Muhammed Numan tarafından yazılmış tüm yazılar

Ehl-i Sünnet müslüman ve pürmerak Risale-i Nur Talebesi instagram sayfası: risaleinurdan.vecizeler

TOPLUMSAL ÖDEVİMİZ

TOPLUMSAL ÖDEVİMİZ

Dünya son beş senedir çeşitli musibetlere sahne oluyor. Sel, salgın, deprem, tusunami.. ve bunlardan sonra tezahür eden maddi ve manevi rahatsızlıklar. Adeta açılış ve kapanış zamanlarında insanlar acaba bu sene ne başımıza gelecek diye bekler oldu, bu da hem vesvese hem de evhama sebep oluyor. Bazen bu manevi olan evham ve vesvese maddi olan musibet ve hastalıklardan daha tahripkâr olabiliyor.

Bir tusunami oldu dünya oraya aktı, bir salgın oldu dünya evine kapandı her yere kilit vuruldu. Deprem oldu kalbimiz orada attı. Dünyada şimdi çeşitli yerlerde de soy kırım uygulanıyor. Dozerlerle üzerlerinden geçiliyor, bombalarla adeta banyo yapıyor, zorla kimlik asimilesine tabi tutuluyor, diri diri yakılıyor, toprağa gömülüyor.

Bu insanlar neden bunu yaşıyor? Müslüman oldukları için bunu yaşıyorlar. Buralarda vefat eden, şehid olan insanlar canlarını, imanları uğurunda hiçe sayıp vefat ediyorlar.

Dünyanın ve ümmetin dağınıklığından cesaret alan zalimlerse yok etme politikalarına devam ediyorlar. Ümmetin gafletiyle aklımıza imanları kavrulan, yanan, yok olmayla karşı karşıya kalan manzaralar geliyor.

“Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor…”[1]

Adeta imansız, dinsiz, tebliğ gelmemiş bir sürü haline gelen insanlar aslında oralarda şehid olan kardeşlerimizden daha fazla içimizi acıtıyor. Akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız.. ifsad komitelerinin masasına adeta meze olmuşlar, rüzgarlara karşı koyamayan bir yaprak gibi savrulup, yozlaşıp gidiyorlar. Buradakilerin ebedi hayatı un ufak oluyor. 

Medyanın payı da hiçte azımsanmayacak kadar etkili olan bu yozlaşma karşı her ferd mücadele etmekle mükelleftir. Kimsenin bu yükümlülükten kaçmak gibi birlüksü hakkı yok. Bu vazifeden kaçmak adeta harpten kaçmak gibidir. Vazifesini terk eden yapmayan, ihmal eden herkes mesuldür. İster meb’us ister talebe olsun..

Mesela bakın üstad Bediüzzaman hazretleri manen mükellef olduğu hizmeti yapması için hiç dahli olmadığı halde ibadetiyle meşgul olduğu mağaradan çıkarılıp uzun yolculuklar sonrası Burdur’a getiriliyor ve kader-i ilahi hizmete sevk ediyor.

Helak olan Lut kavminin hemen hepsi abiz, zahid insanlar olmasına rağmen fasıkları fısktan men etmedikleri, önemsemediği halde o kadar Salih bir kavim oldukları halde helak oldular.

Kimsenin ba-na-ne demeye hakkı yoktur. Her banane bir mesuliyettir. Ve gayret etmek toplumsal bir ödevimizdir.

“Teessür ve ızdırab karşısında kalbden bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lâzım gelir.”[2]

Bu hak söz her insanın boynuna borç ve dimağlarına çakılı bir mıh gibi olduğu daima hatırlanmalıdır. Ama gaflet, fısk, ademalud işler insana sersemlik vermiş. Başını kaldırıp etrafına bakmayı akledemiyor adeta mutant gibi mankurt olmuş durumda.

Nesiller birbirine yabancılaştırılarak toplumsal çözülme hızlandırılmaya çalışılıyor. Evimizi, muhitimizi mümkün olduğu kadar fenalıklardan uzak tutmakla mükellefiz.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Asa-yı Musa (262)

[2] Şualar (550)

RİSALE-İ NUR HİZMETİNİN GAYESİ NEDİR

RİSALE-İ NUR HİZMETİNİN GAYESİ NEDİR

 

İnsan, bazen hedef sapması yaşayabilir veya idealini kaybedebilir. Bu sebeple asla ve kat’a şaşırmaması için daima esasatlarını, düsturlarını kontrol etmelidir. Bu kaidelerden uzaklaşıyor mu yoksa bağlı olarak mı devam ediyor murakabesini yapmalı. 

Tüm İslami hizmetlerde ve amellerde ve niyetlerimizde en temel esas Allah’ın rızası ve ihlas olmalıdır. Tüm hayatımızda bu sağlanamazsa insanın manevi dengesi sarsılır.  

Sonuç olarak ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, [insanda] ihlas da kırılır ve vazife-i uhreviye de zedelenir. Kolayca rıza-yı İlahî[yi] de [abd] elde edilmez.”[1]

“Ubudiyet, emr-i İlahîye ve rıza-yı İlahîye bakar.”[2]

“hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır.”[3]

“ihlası esas tut ve yalnız rıza-yı İlahîyi düşün.”[4]

Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı.”[5]

Okunan dersler, yapılan mütalaalar istisnasız olarak hepsi bu manalara müteveccihtir. Zaten okunan ve talim edilen şeyler insanı ihlasa, mahviyete götürmüyorsa “Niyet, nazar, mana-i ismi ve harfi” gözden geçirilmelidir. Netice tesanüte, ittihada, ittifaka çıkmıyorsa şayet işler çok vahimdir. Derslerimizde de bu manalar herbir latifemizin burcunda birer sancak olarak sallanmalıdır. Çünkü bunlar heva ve hevese bakan değil bizzat murad-ı ilahi ve Rasulîdir. 

İnsan, katıldığı derslerle, günlük olarak okuduklarıyla manevi olarak şarj olur ve itikad ve amelini daha güzel ve sağlam olarak yapmaya kendinde bir azim hisseder. Bu manada bir araya gelenler birbirine sirayet eder. Sirayet şu anda kâinatta cari olan en kuvvetli ve yaygın olan bir iletişim biçimidir desek haddimizi aşmış olacağımı zannetmiyorum. 

Derslerimiz ilmî ve imanî mevzuların müzakere ve mütalâa sahasıdır. Orada bilen konuşur, konuşan dinlenir; bilmeyen sorar ve bilmediğini öğrenir bu suretle insanın tekemmülatı devam eder. Bir nevi işbaşı eğitimi diyebiliriz buna. Ama illa bilenin okuduğu bir ortam değildir ders rahleleri. Bazen beraber okunur istifade edilir. Bir de illa okunacak ve izah edilecek değildir illa. Çünkü bu izah meselesi bir nevi ilhamdır.

Tüm islami hizmetlerin gayesinin de inkılab-ı İlahî, marziyat-ı Rabbaniyeyi ve ahkâm-ı İlahiyeyi anlamak..”[6] şeklindedir. 

“Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlahiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih.. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda..”[7] getirebilir. 

 

Hülâsa: Risale-i Nur, Kur’an’ın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatleri semavîdir, Kur’anî’dir. O halde Kur’an okundukça o da okunacaktır. Risale-i Nur, mücevherat-ı Kur’aniye hakikatlerinin sergisidir, pazarıdır. Bu ulvi pazarda herkes istediği gibi ticaret yapar. Uhrevî, manevî zenginliklere mazhariyeti temin eder.

   Bu kadar maruzatımızla ifade etmek istedim ki:

Maksadımız; imanımızı kurtarmaktır, imana hizmettir, Kur’an’a hizmettir.”[8]

 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar (153)
[2] Lem’alar (131)
[3] Lem’alar (152)
[4] Lem’alar (152)
[5] Lem’alar (133)
[6] Sözler (491)
[7] Mesnevi-i Nuriye (91)

[8] İşârât-ül İ’caz (308)

 

www.NurNet.org

SAYFALAR ÇEVİRMEK KÜLLİYATLAR DEVİRMEK Mİ.. 

SAYFALAR ÇEVİRMEK KÜLLİYATLAR DEVİRMEK Mİ.. 

 

Risale-i Nur Külliyatını okumak bir disiplindir. Eser okurken bazı şeyler bizim elimizdedir. Hızlı okuyabilir ve saatte 15-20 sayfa okuyabiliriz biraz daha yavaş okursak 5 sayfaya kadar düşebilir sayfa sayımız.

Fazla sayfa okumak daha fazla istifade gibi görülebilir ilk bakışta. Ne kadar çok sayfa okursam, sayfa çevirirsem o kadar istifade edeceğini düşünmek bir düşünme hatasıdır. Okumayı ve istifade edebilmeyi tek bir formül, tarz, metod, usule bağlanamaz çünkü eğitim, kültür, zekâ, mizaç farklılıkları söz konusudur.

Mesela işitsel bir zihin için sadece okumak, görsel bir zihin için okuyup yorumlamak, dokunsan bir zihin için de şekiller ve temsillerle akla yaklaştırmak gerekir.

İstifadeye sebep olan en önemli kriter insanın kitapla hem hal olduğu süredir. Çevrilen sayfa sayısı değildir.

“Kemmiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar.”[1]

Bu hakikate işaret etmektedir. Kendimi misal olarak alayım. Bazen saatte 30 sayfa okurum, bazen 20, bazen de saate en fazla 5 sayfa okurum.

Okuma hızı ile metnin derinliğini kavrama birbirinin aleyhinedir. Hız yükseldikçe kavrama sathîlleşir. Araba olarak düşünürsek hız, direksiyon hakimiyeti ve dikkatte odaklanmayı azaltır.

Risale-i Nur gibi çok geniş ve derin manaları ihtiva eden bir eseri, güya “çok okumuş” olabilmek, külliyatlar devirip, sayfalar çevirmek için hızlı okumaya kalkmak, ülfet ettiği ve öğrendiği zahirî manalarla yetinmek ve sathî kalmaktır ki, bu da gaflete sebep olacaktır. Sayfalar çeviren külliyatlar deviren bir çok kimsenin gaflete dalması ülfetle hemhal olmasının sebebi de budur.

Diğer ve en ehemmiyetli şey nedir dersek şayet hemen akıllarda İhlas, Takva, Sadakat, küliyatın düsturlarına bağlılık olarak ampuller yanacaktır.

Külliyatı okumakta bir de niyet çok önemlidir. Bir şey olmak için okunmamalıdır. İlim ALLAH rızası için tahsil edilmeye çalışılır. Sadece kuru okumakla ilim tahsil edilmez sadece kitap kıraat edilir ki, kıraat de malumata ve sayfalar çevirmeye sebep olur.

Ruhani şifa niyetiyle okumak, uhuvvet ve tesanüd sayesinde veliyy-i kâmil hükmündeki şahs-ı mânevîye kuvvet vermek gibi şeyler de niyetimizde olmalıdır.

Bu gibi esbaba riayet, feyiz alabilmenin ve istifade edebilmenin asıl manevî sebepleridir.

Burada maksadım ne Risale-i Nurlar gazete gibi okusun ne de zikir çeker gibi veya evrad okur gibi okunsun! Amacım tahkikle ve istifadeye sebep olacak verimli okumalar yapmaktır.

Risale-i Nur, ilim içinde imandır ve marifettir. Marifetullah dersleridir.

İşte bu açıdan, notlar alarak ve bazı kısımları yazarak çalışmak ehemmiyetlidir.

“Risale-i Nur’u yazmanın” beş uhrevî faydasından dördüncüsü olan “kalemle ilmi tahsil etmek”[2] maddesi halen de yürürlüktedir.

Malûmdur ki, Rabbimizin birinci emri “Oku!” olmuştur. Devamında aynı emri tekrar etmiş, ama “Alleme bi’l-kalem”[3] kaydını koyarakokumakla yetinilmemesi gerektiğine “ilmin kalemle tahsil edilebileceğine” dikkati çekmiştir.

Hakkı Efendi (rh) hakkında: “Vazifedarane kalemi her gün istimal etmeyenler… hususî isimleriyle has şakirtler dairesi(nden) isimleri muvakkaten tayyedildi”[4] denilerek, yazarak çalışmanın “has talebe” statüsüne yükselten ve bizzat ismiyle duâya mazhar eden bir fazilet olduğu hissettirilmiştir.

Risale-i Nur Külliyatı ile tahkik ederek meşgul olmak has talebeler dairesine giremeye de sebeptir. Çünkü yazarak ve notlar alarak okumak ve nurlara çalışmak, hiç şüphesiz daha etkili, daha kalıcı ve “talebelik ciddiyetine” daha çok yaraşır.

Külliyatı birkaç defa okuyanların artık düz okumak yerine doğrudan kendi dert- lerine, yani zihnî ve hissî hastalıklarına deva olarak buldukları cümleleri yazmaları ve not almaları, bu şekilde kendilerine hususî hizipler, derlemeler, toplamalar (ajanda) yapmaları fevkalâde faydalıdır.

Çünkü herkesin ihtiyacı, her meseleye aynı şiddette olmaz. Hem bir kez yazmak, üç defa okumaktan evlâdır. Dolayısıyla kalem “talebenin” altıncı parmağı olmalıdır.

Yazma işlemini talebeliğin birinci şartı gibi görenlerin ifratına mukabil, onlara benzeriz korkusuyla kalemi büsbütün bırakmak da tefrit olsa gerektir. “Okuyucu” veya “Yazıcı” gibi isimlendirmelerin lâfzî tanımına takılıp kalmamak gerekir. Belki hem okur, hem de yazar olmak daha iyidir. Göz gibi eli de sevaba sokmak günah değildir!

Zaten asıl talebelik ve yazmak “hayatımız bir kalem, onunla sahife-i a’mâlimize geçecek” şekilde o hakikatleri yaşamaktır. Yazmak da artık neşir için değil, iyice kavramak, hatırda tutmak ve yaşamak içindir.

Bir nur talebesinin maneviyatı kalem ve kitapla ayakta durabilir ancak. Okuruz ve dimağ ve not defterimize yazarız. Bu şekilde gaflet, lakaytlık, ülfet belalarından korunur ve kurtuluruz.

“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”[5]

 

Selam ve dua ile

Muhammmed Numan ÖZEL

[1] Mektubat ( 44 )
[2] Lemalar (167)
[3] Alak 96/1-5.
[4] Barla Lahikası (372)
[5] Sözler ( 147 )

Çare-i Necat/ Kurtuluş

Çare-i Necat/ Kurtuluş

İnsan ve insanlık sürekli olarak üretim ve tüketim noktaları arasında gidip gelmektedir. Kendi gelişimini, potansiyelini arttırması için müstehlik/tüketici olmaktan kurtulup müstahsil/üretici konuma gelmesiyle mümkündür.

Üretici olmayı sadece çiftçiliğe indirgemek de zihinsel bir prangadır. Üretici herkese çiftçi/rençber denecek olursa herkes bir rençber olmalı. Ama gıda ürünleri ama bilimsel ama fikir…

Ülkemiz kadim bir medeniyetin merkezidir. Bu birikim ve var olan müstakbel beyinler görsel kültürün bombardımanı altında maalesef. Sosyal mecralar körpe dimağların gelişmesine mani olmaktadır.

İslamiyet bizlerin mayası ve hamurudur. Bizlerin ayakta kalması ancak ve ancak İslamiyetle mümkündür. İslamiyeti bu toplumdan çekerseniz, ateist olan Avrupa kültürünün benimsenmesi bizim mayamız ve hamurumuzla uyumlu değildir ve entegre edilmesi de söz konusu değildir.

“Hem tarih şahiddir ki: Ehl-i İslâm ne vakit dinine tam temessük etmiş ise, o zamana nisbeten terakki etmiş. Ne vakit salabeti terketmişse, tedenni etmiş. Hristiyanlık ise, bilakistir. Bu da, mühim bir fark-ı esasîden neş’et etmiş.”[1]

Modernite ve teknolojiye kimse karşı çıkamaz. “Bunu gâvurlar icat etti kullanmayalım” gibi sözlerin de mahiyet-i harbiyesi hiç yoktur. Teknolojik gelişmeler toplumların ortak malıdır. Kimsenin patentli malı değildir.

Alimlerimizin, hocalarımızın taassuptan azade olarak terütaze olan İslamiyet’i içtimai hayatın her sahasında anlatarak İslami bir toplum inşa edilmeli ve mayamız, hamurumuz bu şekilde muhafaza edilmelidir. Mayasını bozan toplumlar pagan anlayışlarının tabağına düşerek onların mezesi olmaktan kendini kurtaramaz. Bakın Avrupa’ya sözüm ona Hıristiyan devletleri ama mayasını koruyamadığı için tekrar pagan olmuş ve ateist bir yapıya inkılab etmiştir.

Bugün Avrupa’da toplumsal kültür korunmadığı için toplumun her şeyinden kırmızı alarmlar yanmakta. Evlikler, iş hayatı, çocuk terbiyesi… Hani kovboy filmleri vardı bir zamanlar, her Pazar TRT’de yayınlanırdı. İşte onun gibi bir hal.

Bizler ki elhamdülillah Müslümanız ve bu kadim medeniyetin bir evladıyız. Mayamız, hamurumuz İslamiyetle mezcolmuş/birleşmiş. Bizlerin ruhu İslamiyettir. Ruhumuzu aldıktan sonra bizlerden geriye kalan da Avrupa’nın başına gelen pagan bir yaşantı olur. Ve toplumumuzdan, vicdan, merhamet, şefkat, diğerkamlık, değerkamlık çekilmeye başlar ve “güçlü zayıfı ezer, büyük balık küçüğü yutar” şekline evrilir. Zulümler ortaya çıkar her alanda.

Her yerden “zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları”[2] işitilir.

“Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne”, “Sen çalış, ben yiyeyim”[3] anlayışı da göndere çekilen bayrak gibi olur.

Toplumu irşad edecek kimseler binaların kolonları gibidir. Onlara olan hürmet ve muhabbetin kırılmasına en az bir asırdır beynelmilel komiteler çabalamakta. Biliyorlar ki bu kolonlar yıkılırsa bina çökecektir. Toplumu çökertmek için irşad ve tebliğ hizmeti yapan şahıs ve STK’lara insafsızcasına saldırlar oluyor. Bunun neticesinde sokaklarımız ahlak erozyonuna uğramaya başlıyor. Nesiller arası kopukluk, kuşak çatışmaları da kaçınılmaz. Mesela dünyada yaşanan zulümlerde yeni nesiller, “bizim ülkemizde yaşanmıyor” diyerek diğerkamlık göstermemekte. Çünkü İslam kültürüyle değil pagan kültürüyle, ateist bir anlayışla büyüdüler.

Milli ve manevi değerlerimizi anlatmalı, korunması için de elimizden gelenin fazlasını yapmakla mükellefiz. Aksi taktirde toplum olarak bunun bedelini çok ağır öderiz.

Ne mutlu nefsini ve neslini ıslah edene.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mektubat (438)
[2]Lem’alar (116)
[3] Sözler (409)

Kaynak: RisaleHaber

Lakaytlık ve Gaflete Sebep Olan Şeyler!

Lakaytlık ve Gaflete Sebep Olan Şeyler!

Lakaytlık, bilerek ve sürekli ihmal etmek demek. Gaflet ise, daha çok anlık olarak ihmal etmek demek.

Gaflet artarsa şayet bu lakaytlığa inkılab etmektedir. Dikkatsizlik, düşünmeden hareket etmek veya şuur/farkındalık eksikliği gibi anlamlara gelir. Gaflet, bir şeyi ihmal etmektir. Gafletin artması bir çok farklı manalara gelen şeylere sebeptir.

İslami hizmetlerle meşgul olan ve bir ideali, davası, gaye-i hayali olan insanların gafletle hareket etmesi hem şahsi hem de toplumsal/içtimai hayatta çok feci şeyleri getirir. Bir şoför gafletle direksiyonda uyusa araçtaki herkes risk altına girer. Ama bir şahs-ı manevinin içinde bulunanlar o şahs-ı manevinin mümessili olur. Bu sebeple kendisi istese de istemese de üzerine bu misyon ve vizyon yüklenmiş olur. Bu sebeple her şeyinde azami derecede dikkatli olmalıdır.

“Öyle ise dostlar müteyakkız davranmalı, tâ dostların lâkaydlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler.”[1]

Bazı şartlar insana olumsuz olarak tesir edip yoldan çıkartabilir. Bunlara dair küliyattan tadad edelim.

Açlık ve derd-i maişet belasından ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur’un fakir şakirdlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var.”[2]

“Sakın, dikkat ediniz! İhtilaf-ı meşrebinizden ve zaîf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalalet istifade edip, birbirinizi tenkid ettirmeye meydan vermeyiniz.”[3]

Derd-i maişet sersemliğiyle, ekser halk âhiret işlerine ikinci derecede bakmalarından, ehl-i dalalet istifade edip onları avlıyorlar. Risale-i Nur şakirdleri kanaat ve iktisad düsturlarıyla bu manevî hastalığa da mukabele ederler, inşâallah.”[4]

“Her tarafta bu derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalalet bundan istifade eder. Ehl-i diyanet de kendini mazur bilir, “Zarurettir, ne yapalım?” der.”[5]

Hırs ve tama’ ve lisan-ı hal ile istemek olmamalı. Yoksa ehl-i dalalet ki, hırs ve tama’ yolunda dinini feda etmiş. Onlar nazarında kıyas-ı binnefs cihetiyle, “Risale-i Nur’un bir kısım şakirdleri dahi, dinini dünyaya âlet ediyorlar” diye çirkin bir ittiham ile taarruzlarına meydan açar.”[6]

“Bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilaftan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak, Kur’an ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var.”[7]

“Gizli düşmanlarımız olan ehl-i dalalet ve sefahet, ehemmiyetsiz bazı hâdiselerle Nur talebelerine telaş vermeğe ve habbeyi kubbe yapıp sarsıntı veriyorlar.”[8]

“Ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet ülfet, âdet, kanunluk, yeknesaklık perdesi ile saklayıp; âdi bir isim takıp, muvakkat kendilerini aldatıyorlar.”[9]

“Ehl-i dalalet ibtal-i his nev’inden gaflet sarhoşluğuyla muvakkaten hissetmez!”[10]

“Ey bedbaht ehl-i dalalet ve gaflet! “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azab çekmektir.”[11]

“Fırtınalı zamanın hissi ibtal eden ve beşerin nazarını âfâka dağıtan ve boğan cereyanlar, ibtal-i his nev’inden bir sersemlik vermiş ki; ehl-i dalalet manevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor. Ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini takdir edemiyor.”[12]

“Evet şu elîm elemi ve dehşetli manevî azabı hissetmemek için, ehl-i dalalet ibtal-i his nev’inden gaflet sarhoşluğu ile muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman yani kabre yakın olduğu vakit birden hisseder.”[13]

“Ehl-i dalalet ve sefahet yüzbin lezzeti ve zevki alsa da, yine o manevî bir cehennem kalbinde yaşar ve yakar. Fakat pek kalın gaflet sersemliği muvakkaten hissettirmez”[14]

“Ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler.”[15]

Bütün bu sebepler ve daha fazlası insanlarda lakaytlık, yeis gibi manaları netice vermektedir.

Ehl-i dalaletin, Ehl-i diyaneti aldatma taktikleri nelerdir? şeklinde akla kapı açılırsa kısaca şunları sıralayabiliriz.

  • Hubbu-u cah
  • Korku
  • Tama’
  • Asabiyet-i Milleye
  • Enaniyeti okşama
  • Tembellik ve tenperverlik
  • Vazifedarlık
  • Bu da hizmettir deyip Nur talebelerinin nazarlarını dağıtmak
  • Üstada ve Nurlara muhabbeti kırmak
  • Nazarları esaslara değil, teferruatlara yönlendirme yaparak huzur ve huşuyu dağıtmak
  • Münazaa ve münakaşa ortamına çekmeleri,
  • Malayaniyatla meşgul etmeleri,
  • Enaniyetli hocalarla meşgul etmeleri – Rekabet ve tarafgirlik damarı ile ihlasın ve ittihadın kaybolması
  • Hodfuruşluk – ferdi hareket etmek
  • Şahsi kemalat ve manevi makam sevdası
  • Düstur ve esaslara riayet etmemek
  • İnsanları lakaytlığa alıştırmak
  • Gaflete sebep olacak şeylerle meşgul etmek
  • Yeisle insanların şevlerinin kırılması
  • Günahlara alıştırmak (Ekberul kebair)
  • Tükenmişlik sendromu
  • Himmetin kaybedilmesi
  • Sünnet-i seniyyenin unutturulması
  • Meylürrahat – konfor düşkünlüğü
  • İsraf, iktisadsızlık, kanaatsizlik, hırs
  • Siyasi meselelerle insanın dimağ ve hissiyatını tarumar etmek
  • Herkesin zayıf damarını tutup kullanmak
  • Gaye-i hayalin olmaması
  • Tiryakilik, âdet, gelenek göreneklerin dayatmaları ve aldatmaları
  • Medeniyet-i fantaziye
  • Ehl-i dalaletin safdil çoğunluğu elde etmesi
  • Damarları buluyor.

“Kimin hırs-ı intikamını, kimin hırs-ı câhını, kimin tama’ını, kimin humkunu, kimin dinsizliğini, hattâ en garibi, kimin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.” (Asar-ı Bediiyye-113)

Amma Kur’anın cadde-i nuraniyesi ise: Bütün ehl-i dalaletin çektiği yaraları, hakaik-i imaniye ile tedavi eder. Bütün evvelki yoldaki zulümatı dağıtır. Bütün dalalet ve helâket kapılarını kapatır.”[16]

Bir misyon ve vizyon sahibi olan herkese düşen şey:

“Evet talebe, profesör, meb’us, kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.”[17]

“Demek ki şimdi en esaslı vazifemiz; bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i dinin, karanlıktan usanmış, gıdasız kalmış kalblerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarak Nur’un dellâllığını yapmaktır.

Bilhâssa ve bilhâssa şurası çok ehemmiyetli ve pek mühimdir ki, en başta ve en evvel Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumak ve o muazzam eser külliyatındaki Kur’an ve iman hakikatleriyle kendimizi teçhiz etmek ve bu esas ve şartlarla, o hârika eser külliyatını bir an evvel ikmal etmektir.

İşte bu nimet-i uzmaya nail olan her genç ve herkes; bire yüz, bin kuvvetinde, kendine, vatan ve milletine faideli olur.

Vatan, millet, gençlik ve Âlem-i İslâm çapında hizmet edebilecek bir vaziyete gelebilir. Bunun için, başta Hazret-i Üstadımız Bedîüzzaman ve onun hakikî ve ihlaslı talebeleri olmaya lâyık sizlerden dua istirham ediyoruz ki, Risale-i Nur’un mecmualarını bir an evvel temin edelim, arayalım, bulalım, dikkat, tefekkür ve ihlasla okuyalım. Kur’an ve iman hizmetine bu vaziyette koşalım.”[18]

“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”[19]

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mektubat (361)
[2] Kastamonu Lahikası (235)
[3] Kastamonu Lahikası (236)
[4] Kastamonu Lahikası (154)
[5] Kastamonu Lahikası (201)
[6] Kastamonu Lahikası (223)
[7] Emirdağ Lahikası-1 (234)
[8] Emirdağ Lahikası-1 (262)
[9] Emirdağ Lahikası-2 (122)
[10] Sözler (633)
[11] Sözler (634)
[12] Hutbe-i Şamiye (15)
[13] Hanımlar Rehberi (69)
[14] Gençlik Rehberi (14)
[15] Kastamonu Lahikası (25)
[16] Sözler (635)
[17] Tarihçe-i Hayat (29)
[18] Tarihçe-i Hayat (623)
[19]Sözler (147)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org