Bazı Hakikatlar

Allahütealâ’nın rıza ve sevgisine nâil olmak bütün Müslümanların en büyük arzusu olmalıdır. Bir Müslüman’ın her ameli bu gayeye hizmet etmeli; gece ve gündüz, zihni “acaba ne yaparsam Allah benden hoşnut olur ve beni sever” sualiyle meşgul olmalıdır.

Peki, Allahütealâ bir kulunu sevince ne olur?

Sahih-i Buhari’de geçen bir kutsî hadiste Allahütealâ şöyle buyuruyor:

“Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıracak olan amellerden en çok hoşuma gideni  (kulumun) ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. Kulum nafilelerle bana yaklaşmaya[1] devam eder ve sonunda sevgime erişir. Onu bir sevdim mi onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey istedi mi onu muhakkak veririm. Benden sığınma talep ederse onu mutlaka korurum. Ben yaptığım hiçbir şeyde mü’min kulumun ruhunu kabzedecekken ettiğim kadar tereddüt etmedim. (Zira) o ölümü sevmez ben de onun sevmediğini sevmem.”[2]

Bir mü’min için bundan büyük saadet olabilir mi?

Buradan hareketle hepimize düşen vazife; Allah’ın sevgisine, iltifatına nail olabilmek için Kur’ân-ı Kerimi ve Sünneti iyi tahlil ederek bu kaynaklarda gösterilen yolu hakkıyla ta’kib ve tatbik etmektir.

Mesela kul, “Allah, muttakileri sever” ayetini okuyunca muttaki olmak için çalışacak, takvayı, Allahütealâ’nın emirlerine uygun yaşamayı; “Allah, muhsinleri sever” ayetini okuyunca ihsanı, Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmeyi ve işini hakkıyla yapmayı kendisine şiar edinecektir. Kul bir yandan Allahütealâ’nın sevgisine nâil olmanın yollarını ararken bir yandan da Allahüteala’nın sevmediği, kerih gördüğü şeyleri bilecek ve onlardan kaçınacaktır.

Bu çalışma sadece Allah şunları sever, şunları sevmez şeklindeki ayetleri ihtiva etmekle konunun bir mukaddimesi niteliğini taşımaktadır. Bu mukaddimeyi tamamlamak ise Kuran’ı Kerim ve Hadis-i Şerifleri okumak suretiyle fert fert bütün Müslümanlara düşmektedir.

Çalışmamızda ilgili ayetlerdeki konu bütünlüğünü göz önünde bulundurarak ayetin tamamını, gerektiği yerde de ayetin öncesi ve sonrasını da zikretmeye çalıştık.

Ayet-i kerimelerin meallerini açıklama ve dipnotlarıyla beraber muhterem Hasan Tahsin Feyizli Hoca efendi’nin hazırladığı Feyzü’l-Furkan isimli açıklamalı Kur’an mealinden aldık.

Tarafımızdan yapılan açıklamaların sonuna  “mza” ibaresini koyduk.

Ey Allah’ım senden sevgini, seni sevenleri sevmeyi ve senin muhabbetine yaklaştıran amelleri sevmeyi dilerim. Allah tarafından sevilen bahtiyarlardan olma ümidiyle.(âmin)

Allah yolunda (mallarınızı) harcayın, kendi ellerinizle (kendinizi) tehlikeye atmayın;[3] iyilik edin. Şüphesiz ki Allah, iyilik edenleri sever. [4]

(Resûlüm!) Sana, bir de kadınların âdet hali hakkında sorarlar. De ki: “o bir rahatsızlıktır. Bu yüzden aybaşı halinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara (cinsel ilişki için) yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah’ın size emrettiği yerden onlara varın (birleşin). Şüphesiz Allah, çokça tevbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.[5]

(Ey Resûlüm!) De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, çok bağışlayan ve merhamet edendir.”[6]

(Âyet-i kerimede Allah’ı tanımak ve bilmekten değil, O’nu sevmekten söz edilmektedir. Çünkü samimi sevgide, münâfıklık olmayıp yakın ilgi, alâka ve bağlılık vardır. Bundan dolayı bir şeye ne kadar ilgi ve alâka gösteriliyorsa, ona olan sevgide o ölçüde demektir. Allah’ı sevmenin ölçüsü de O’nun emirlerini içtenlikle sevmek, yakın ilgiyle onları yerine getirmek, Resûlüne / onun sünnetine uymak ve onun prensiplerini örnek almaktır. İşte buna karşılık da yüce Allah, bizi seveceğini ve mağfiret edeceğini vaadetmektedir.)

[1] Bu âyette, malı israf etmenin, Allah yolunda (din uğrunda) harcamamanın helake ve azaba sebep olacağı bildirildiği gibi bunun dışında bazı şeylerin de helake sebep olduğu hakkında sahabe fetvaları vardır. Buna dayanılarak kendi canına kıyma, bile bile kendine zarar verecek bir hareket ve eylemde bulunma veya sağlığa zarar veren maddelerin kullanılması keyif verse de, bu âyetteki yasak hükmüne dahil edilmiştir.(ibn Kesir (çetiner) 3,768-769 , Mehmed Vehbi, 1,334-337

[1] Bakara: 195

[1] Bakara: 222

[1] Âl-i İmrân:

Hayır (gerçek onların söyledikleri gibi değil), kim ahdini yerine getirir ve Allah’ın emrine uyup günahlardan sakınırsa (bilsin ki), şüphesiz O, müttakî olan (yasaklarından kaçınan ve emrine uygun yaşayan)ları sever.[7]

Bir önceki ayet:

Ehl-i Kitab’dan öylesi vardır ki, ona bir kıntar (bin altın)[8] emanet etsen,  onu sana (eksiksiz) öder. Onlardan öyle kimse de vardır ki, ona bir dinar- (altın para) emanet etsen, devamlı üzerinde dikilip durmadıkça (veya dâvâya kalkışmadıkça) onu ödemez. Bunun sebebi de onların: “Ümmîlere (Ehl-i Kitab’dan olmayanlara karşı ne yapsak mübahtır.) Bizim aleyhimize bir yol (bize bir sorumluluk) yoktur” demeleridir. Onlar, bilip durdukları halde Allah’a karşı yalan söylemektedirler. (Âl-i İmrân 75)

O (takvâ sahibi) olanlar, bollukta ve darlıkta (Allah rızası için) sarfederler, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah iyilik yapan (ve güzel davranan)ları sever.[9]

(Takva sahipleri yani Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlar, dünya malına karşı olan tutumlarında çocukluk safhasını geçmiş fazilet safhasına ulaşmıştır. Çünkü çocukluk safhasındaki insanlar ihtiyacı olsun olmasın, azıcık fayda umduğu şeyi elde etmek için çırpınırlar ve onu elde etmeyince rahat edemezler; aç gözlü ve bencildirler, elindekini kimseye vermemeye ve göstermemeye çalışırlar. İkinci safhadakiler gözünü dünyaya dikmeyip, kanaate ulaşanlardır. Üçüncü safhadakiler ise takvâ sahipleri olup, maddeye bağımlılıktan kurtulup, İslami ölçüde kendisine yetecek olandan fazlasını Allah rızası için bollukta ve darlıkta sarfederler. İşte bunlar muhsindirler.[10])

[1] Âl-i İmrân: 76

[1] Enes (r.a) Hz. Peygamber’den “Kıntar”ın bin dinar olduğunu rivayet etmiştir. İbn Abbas (r.a) da böyle olduğunu söylemiştir. (bk. Razi 6, 193) Bir dinar ise çeyrek lira kıymetinde eski altın bir paradır.

[1] Âl-i İmrân: 134

[1] Mevlânâ bu durumu şöyle ifade eder: süt emen çocuk dadıdan vazgeçti mi yemek yemeye başlar, artık onu bırakır gider. Sen topraktan biten taneler gibi, yerin sütüne (maddesine) bağlanmış, ona alışmışsın. Kalplerin gıdasına alış da bu sütten kesilmeye bak. (Yoksa) ot gibi ayağın yere bağlı… Hakikate erişemez de bir yelle başını sallar durursun. (takvâya ve ihsâna ulaşamaz çürüyüp gidersin.) [Mesnevi,3,1280.beyt]

Nice peygamberler vardır ki onlarla birlikte (Allah erleri) birçok cemaat[11] savaştı da, Allah yolunda kendilerine gelen (meşakkat)lerden (dolayı) gevşeyip yılmadılar, zayıflık gösterip boyun eğmediler. Allah sabır (ve sebat) edenleri sever.[12]

Devamındaki ayetin meâli şöyledir:

Onların (bu anlardaki) sözleri: “Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla. (Savaşta) ayaklarımızı sabit kıl (bize dayanıklılık ve:

  1. ve kâfirler güruhuna karşı bize yardım et/zafer ihsan eyle.” Demekten başka bir şey değildi.( Âl-i İmrân: 147)

Âl-i İmrân: 148 ise şöyledir

İşte (bu yüzden) Allah, onlara hem dünya nimetini/mükâfatını, hem de âhiret sevâbının güzelliğini (cennetini ve nimetlerini) verdi. Allah, güzel hareket edenleri sever.[13]

(Ey Resûlüm! Genelde ve özellikle Uhud gazvesinde sen) Allah’dan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, elbette onlar etrafından dağılıverirlerdi. O halde onları affet, onlar için mağfiret dile ve (umûma ait) iş hakkında onlara danış, artık karar verdiğin zaman da, Allah’a güvenip dayan (onu yap). Şüphesiz Allah kendisine güvenip dayananları sever.[14]

[1] Âl-i İmrân: 148

[1] Âl-i İmrân: 159

 Bu hakikatleri sizinle paylaşan Abdülkadir  Haktanır

[1] Nafilelerle yaklaşanlar, öncelikle farzları yerine getirenlerdir, farzları ihlal edenler değil.

[2] Buhari – Rikak 38 / 6502 (Fethu’l-Bâri Şerhu Sahihi’l-Buhari c:11 shf:414 Daru’s-Selam- Riyad 2000)

[11] Âyet-i kerimedeki “ribbiyyun” kelimesine başta İbn Abbas (r.a.) ve Mücahid (r.a.) olmak üzere dokuz sahabe  bu manayı vermişlerdir. Süfyân-ı Sevrî; “Rabbe kul olanlar (Allah erleri)” , Abdurrezzâk da Hasan’dan rivâyetle; “muttaki âlimler” diye tefsir etmişlerdir.

[12] Âl-i İmrân: 146

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: