatışma da cabası. Çok kültürlü bir coğrafyanın meyveleri de bu sebeple farklı olabiliyor zenginlik açısından.

Bediüzzaman Said Nursi’nin Cumhuriyet dönemiyle ilişkisi, onun hem fikrî hem de toplumsal tavrını yansıtan bir konudur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden Cumhuriyet’in ilanına kadar yaşanan süreçlerin canlı bir şahidi olarak ve toplumun nabzını tutarak eserlerinde de ilmek ilmek işlediğini görüyoruz.

Bediüzzaman, siyasal, dini ve toplumsal meselelerle ilgili aktif bir duruş sergilemiştir. Eğilmemiş, bükülmemiş adeta polattan bir vücut gibi diklenmeden dimdik durmuştur.

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, inkılaplar ve uygulamaları toplumda önemli değişiklikler getirirken bu değişimlere karşı fikir dünyasını koruyarak, İslamiyet’ten savrulmadan insanların itikadlarını muhafaza etmek için çok üstün çaba sarf etmiştir.

Bediüzzaman’ın Cumhuriyet hakkındaki görüşleri de oldukça dikkat çekicidir. Çünkü o, sadece isim ve tabeladan bahsetmiyor. Bahsettiği her şeyin hakikatini, ruhunu, esasını, temelini kastederek ele alıp irdelemektir. Bu sebeple farklı bir yaklaşım tarzı bulunmaktadır.

Bediüzzaman her şeyin müsbet yönlerini görerek adeta tutar bir dal aramakta ve göstermektedir.

Bediüzzaman’ın Cumhuriyet Anlayışı

Bediüzzaman, kendisini dindar bir cumhuriyetçi olarak tanımlamıştır. (Tarihçe-i Hayat, 39)

Ancak, onun Cumhuriyet anlayışı, dönemindeki siyasi uygulamalardan farklılık gösterir. Çünkü o, cumhuriyeti sadece bir yönetim şekli olarak değil, aynı zamanda adalet, meşveret (meclis) ve kanun hâkimiyeti üzerine kurulu bir sistem olarak ifade ederek olması gerekeni ifade etmektedir. Sanki Cumhuriyet ile hayatı eşit tutmuştur. Ama Bediüzzaman’ı bir demokrasi havarisi görmek ve göstermek yanlış bir tutumdur.

Bediüzzaman Said Nursi, ilk yıllarda Cumhuriyet’in gelişimini olumlu karşılamış ve bu yeni yönetim şeklinin toplum için adalet ve hürriyet getireceğine dair kuvvetli bir ümit beslemiştir. Zaten Bediüzzaman istibdadla beraber yeis ve ümitsizliğe de düşmandır. Kanser olarak ifade etmektedir.

Yeis; ümmetlerin, milletlerin “seretan” denilen en dehşetli bir hastalığıdır.” (Tarihçe-i Hayat, 95)

Ona göre, İslamiyet ile bağdaşabilen bir cumhuriyet düzeni, adaletin ve sosyal eşitliğin teminatı olabilirdi. Çünkü kanunlar hak namına olmazsa tesiri de caydırıcılık oranına da az olacaktı.

Bediüzzaman, laiklik sanki dinsizlikmiş şeklindeki katı uygulamaları ve dinin toplumsal hayattan dışlanması, Müslümanların Müslüman ve dindar bir hayat yaşamak istemesinin önüne geçmek adeta dinsizleştirmek üzerine yapılan faaliyetleri yersiz ve yanlış bularak eleştiriler yöneltmiş ve bu yöndeki inkılaplara karşı mesafeli bir duruş sergilemiştir.

Said Nursi ve Tek Parti Dönemi

Tek parti döneminde, laiklik adına yapılan uygulamalar karşısında Said Nursi, dini değerlerin korunması ve toplumun manevi temellerinin muhafazasına mesaisini teksif etmiştir. Çok zahmetler çekti ama davasından vazgeçmedi. Ruhunu, mana hokkasından çıkartmadı ve risaleler böyle yazıldı.

Bu dönemde yazdığı eserlerinde, iman hakikatlerini vurgulayıp toplumun manevi kalkınması için çalışmalar yapmış ve “müsbet hareket” anlayışıyla pozitif bir duruş benimsemiştir. Ne ülkeyi terk etmiş ne de inziva hayatını tercih etmiştir. Anarşi ve isyandan uzak durarak, sabır ve ikna yoluyla doğru bildiklerini anlatmayı tercih etmiştir. Yazdığı eserler elden ele, dilden dile dolaşarak toplumda İslami hassasiyeti ayakta tutmuştur. Şayet böyle olmasaydı belki ülkemiz ya dinsiz ya ateist bir hale gelebilirdi.

“Bizler, asayişi muhafazayı, müspet hareketi kendimize rehber etmişiz. Menfî hareketle hiçbir mesele halledilemez. Her zaman müsbet hareket içinde kalacağız.” (Şualar, On Dördüncü Şua)

Risale-i Nur Külliyatı ile Manevi Mücadele

Bu dönem adeta İslamiyet’e karşı bir kin kusma, toplumdan İslamiyet’i silme, sökme dönemi gibi hareket edilmiştir.

Bunu Risalelerden okumaktayız:

O zaman-ı müdhişede, değil yüz otuz risaleyi, belki iman ve İslâmiyete dair hakikî bir tek risale yazabilmek dahi, binler risale kıymet ve ehemmiyetinde idi.

Evet, dinsizliğin hükümferma olduğu o dehşetli devirde, ehl-i din, terzil edilmeye çalışılıyordu. Hattâ Kur’anı dahi tamamen kaldırmak ve Rusya’daki gibi dinî akideleri tamamen imha etmek düşünülmüş; fakat millet-i İslâmiyece bir aksü’l-ameli netice verebilmesi ihtimali ileri sürülünce bundan vazgeçilmiş.” (Tarihçe-i Hayat, 159)

Bediüzzaman, Cumhuriyet döneminde tüm baskılara rağmen Risale-i Nur Külliyatı’nı kaleme alarak İslam’ın inanç esaslarını güçlendirmeyi hedeflemiştir. Kuş uçmaz kervan geçmez ücra bir köye ölmesi için sürerken o sürgünü bir orman yetiştirmek için hazırlık sürecine çevirmişti bile. Bediüzzaman bir aksiyon adamı, dava adamıydı. Boş zaman diye bir şey defterinde yazmıyordu. Her şey adeta Bediüzzaman için bir ihzariye dönemiydi. Zaten Van’da telif başlamış ve Nur’un ilk Kapısı yazımı başlamıştı ve bu eser Burdur hayatında kemalini bulmuştu.

Külliyatın temel eserlerini Barla’da telife başlar ve hemen hemen risalelerin yüzde 70’i burada telif edilir.

Barla, ehl-i imanın manevî imdadına gönderilen Risale-i Nur Külliyatı’nın te’lif edilmeye başlandığı ilk merkezdir.

Barla, Millet-i İslâmiyenin, hususan Anadolu halkının başına gelen dehşetli bir dalalet ve dinsizlik cereyanına karşı, Kur’andan gelen bir hidayet nurunun, bir saadet güneşinin tulû’ ettiği beldedir.

Barla, rahmet-i İlahiyenin ve ihsan-ı Rabbanînin ve lütf-u Yezdanînin bu mübarek Anadolu hakkında, bu kahraman İslâm Milletinin evlâdları ve Âlem-i İslâm hakkında, hayat ve mematlarının, ebedî saadetlerinin medarı olan eserlerin lemean ettiği bahtiyar yerdir.” (Tarihçe-i Hayat (151)

Risaleler, bu yüzden bu ülkenin manevi bir kalkanıdır desek ifrat etmiş olmayız.

Bediüzzaman’ın Cumhuriyet Hakkındaki Temel Görüşleri

* Adalet: Cumhuriyetin temeli adalettir. Herkesin eşit haklara sahip olması ve kanun önünde eşit olması gerektiğini vurgular.

* Meşveret: Halkın yönetimde söz sahibi olması ve meclis aracılığıyla kararların alınması önemlidir.

Bediüzzaman biliyordu ki, şeriat-ı garrâ, bir meşrutiyettir. Ve Kur’an dahi bir esas-ı meşveret ve şûrâ vaz’ etmiştir.

Cumhuriyet ve demokrat manasındaki meşrutiyet ve kanun-u esasî denilen adalet ve meşveret ve kanunda cem’-i kuvvet, bu unvan…” (Divan-ı Harb-i Örfi, 61)

* Kanun Hâkimiyeti: Kanunların herkese eşit şekilde uygulanması ve keyfi uygulamalardan kaçınılması gerektiğini savunur.

“Cumhuriyet devrinde tahakküm ve tegallübü kaldırmak düsturu var.” (Fihrist Risalesi, 120)

* Dinin Rolü: Dinin, toplumun ahlaki ve manevi temelini oluşturduğunu ve devletin de bu gerçeği göz önünde bulundurması gerektiğini ifade eder.

* Laiklik: O dönemdeki laiklik anlayışını eleştirir ve dinin siyasetten tamamen ayrılmasını doğru bulmaz.

Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız ben biliyorum ki laik manası, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim.” (Siracün Nur, 220)

Madem lâik cumhuriyet, prensibiyle bîtarafane kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemek gerektir.” (Bediüzzaman Cevab Veriyor, 839)

Hükûmetin lâik cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen, dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder.(Bediüzzaman Cevab Veriyor, 57)

Bediüzzaman’ın Cumhuriyet Hakkındaki Önemli Tespitleri

* İsimden ve Resimden İbaret Olmaması: Bediüzzaman, dönemindeki cumhuriyet uygulamalarının sadece isim ve resimden ibaret olduğunu, gerçek anlamda bir cumhuriyet olmadığını ifade eder.

İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâzımdır.” (Şualar, 535)

Bize hücum etmek için istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlakaya medeniyet namını takmakla, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun namını vermekle; hem bizi perişan, hem hükûmeti iğfal, hem adliyeyi bizimle manasız meşgul eylediler.” (Tarihçe-i Hayat, 564)

* Dindar Cumhuriyet: O, bir yandan cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı kalırken, diğer yandan da dinin değerlerinin korunması gerektiğini savunur.

Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.

Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur.

Cumhuriyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.” (Divan-ı Harb-i Örfi, 57)

* Hürriyet: Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından birinin hürriyet olduğunu belirtir ve düşünce özgürlüğünün önemini vurgular.

Asıl mü’min, hakkıyla hürdür. Sâni’-i Âlem’e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur.

Amma hürriyet-i mutlak ise, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir.” (Hutbe-i Şamiye, 97)

Hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünkü kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez.” (Şualar, 481)

Madem cumhuriyet prensipleri hürriyet-i vicdan kanunu ile dinsizlere ilişmiyor, elbette mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve âhiretine ve imanına ve vatanına dahi nâfi’ bir tarzda çalışan dindarlara ilişmemek gerektir ve elzemdir.” (Tarihçe-i Hayat, 558)

Bediüzzaman’ın cumhuriyet anlayışı, günümüzde de tartışılan birçok konuya ışık tutmaktadır. Özellikle din ve devlet ilişkisi, adalet, demokratik katılım gibi konularda güncelliğini koruyan bir entelektüel olarak kabul edilir.

Selam ve dua ile…

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org

Risale-i Nur Hizmetinde Şahısların Konumu-2

Risale-i Nur Hizmetinde Şahısların Konumu-2

Risale-i Nur hizmetinde maneviyatı güçlü şahısların olması, hizmetin temel hedefleri açısından oldukça önemlidir. Bu kişilerin, kendi nefislerini aşarak ilahi emir ve yasaklara uygun bir yaşam sürdürmeleri bu hayat tarzını çevrelerinde numune-i emsal olarak gösterecek, hizmetin esasları ve düsturlarının önemine dikkat çekecektir.

Maneviyatı güçlü şahıslar, yalnızca ilmî ve fikrî rehberlik yapmakla kalmaz, aynı zamanda yaşadıkları ve hissettikleri manevi hallerle başkalarına da bu hizmetin ruhunu aksetirir. Çünkü; “sohbette insibağ ve in’ikas vardır.” (Sözler, 489)

Görüşmeler, konuşmalar sayesinde bu yüksek hasletler de insanlar arasında sirayet ve insibağ ve in’ikas edecektir.

Sadakât ve İhlası Koruma

Risale-i Nur, samimiyet ve ihlâsa çok büyük önem verir. Maneviyatı kuvvetli şahıslar, kişisel çıkar ve dünya menfaatlerinden uzak bir duruş sergileyerek hizmete ihlâsla yaklaşır. Bu sadakât, hizmetin samimî bir çizgide devam etmesini sağlar. Hizmette istikrar da devam etmiş olur.

Etkili Manevi Rehberlik, Rolmodellik

Maneviyatı güçlü olan şahıslar, Risale-i Nur Külliyatı’nın yalnızca teorik bilgiyle değil, aynı zamanda manevi derinliklerini kalem, kelam, meyile, ef’alleriyle gösterip öyle hareket ettikleri için hizmet içinde sadakât ve ihlâsla hizmet ederek çevrelerindeki insanlara Risale-i Nur’un bir iman ve hayat kitabı olduğunu isbat ederler.

Risale-i Nur’un gayelerini daha etkili bir şekilde anlatabilirler. Onların derin maneviyatı, karşılaştıkları zorluklarda sabırlı ve metin olmalarına vesile olur. Bu kişileri gören kimseler de kendilerine bir dayanak noktası olarak görüp kendilerinde manen bir kuvve-i kudsiye hissederler.

Toplumsal İrşat ve Tesir Gücü

Maneviyatı güçlü şahıslar, insanları etkileme konusunda daha derin bir tesir gücüne sahiptir. Çünkü topluma, sadece sözle değil, hâl ve hareketleriyle de numune olurlar. Manevi yönü kuvvetli bir hayat, başkalarının da kendi hayatlarını bu doğrultuda gözden geçirmesine vesile olabilir.

Hem bu şahısları görenlere hem de bu şahıslar kendilerinin rol model alındığının farkında olmalarıyla kendilerine daha çok dikkat ederler.

Toplumsal irşat hiç şüphesiz ki önemlidir. Şayet tebliğ ve irşat hizmeti biter veya zayıflamalar olursa toplumda helal haram hassasiyeti, ahlâkî değerlerin önemi ve yaşantıya tesirinde de ciddi manada değişimler olacaktır.

Birlik ve Davayı, Hizmeti Güçlendirme

Maneviyatı güçlü şahıslar, nefsî bir tavırla hareket ederek, bencillikten ve şahsî ihtiraslardan uzak hizmet duruşunu sergilerler. Bu sayede cemaat içinde kardeşlik, uhuvvet bağı güçlenir, ihtilaflar azalır ve manevi bağlar kuvvetlenir. Bunun da çeşitli metotları var. Okuma programı, gezi, müzakere, mütalaa gibi. Kardeşlerine hizmet etmekten çekinmezler ve fedakarlık gösterirler.

İstikamet ve Azim

Maneviyatı güçlü olan şahıslar, hizmetin istikameti doğrultusunda sabır, sadakât, ihlâs ve azimle ilerleyebilirler. Karşılaşılan zorluklarda ve imtihanlarda sarsılmadan devam etmeleri, hizmetin devamını sağlar. Onların istikâmeti, çevrelerine örnek olarak güç kazandırır.

Bu nedenlerle, Risale-i Nur hizmetinde maneviyatı güçlü şahısların varlığı, sadece manevi gelişimine katkı sağlamakla kalmaz, hizmetin kalıcılığı, akıcılığı ve sağlıklı ilerleyişi açısından da oldukça önem arz eder.

Manevi derinliği olan ve hizmet içinde yetişmiş olan şahıslar, Bediüzzaman Said Nursi’nin çizdiği yolun esaslarına sadık kalarak bu yolun manevi bir hâdimi olur. Bir ellerinde İmanî eserler diğer ellerinde Lâhikalarla hizmet ederler. Zaten sorunların temelinde bu iki tarz eserin beraber olarak tam manasıyla esas alınıp hareket edilmemesidir.

Sabır ve Metanet

Risale-i Nur hizmetini yerine getirirken karşılaşılan zorluklar ve sıkıntılar karşısında yılmazlar. Sabırla ve metanetle hareket eder, dayanıklılık gösterirler. İman ve tevekkül, onların zorluklar karşısındaki hasletleridir.

Hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir.

“Tevekkeltü alallah” der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder.” (Sözler, 314)

İhlas ve Samimiyet

Bu kişiler, yaptıkları hizmeti yalnızca Allah rızası için yaparlar ve gösterişten uzak dururlar. İhlâs, onların tüm işlerinde merkezde yer alır. Dünyevi menfaatler, makam veya şöhret gibi dünyevi beklentilerden uzaktırlar.

“Her şeyde bir ihlas var.” (Lemalar, 133) sırrını âlemlerine yerleştirmişler ve farkındadırlar.

Tevazu ve Nefsi Terbiye

Maneviyatı güçlü kişiler, tevazuyla hareket ederler ve kendilerini hizmetin önünde görmezler. Nefislerini sürekli kontrol eder, kibir ve bencillikten uzak dururlar. Bu sayede, çevrelerinde sevgi ve saygı görürler.

Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır.

O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbür ile tetavül edecek; eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu’ ile tekavvüs edecek ve eğilecek.. tâ o seviyede görsün ve görünsün.

İnsanda büyüklüğün mikyası; küçüklüktür, yani tevazu’dur.

Küçüklüğün mizanı; büyüklüktür, yani tekebbürdür.” (Mektubat, 477)

“Gayet ihtiyat ve mümkün olduğu kadar… gücendirmemek ve ikiliğe meydan vermemek ve itidal-i dem ve tahammül etmek ve mümkün olduğu derecede bizim arkadaşlar uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmek gayet lâzım ve zarurîdir.” (Şualar, 315)

Takva Sahibi Olmak

Allah’ın emir ve yasaklarına bağlılık, hayatlarının temelinde yer alır. Helal ve haram çizgisine dikkat eder, dinin vecibelerini titizlikle yerine getirme gayretindedirler. Onların takvası, sadece kendi hayatlarını değil, hizmetin maneviyatına da tesir ve sirayet eder.

Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.” (Kastamonu Lahikası, 148)

Güçlü İman ve İstikamet

Bu şahıslar, Risale-i Nur’un anlattığı iman hakikatlerine sağlam bir şekilde bağlıdırlar. İnançları, itikadları sağlamdır ve istikamet üzere bir hayat yaşarlar. Doğru bir çizgide yaşamak, onların çevrelerine güven ve huzur verir.

Vefa ve Sadakat

Hizmet ettikleri yola ve Bediüzzaman Said Nursi’nin mirasına bağlılık/sadakat gösterirler. Bediüzzaman’ın ve Risale-i Nur’un prensiplerine uygun hareket ederler, bu yolu terk etmeden, sadakatle hizmet ederler.

Şükür ve Tevekkül

Yaptıkları hizmetlerde başarıyı kendilerinden bilmeyip Allah’tan bilirler. Bu yüzden daima şükür halindedirler ve tevekkül ederler. Başarıda da başarısızlıkta da Allah’a teslimiyet içinde hareket ederler.

İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.” (Sözler, 314)

Bu özellikler, hasletler maneviyatı güçlü şahısların Risale-i Nur hizmetinde yalnızca kuru bir bilgiyle değil, karakterleri ve yaşayış tarzlarıyla da rol model olmalarını sağlar. Bu kişilerin rehberliği, Risale-i Nur’un amacına, gayesine uygun olarak insanlara manevi bir derinlik kazandırır ve hizmetin samimi bir şekilde devamını, istikrarını sağlar.

Şahıslar olmazsa şahs-ı maneviden de söz edilemez. Şahıslar ne kadar yetişmiş, derinlik, vizyon ve misyon sahibi olursa şahs-ı manevinin tesiri gücü de o nispette fazla olacaktır. Hizmette şahısların yeri yoktur gibi sözlerin de bir önemi yoktur. Çünkü hizmet şahıslar üzerinden döner.

Risale-i Nur hizmetinde şahısçılık yoktur. Şahısçılık ile şahsiyeti karıştırmamak gerekiyor. Çünkü birisi devamlı bir hizmete sebep olurken diğeri sınırlı, mahdud bir hat çizmektedir.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

Risale-i Nur Hizmetinde Şahısların Konumu

Risale-i Nur Hizmetinde Şahısların Konumu

Risale-i Nur hizmetinde şahısların konumu, külliyatın düsturları doğrultusunda şekillenmiştir. Şahıslardan ziyade eserlerin kendisi ve içindeki hakikatler ön planda tutulur.

Bediüzzaman, Risale-i Nur’un bir şahıs veya cemaat hareketi değil, bir iman hizmeti olarak yürütülmesini tesis etmiştir. Şahıslar, İslam’a birer hizmetkâr olarak hizmet ederler; önemli olan ferdin değil, iman hakikatlerinin yayılmasıdır. Şahısçılık yoktur ama şahıslar vardır.

Risale-i Nur Hizmetinde şahıslar “birer nâşir” olarak değerlendirilir, yani Risale-i Nur’daki imanî hakikatleri çevresine ulaştırma görevini üstlenirler. Tebliğ ve neşir vazifesi Nur Talebeleri için olmazsa olmaz bir esastır. (Lem’alar, 149)

Aynı zamanda, şahsî ön plana çıkmanın, ihlasa ve hizmetin samimiyetine zarar verebileceğini belirterek dikkat çekmiştir. Risale-i Nur talebeleri, “şahs-ı manevî” adı verilen bir birliktelik anlayışıyla hareket ederler; bu da şahısların ferdi olarak öne çıkmayıp, birlikte bir bütün olarak hizmet etmeleri anlamına gelir. Ortak akıl olarak da düşünebiliriz bu sistemi. Ortak akılda, şahs-ı manevide imtiyaz kazanmasına yer yoktur. Bu yaklaşım, hizmet edenlerin birbirleriyle uyum ve kardeşlik içinde hareket etmelerini sağlamakta, şahıslar yerine hizmetin kendisinin kıymet bulmasını temin etmektedir. Buna rağmen kendisini iyi yetiştiren kimseler hizmet içinde şaj kimseler haline gelerek ün kazanıp nam salabilmektedir. Bunu mesela bazı derslerde görüyoruz. “Falan abi geliyor” denildiği zaman derslerde daha fazla bir katılım olmaktadır.

Bediüzzaman, şahısların ön plana çıkmasının hizmete zarar vereceğine ve bu durumun ihlâsa halel getirebileceğini ifade etmektedir. Çünkü bu durumun ileride bir liderlik yarışına dönebileceğini öngörüyor. Bu nedenle, şahısların durumu istidad ve kabiliyetlerini, yeteneklerini, başarılarını veya isimlerini yüceltmekten ziyade, nurun bir hadimi, bir hizmetkarı olarak tanımlanmaktadır. Şahıslar, Risale-i Nur’daki hakikatleri kendileri için bir gaye değil, toplumun ve ümmetin imanını takviye edecek bir vesile olarak görmelidir. Bu tarzda hareket etmeyip kendilerini ön plana çıkarma gayretinde olanlar zaten cemaat tarafından fıtrî bir şekilde dışlanıyor çok fazla talep görmüyor.

“Risale-i Nur’un yüksek, kıymetdar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu. O şakirdlerin gayet keskin kalb basireti şöyle bir hakikatı anlamış ki: Risale-i Nur ile hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarîkat ve şeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandırıyor.

Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü’mini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevablıdır. Çünki iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bâkiyeyi temin eder. Velayet ise, mü’minin Cennetini genişletir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on adamı vali yapmaktan daha sevablı bir hizmettir.” (Tarihçe-i Hayat, 289)

“Ben, cem’iyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum.” (Tarihçe-i Hayat, 629)

Risale-i Nur hizmetinde şahısların konumu, alt ve üst kimlikleri, kasası masasıyla değil, “şahs-ı manevî“nin bir parçası olarak hizmet etmelidir. Bu hizmet esnasında ihlâs, tevazu ve samimiyetle çalışmaları gerektiği sıkça mektuplarda karşımıza çıkmaktadır.

Risale-i Nur hizmetinde şahıslar, şahsi makam ve şöhretlerden ziyade ihlas, sadakat ve Allah rızası yolunda hizmette devamlılık üzerine hareket etmektedir.

“Dünyada onunla bir makam kazanmak, bir maaş almak değil(dir)” (Emirdağ Lahikası-1, 238)

“Teveccüh ve makam kazanmak değil…” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 27)

Bu hizmette esas olan iman ve Kur’an hakikatlerinin tebliği ve yaşatılmasıdır. Temsil ve tebliğdir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Risale-i Nur talebelerinin şahsi birer makam peşinde olmadan yalnızca iman hakikatlerinin neşri ve muhafazası için çalışmaları gerektiğini müteaddit defa ifade etmektedir. Kastamonu Lâhikası’nda şöyle der:

“Risale-i Nur’a sizin gibi pek ciddî sahib ve muhafız ve vâris ve hakikatbîn ve kıymetşinas zâtların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlâslı olarak vazife-i Kur’aniye ve imaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemal-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-ı kalb ile ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum.” (Kastamonu Lahikası, 5)

Bediüzzaman, şahısların ön plana çıkarılması yerine, Risale-i Nur’un manevî şahsiyetinin yani tüzel kişiliğinin, şahs-ı manevinin esas alınmasını ister. Bu noktada, hizmetteki kardeşlerin birlik ve beraberlik içinde uhuvvet, muhabbet, ittihad, tesanüd ve ihlâsla hizmet etmeleri gereğine vurgulamaktadır.

Hizmetteki her fert bir vazifeyi üstlenir, ama asıl hizmet eden manevî bir şahsiyet olarak Risale-i Nur’dur. Dolayısıyla futbol maçında 11 kişi sahada koşar ama oyuna takım oyunu derler ve zafer de mağlubiyet de takımın tamamına yazılır.

“Risale-i Nur’un mahiyeti, kıymeti, deruhde ettiği kudsî vazife-i imaniyesi ve mazhariyeti; hem talebelerinin tarz-ı hizmetleri, mütecaviz dinsizler karşısında sebat ve metanetleri ve ehl-i İslam’ın birbiri ile muamelâtında takib edecekleri ihlâslı hareketleri gibi…”​ (Emirdağ Lahikası-1, 5)

Bu noktada Bediüzzaman, şahısların Risale-i Nur’a hizmet ederken kişisel makam ve menfaatten sakınmalarını; ihlâsla, bir cemaat ruhu içinde gayret göstermelerini istemektedir.

“Şu zaman, cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil! Şahıs ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatın mümessili olmazsa, bir cemaatın şahs-ı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahs-ı manevîsine karşı mağlubdur.” (Mektubat, 440)

“Mağlubiyetin sebebi, bir cemaata ve bir şahs-ı manevîye karşı bir neferi göndermenizdir. Çalış ki, herbir neferin, istinad noktaları olan dairelerden manen istifade ettiği kuvvetli kuvve-i maneviye ile bir şahs-ı manevî ve bir cem’iyet hükmüne geçsin.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 37)

Risale-i Nur hizmetinde talebelerin vazifesi, bir müellife ya da lidere bağlılık değil, doğrudan Kur’an’a ve iman hakikatlerine sadakatle bağlı bir gayret içinde olmaktır. Her talebe, bu manevî hizmetin bir parçası olarak hareket eder ve kendisini hizmetin devamı ve terakkisi için say u gayret eder. Tıpkı bir vücudun azaları, evin yapı malzemesi gibi.

Son olarak, hizmette şahısların rolünü anlamak isteyen kardeşlerime Kastamonu, Emirdağ ve Barla Lâhikaları’nı okumalarını tavsiye ederim. Bu mübarek eserler, hizmette şahsîlikten uzak, ihlâs ve sadakatle hizmetin önemini kalplere nakşeder. Tabii şu da bir gerçek ki şahs-ı manevileri ayakta tutan şahıslardır. Yani şahıs olmadan şahs-ı manevi ve tüzel kişiliklerden bahsetmek söz konusu değildir bunu unutmamak gerekir.

Cenâb-ı Hak, bizleri de bu nurlu yolda kemâl-i ihlâsla, sadakâtle hizmet edenlerden eylesin. Âmin. Âmin Âmin.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber