Muhammed Numan tarafından yazılmış tüm yazılar

Ehl-i Sünnet müslüman ve pürmerak Risale-i Nur Talebesi instagram sayfası: risaleinurdan.vecizeler

Dimağın ikinci mertebesi tasavvurdur!

Dimağın ikinci mertebesi tasavvurdur.

Tasavvur; bir şeyi zihinde şekillendirme, tasarlama ve suretler biçmedir. İnsan dimağda önce hayal ettiği şeylere suretler biçmeye başlar. Mânâlar kalbden hayale ma’kes bulunca hayalde suretler giyerler. Bu hayal ve düşünceler suretleri giyerek birer resim gibi şekillenmeye başlar. Bu resmedilen suretlere tasavvur diyebiliriz. Bu suretler bizim ilgi alanımıza ve gördüğümüz şeylere göre değişir ve şekil alabilir. Ancak bu hâl de mantıkça bir hükmü ifade etmez. İnsan bu hâlden istifade de edemez. Bu mertebede dimağda bîbehre (nasipsiz, mahrum) olma hâli vuku bulur. Bediüzzaman Hazretleri’nin “Mânâlar kalpten çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler; oradan suretleri giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebep tahtında, bir nev’î suretleri nesç eder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır; hangi mana geçse, ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder.”1  dediği nokta tam da bu tasavvur mertebesi olmalıdır.

Tasavvur bir şeyi zihinde şekillendirmek, tasarlamak ve tersim etmektir. Yani hayal edilen tabloların biraz daha müşahhas olarak işlenmiş ve şekillenmiş aşamasıdır. Kalbten gelen soyut mânâlar, hayal ve tasavvur aşamasında resmedilip şekillenir. Böylece ilk şeklî tasavvurât merhalesi başlamış oluyor. Çünkü insanda “gayr-ı mazbut (kayıt altına alınamaz) olan tasavvurât ve efkâr”2 vardır.

Dimağın tasavvur mertebesine geçen fikir bu mertebede bir takım kesme, biçme ve giydirmelere maruz kalır. Bu mertebenin neticesinde ise insan nasipsizdir. Daha doğrusu bu tasavvur aşamasında netlik yoktur. Bu sebeple dimağ bu aşamada bu hâlden nasiplenemez. Bu sırdan dolayıdır ki beşerin nihayeti olmayan ve kâinatı ihâta eden tasavvurâtı vardır. Onun için tasavvurât kayıt altına alınamaz bir konumdadır. Böylece tasavvurât-ı insaniye gayr-ı mütenâhi bir hâlde insanın dimağında vuku bulur. Ayrıca “Çok defa lisân, insanın tasavvurâtından incelerini tabirden âciz olduğu gibi, kalbindeki ve vicdanındaki inceler de akla görünmez.”3 Bazen de insan hilâf-ı hakîkat tasavvurât-ı bâtılaya giriftar olur. Bu hâl insan için hatarlı bir yol ve durumdur.

Bediüzzaman Hazretleri Muhakemât eserinde tasavvurdaki şekillenmeleri şöyle ifade eder: “Tesirat-ı hariciyeden kalbin bir kısım ihtisasatı ihtizaza gelmekle müyulât (meyiller) tevellüt eder. Ondan hevaî (başıboş) mânâlar, bir derece aklın nazarına ilişmekle, aklı kendine müteveccih eder. Sonra o buhar hâlindeki mânâ, bir kısmı tekâsüf etmekle (yoğunlaşmakla), temayülât ve tasavvurâtın bir kısmı muallâk kalıp, bir kısım dahi takattur (damla damla) ettiğinden, akıl ona rağbet gösterir. Sonra, mayi (sıvı) hâlindeki kısımdan bir kısım tasallüp (katılaşma) ve tahassul (hasıl olma) ettiğinden, akıl onu kelâm içine alıyor. Sonra, o mütesallibden (katılaşmış, sertleşmişten) bir resm-i mahsus ile temessül ve tecelli ettiğinden, akıl, onun kametine göre bir kelâm-ı mahsus ile onu gösterir.”4 Böylece insanda “hissiyat iltihaba başlamakla, âmal (emeller) ve müyulât dahi heyecana gelip, birden o amaller üst kattaki hayalin tabanını deler. İmdat istediklerinden, o hazinetü’l-hayalde safbeste-i hareket ve mahbubun mehasinini ellerinde tutmuş veyahut onun mehasinini hatıra getirmekle tasvir eden, başkasının mehasini ile işba olunmuş olan hayalât ise o amalin imdadına koşarlar. Beraber hücum edip, hayalden lisana kadar inme”ye5 başlarlar. Böylece hayalden tasavvura mânâların intikal aşamalarını Bediüzzaman Hazretleri veciz bir şekilde izah etmiş olur.

Hem “Bazı maâni-i muallâka6 vardır ki, bir şekl-i muayyenesi7 ve bir vatan-ı husûsiyesi yoktur. Müfettiş gibi her bir daireye girer. Bazı kendine husûsî bir lâfız takıyor. Bu muallâkatın bir kısmı ise, harfîye ve hevâîye gibidir. Başka kelime onu derununa çeker.”8 Konuya devam edeceğiz inşâallah…

Dipnot:

1- Sözler, 2013, s. 434
2- Muhakemât, 2013, s. 186.
3- İşârâtü’l-İ’câz, 2013, s. 73.
4- Muhakemât, 2013, s. 135.
5- Muhakemât, 2013, s. 136.
6-Tam olarak anlaşılmamış, yerine oturmamış manalar.
7- Kesin olarak belirli olan şekil.
8- Muhakemât, 2013, s. 140-41.

Abdülbakî ÇİMİÇ

Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayram Ağabey Lahika Yayınladı

Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayram Ağabey

Lahika Yayınladı

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin son talebe ve hizmetkarlarından Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayram ağabey gündeme dair özel bir lahika yayınladılar sizlerin bilgisine sunuyoruz. İşte o mektup..

Aziz, sıddık kardeşlerimiz!

Evvelen: Necib Üstadımızın;

“.. bu şühur-u selase çok kıymettardır. Leyle-i Kadrin sırrıyla seksen sene bir ömrü kazandıracak bir vakitte, en iyi, en efdal şeylerle meşgul olmak lazım geliyor.

İnşaallah Kur’an’a ait mesaille iştigal, bir nevi manevi mütefekkirane Kur’an okumak hükmündedir.

Hem ibadet,hem ilim, hem ma’rifet, hem tefekkür, hem kıraat-ı Kur’an manaları, risalelerin istinsah ve mütalaalarında vardır itikadındayız. Zaten bu ciheti siz takdir etmişsiniz.”

ifade buyurmasıyla bu gelen şuhur-u selasede en ziyade ihtiyacımız ve medar-ı tesellimiz, menba-ı şevkimiz ve nokta-i istinadımız Nurlarla meşguliyetimizi ziyadeleştirmektir ta ki her hadisenin verasında, her meselenin arkasında rahmetin ve inayetin izini, özünü, yüzünü görebilelim.

Evet hem yine Üstadımız şuhur-u selasemizi tebrik manasında bizlere müjdeliyor

“Seksen sene bir manevi ömr-ü baki kazandıran şuhur-u selasenizi ve mübarek kudsi gecelerinizi ve Leyle-i Regaibinizi ve Leyle-i Mi’racınızı ve Leyle-i Beratınızı ve Leyle-i Kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve her bir Nurcunun manevi kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz. (Emirdağ-2, s.121)” buyuruyorlar.

Saniyen: Risale-i Nur’un bütün alemde hususan Uzakdoğuda, Avustralya’da, ve şimdi son ziyaret ettiğimiz Güney Amerika’da bilhassa Arjantin, Şili, Bolivya, Kolombiya, Ekvator, Brezilya vesair beldelerde, muhtelif dillere tercüme edilerek neşrini ve Nur medreselerinin tesisini seyahatlerimizde kısmen müşahede etmekten gelen mesruriyetimizi ve memnuniyetimizi müjde eder, oralardaki kardeşlerimizi ve diğer uzak diyarlarda Nurları neşreden kardeşlerimizi tebrik ederiz. Ve hem gittiğimiz her beldede Nurları okuyarak islamiyet şerefiyle şerefyab olup,  hidayet nimetine mazhar olanları müşahede ettik. Cenab-ı Hak onların adedini arttırsın. Ve hepimizi ahir nefesimize kadar istikamet üzre hidayete mazhar etsin.
Bu vesile ile alem-i islamın müteferrik beldelerinde ve hususan Suriye’de ki ehl-i imana ve bazı ülkelerde Nur talebelerine karşı açılan muhakeme ve bilhassa Özbekistan ve Rusya gibi eski komünist ülkelerde yapılan mezalimin son bulması için ve medrese-i yusufiyelerde çile çeken kardeşlerimizin selameti için umum kardeşlerimizden dualarının devamını temenni ve rica ederiz.
Üstadımızın:
İki dehşetli harb-i umuminin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavi ve beşerin tam uyanması cihetiyle kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz, geri dönüp Hristiyan da olamaz. Olsa olsa küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’an ile bir musalaha veya tabi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’an’a kılınç çekemez. (Emirdağ-2, s.72)
Demesine binaen küfr-ü mutlakın ve metaryalizmin son kalıntılarının da inşaallah yakın bir zamanda bertaraf olacağını ve kardeşlerimizin de selamete çıkacağını ve Nurların da diğer dünya memleketlerinde olduğu gibi oralarda da kemal-i serbestiyetle neşrolacağını kaviyen ümit ederiz.
Hem Alem-i İslam’daki mezalimin de son bulup, bütün hadisat-ı elimanenin inşaallah rahmet-i İlahiye ile son bulması için dua ediyoruz:
“Evet, ben nasıl bu kış içinde baharı temenni ediyorum ve arzu ediyorum fakat irade edemiyorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. Öyle de hal-i alemin salahını temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanın ıslahını arzu ediyorum fakat irade edemiyorum çünkü elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs edemiyorum çünkü ne vazifemdir ne de iktidarım var.”(Mektubat, s. 69) diyen Üstadımızın da inşaallah buradaki ifadesindeki temenni ve duasına bizler de binler amin diyoruz.
Üstadımızın:
Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyyunluğa karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var: O da Kur’an’ın hakikatlerine sarılmaktır. Yoksa koca Çin’i az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye; siyasi, maddi kuvvetler ile susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-i Kur’aniyedir.
Rehber Risalesi’ndeki Leyle-i Kadir meselesi, şimdi hem Amerika hem Avrupa’da eseri görülüyor. Onun için şimdiki bu hükumetimizin hakiki kuvveti, hakaik-i Kur’aniyeye dayanmak ve hizmet etmektir.

Bununla ihtiyat kuvveti olan üç yüz elli milyon uhuvvet-i İslamiye ile ittihad-ı İslam dairesinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ı İslam’a taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için hem Amerika hem Avrupa devletleri Kur’an’a ve ittihad-ı İslam’a taraftar olmaya mecburdurlar.

(Emirdağ-2,s.54)
demesinden anlıyor ve ümit ediyoruz ki:
İnşaallah alem-i İslamı keşmekeşe sevk eden Batılılar –anarşistliğin verdiği zararlarla– bin pişman olarak ittihad-ı İslam’a ve hakikat-ı Kur’aniyeye ister istemez taraftar olacaklar ve nev-i beşer de sulh-u umumiden gelen istirahat-ı ammeye mazhar olacak. Evet
“Bu ahir zaman çok çalkalanıyor, bu fitne-i ahir zaman acib şeyler doğuracağını ihsas ediyor.” (Barla Lahikası s.339)
Risale-i Nur’un neşrindeki fütuhatı hülasaten de olsa bahsetmek çok uzun olacağı için şimdilik ehemmiyetli gördüğümüz; Üstadımızın yirmi büyük mecmua kadar fütuhata medar olacağından bahsettiği ve aynen şöyle denildiği:

Aziz, muhterem kardeşimiz Tahsin Bey! 
Leyle-i Kadrinizi tebrik eder, muvaffakıyetler dileriz. Üstadımız size hususi selam ediyor. Dedi ki:Tahsin’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat yirmi büyük mecmua kadar fayda verdi, fütuhat yaptı.

Şimdi bir parça ilişmelerine kat’iyen merak etmesin. Nazar-ı dikkati celbettiği için büyük bir ilanname hükmüne geçti. Şimdiye kadar nasıl ki yirmi senedir yirmi büyük mecmua perde altında intişar etmesiyle çok büyük fütuhata medar oldu. Tarihçe-i Hayat’ın da perde altında intişarı inşaallah aynı neticeyi verecek. (Emirdağ-2 s.235)

Şimdi bu Tarihçe-i Hayat’ın Türkçesinin aynı tercümesi daha evvel Rusça ve Almanca’sının neşri gibi Arapça ve İngilizce’sinin de tercüme ve tashih olup neşredildiğini müjdeliyoruz. Evet bu Tarihçe-i Hayat Üstadımızın “Muhtelif meslek ve meşreplere mensup bulunan muharrirlerin indi mütalaalarına ve ediblerin yersiz mübalağalara kaçan kalemlerine havale edilerek safiyeti bozulmamış…”olarak tanıtılmasına, Risale-i Nur’un ve Üstadımızın sıddıkiyet mesleğinin ve azami ihlas, azami sadakat, azami fedakarlık, iktisat ve istiğna meşrebinin muhafazasına büyük hizmet ettiğini ve edeceğini gittiğimiz belderlerde hususan hariçte müşahede ediyoruz.
Salisen: Dünyanın muhtelif beldelerinde açılan medrese-i nuriyeler ve ehl-i hizmetin fedakarane bu beldelerde sadakat ve kanaat ile azami ihlas, azami takva ve müfritane irtibat ile devam eden gayret ve hamiyetlerini tebrik ediyor bu cümleden olarak Amerika kıtasının en büyük camii şerifi ve islam merkezinin açılmasına muvaffak olan başta Reisi Cumhurumuz Recep Tayyip Erdoğan’ı, Hükümetimizi ve bilhassa Diyanet Riyasetini tebrik ve takdir ediyor, bu merkezi Hristiyanlığın şevket dairesi olan Amerika kıtasında kalplerin ve ruhların fethinin ve fethedileceğinin müjdecisi ve nişanesi addediyoruz. Rehberde ve Hutbe-i Şamiye’de tadad edilen beşaretler vücuda gelmeye devam ediyor.
Dua eden dua isteyen Bediüzzaman hazretlerinin hizmetkarı
Abdullah Yeğin 
Hüsnü Bayramoğlu
www.NurNet.Org

Dimağda iz’an mertebesi…

Dimağda iz’an mertebesi…

 

Dimağın beşinci mertebesi iz’andır.

İz’an; akıl ve kalbin bir şeyin doğruluğu hakkında mutabık olmasıdır. O mutabakatı akıl kabul eder, kalb de o kabulü tasdik eder. Bu mertebede kişi yanlıştan kaçmaya ve doğru olanı yapmaya çalışır. Bu hâl “akıl fakültesinde değil, kalb ve gönül dünyasında gerçekleşir ve “iz’an” kelimesiyle ifade edilir. Kalben gönülden benimseme, iman etme, kabul anlamına gelen iz’an; mücerret bilgiden ziyade hissî algılamayla veya duygularla işlenmiş bilgiyle ortaya çıkar. İz’anın oluşmasında bilgiden ziyade duygular ve sezgiler ön plândadır. Gönülden his ağırlıklı bir kabul ve benimseme olan imanın yeri, bu yüzden akıl değil, kalbdir.”1

Dimağın iz’an mertebesinde imtisal (emre uyma, itâat etme) hâleti vuku bulur. İz’an; basîret, anlayış ve teslim olup itâat etmek mânâlarına geliyor. Bir şeyin hakikatine, hakkaniyetine ve doğruluğuna kalp ve akıl ile beraber karar vermek bu makamda meydana gelir. Bazen kalb bilir akıl bilemez, bazen de akıl bilir kalp karar veremez. İz’an da ise hem akıl, hem de kalb şuur ve idrak içerisindedir. İz’an akla kalbden aktarılan efkâra kalbten destek alınmasıdır, böylece iz’an sür’atli bir intikal hâlidir. Kalb bütünlüğünün ve kalbin destek verdiği sürecin başıdır. Tasdikde niyet, iz’anda ise bu niyete meyletmek vardır. İz’an meyil şeklinde kendini gösterir. Dimağdaki fikir bu mertebede artık o kişi için bir anlayıştır. Bu fikre o kişi artık sahip çıkar, benimser ve de tasdik eder. Zihin ile hariç arasında bir nev’i muamele olan iz’an ise, iki taraf ortasında bir münasebet-i tamme gibidir ki, nefsin inkıyadını lüzumlu kılar. Bu noktadan dolayı denilebilir ki; “İman, mantıkî tasdikten terekküb eder.” “Hem iz’anın mahkûm-u aleyhi yani (hakkında hükme varılan bir şeyi) tasavvur etmesi lüzumlu bir iştir.”2 Böylece iz’an vicdânî bir yakînidir. Öyleyse “İlimde iz’an-ı kalb olmazsa cehildir.”3 Tasdik ve iz’an bir mizana tâbidirler. Bundan dolayıdır ki tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür tasdik ve iz’an değiller.

Bu hakikate binâen “iman hem tasdik, hem iz’an, hem iltizam, hem teslim, hem mânevî imtisaldir.”4 Neticede hakka iz’an ve hakikati tasdikte ittifak esastır. Teshir-i akıl ve iz’an biaynilyakîn bir hükümdür. “Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.”5 “Ve tevhid-i hakiki öyle bir hüküm ve tasdik ve iz’an ve kabuldür ki, her bir şeyle Rabbini bulabilir.”6

Hads-i kalbînin ve iz’ân-ı aklînin pek çok menbaları vardır. İz’an-ı yakînî bürhan-ı kat’înin talebine muhtaçtır. Çünkü ”tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür; tasdik-i aklîden, iz’an-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar.”7 “Zira îmân, tasdîkle beraber hem iz’ândır, iz’ân ile beraber teslîm ve iltizâmdır.”8 “Bil ey kardeş! Sen her şeyi Cenâb-ı Hak’tan bildiğin ve ona göre iz’an ve yakîn getirdiğin zaman, elbette lâzım gelir ki; onun verdiği sürurlu olsun, zararlı olsun bütün hallere razı olasın.”9 Amma mü’mine-i arife olan nefis ise, her şeyi iman ve iz’an ile isbatlı olarak Allah’a verir.10 “Kâinatın gidişatında teemmül eden bir kimse, hadsî bir iz’an ile; fâiliyet ve te’sir, latif ve nuranîlerin ve maddeden mücerredlerin şe’ni olduğunu bilecek… Fakat infial, kabiliyet ve teessür ise, maddî ve kesif ve cismanî şeylerin işi olduğuna yakîn hasıl edecektir.”11

Dipnot:

1- http://hikmet.net/tag/taakkul/

2- Talikat’tan bazı parçalar

3- Mektubat (Hakikat Çekirdekleri), 2013, s. 798.

4- Eski Said Dönemi Eserleri, 2013, s. 631.

5- Şuâlar, 2013, s. 172.

6- Şuâlar, 2013, s. 255.

7 -Nurun İlk Kapısı, 2000, s. 129.

8- Eski Said Dönemi Eserleri, 2013, s. 769.

9 -Mesnevî-i Nuriye (Trc: Abdülkadir), Şule.

10- Mesnevî-i Nuriye (Trc: Abdülkadir), Şemme.

11- Mesnevî-i Nuriye (Trc: Abdülkadir), Habbe-    nin Zeylinin Zeyli.

 

Abdülbakî ÇİMİÇ

Dimağda tasdik mertebesi

Dimağda tasdik mertebesi

Dimağın üçüncü mertebesi taakkuldür.

Bîtaraf (tarafsız) olma taakkul mertebesinde doğar. Düşüncelerin hayal ve tasvir aşamasından çıkıp akledilerek değerlendirildiği aşamadır. Bu mertebede akıl, taakkulden önceki hayal ve tasvirleri eline alıp inceleyerek, tedkik ve tahkik etmeye başlar. Daha da somut bir veri haline dönüştürür. Taakkul, tasavvurda oluşan verileri süzerek ve eleyerek bir karara varır. Bu mertebe tarafsız olarak devam eden bir aşamadır. Taakkul mertebesinde akıl buraya gelen malûmatları tartmaya ve de akletmeye başlar. Bu fikrin olur, ya da olmazlarının makuliyetini arar. Taakkul, fikrî bir seyerân ve aklî bir cevelandır. Ayrıca insan bazan tahayyülü taakkul ile iltibas eder. Çünkü taakkul bir hüküm değil, dimağın bir mertebesidir ve taakkulde insan bîtaraftır. Bediüzzaman Hazretleri de “Bu cüz’î aklınızla hüsn-ü küllîyi ihata edemezsiniz.”1 der.

Taakkul, akıl terazisi ile tartmak, ölçmek, biçmek ve bir şeyin mahiyetini anlamaya çalışmaktır. Ölçmek, muhakeme etmek, değerlendirme yapmak bu mertebenin vazifesidir. Akıl, taakkul mertebesinde bir denetleyici gibi meseleyi net bir biçimde ortaya koymaya çalışır. İnsan taakkul mertebesinde düşündüğü ve aklettiği şeylerde “bitaraf” olması gerekir, ta ki taraftarlıkla hakîkati taharriden uzaklaşmasın. Tarafsızlık ancak taakkul mertebesinde gözükür. Bir meseleyi aklen idrak etmiş olmak, hemen tasdik, iz an ve itikadı gerektirmez. Çünkü taakkul, tahayyül ve tasavvurdaki birikimleri süzmeye, tartmaya ve elemeye çalışır. Dimağ bu mertebede bir terazi gibi tarafsız olarak kendisine gelen malûmatları tartmaya çalışır. Daha sonra tasdik edilecek olan fikirlerin şekillenmesine çalışılır. Safsata ve bîbehre hallerden tecerrüt edilerek bitaraf konumuna geçen dimağ ne kadar makul malûmat varsa toplamaya ve toparlamaya çalışır.

Risâle-i Nur’da Hutbe-i Şamiye eserinde akıl ile ilgili mühim noktalara temas edilmiştir. Şöyle ki: “Hem âyat-ı Kur’âniye başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havale eder, “Aklına bak” der. “Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki bu hakikati bilesin” diyor. Meselâ, bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki: “Neden bakmıyorsunuz? İbret almıyorsunuz? Bakınız ki, hakikati bilesiniz.” “Biliniz” ve “Bil” hakikatine dikkat et. “Acaba neden beşer bilemiyorlar, cehl-i mürekkebe düşüyorlar? Neden taakkul etmiyorlar, divaneliğe düşerler? Neden bakmıyorlar, hakkı görmeye kör olmuşlar? Neden insan sergüzeşt-i hayatında, hâdisat-ı âlemden tahattur ve tefekkür etmiyor ki, istikamet yolunu bulsun? Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalâlete düşüyorlar? Ey insanlar, ibret alınız! Geçmiş kurunlardan ibret alıp gelecek mânevî belâlardan kurtulmaya çalışınız” mânâsında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyasen, çok âyetlerde, beşeri, aklına, fikriyle meşverete havale ediyor.”2

Demek ki taakkul etmek Rabbimizin âyetlerle bizlere gösterdiği bir hakîkattir. Çünkü insan hedef ve maksadına taakkul ile ulaşır. Bediüzzaman Hazretleri “hayâlinizle tefekkür, gözünüzle taakkul ettiğinizden”3 diyerek avamda taakkulün mahiyetine işaret etmiştir. Ayrıca “fikren taakkul edebiliriz”4 diyerek de taakkulün fikirle yapıldığını ifade etmiş olur. Ancak “Biçare vesveseli adam, bazan tahayyülü taakkul ile iltibas eder.”5 Dimağ “taakkulde bîtaraf”tır.6 Yani hakîkate ulaşmak için dimağ bu mertebede tarafsız konumundadır.

İnşâallah konuya devam edelim…

Dipnot:

1- Muhakemat, 2013, s. 107.
2- Eski Said Dönemi Eserleri (Hutbe-i Şamiye), 2013, s. 329, 330.
3- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 210.
4- Eski Said Dönemi Eserleri (Nutuk), 2013, s. 184.
5- Sözler, 2013, s. 439.
6- Sözler, 2013, s. 1148.

Abdülbakî ÇİMİÇ