Bediüzzaman’ın Geceleri

Üstad Bediüzzaman’ın geceleri, Efendiler Efendisi’nin (s.a.v) gecelerine benziyordu. Bediüzzaman sanki Efendimizin bir aynası idi. Efendimizin özellik ve güzelliklerinin mesela takvasının, haşyetinin, tazarru ve niyazlarının, Allah’a olan sevdasının, saygısının, duasının, edebinin, ibadetinin, iffeti, sabrı, affı, şükrü, şecaati ve zühdünün yansımaları, çok rahat Bediüzzaman da seyredilebiliyordu. Sanki o, Peygamberimizin asrımıza düşmüş, bir nuru, bir gölgesi ve bir izdüşümü idi. Bunu anlayabilmemiz için Peygamberimizin ibadet hayatını ve gecelerini kısaca bir hatırlamamız lazım.

Peygamberimizin zikirsiz, fikirsiz, şükürsüz, duasız, istiğfarsız, ibadetsiz ve hikmetsiz geçen bir anı yoktu. Yemeğe başlamadan önce, yemekte ve yemekten sonra, yatağa girmeden önce ve uyandıktan sonra, tuvalete girmeden önce ve tuvaletten çıktıktan sonra, evinden çıkarken ve girerken, elbisesini giyerken, yolda yürürken, görürken, duyarken, tadarken, koklarken, dokunurken hasılı gece-gündüz her yerde ve her zaman dua, zikir, fikir, şükür, istiğfar ve ibadet onun işi idi.

Hz. Âişe validemizin bildirdiğine göre “O, hayatının hiçbir anında Allah’ı zikretmekten, yüceltmekten geri durmazdı. Gece kıldığı namazlarda, bazen bir gecede Bakara, Âl-i İmran, Nisâ ve Mâide sûrelerini okurdu. Bazen de bir âyeti sabaha kadar tekrar ettiği olurdu. “Ey insanlar! Allah’a tevbe ve istiğfar ediniz. Ben günde yüz defa tevbe ediyorum.” derdi. İbadet ü taat yolunda kendisini o kadar yorardı ki gece namazda ayakları şişinceye kadar ayakta dururdu. Aişe validemiz acıdığından: “Senin bütün günahların affedildiği halde niçin böyle sıkıntıya giriyorsun?” dediğinde: “Şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verirdi.

Namaz kılarken, kimi zaman haşyetinden, göğsünde tencerenin kaynamasını andıran fokurtular duyarlardı. Tefekkürü, hüznü ve sevinci devamlı idi. Allah’la olduğu için sevinci, Allah’a layık şükrü takdim edemediği için de hüznü bitmezdi. Mesrurdu, bir o kadar da mahzundu. Az güler, çok ağlardı. “Vallahi eğer benim bildiğimi bilseydiniz, siz de az güler, çok ağlardınız! Yataklarda eşlerinizle zevk edemezdiniz! Yollara düşüp avazınız çıktığı kadar yüksek sesle Allah’a yalvarırdınız.” derdi. Bu konu o kadar derin ve uzun ki ne kadar anlatsak bitmez. Onun için Mevlana bu husustaki çaresizliğini şöyle dile getirmiştir:

Nebiler Sultanı’nın güzel vasıflarını, hiç durmadan devamlı olarak şerh etsem, yüzlerce kıyamet geçer de yine bitmez.

Sevgili Peygamberimizin bu hali, Üstad Bediüzzaman’a şöyle yansımıştı: Öğrencilerinden Bayram ağabeyin gözlemleri şöyle: “Üstad, erken yatar, sabah namazına dört saat kala kalkardı. Teheccüd namazını kılar, münacat ve evradlarını sabah namazına bir saat kala bitirirdi. Okuduklarını, bir saat, başucundaki, bir metre genişliğinde dört metre boyundaki şecerede isimleri yazılı al-i beyt neslinden olan mühim zatlara bağışlardı. Talebeleri anahtar deliğinden bakarlardı, duasını bitirmeden kimse odasına giremezdi. Zira: “Benim bir dua vaktim vardır, o saatte melaike dahi olsa kabul etmem.” derdi. Mübarek gecelerde ve ramazanın son on beş gününde uyumaz, kimseyi de uyutmazdı. Talebelerini kontrol eder, uyuyanı su döker, uyandırırdı.

Hulusi Yahyagil ağabey diyor ki: “Barla’da bir gece yanında kalmıştım. Sabaha kadar uyumadan ibadet ediyor, zikrediyor, tazarru ve niyazda bulunuyordu, pek az uyur, uyur gibi görünürdü.” İnliyor gibi zikrine Barla’nın, Isparta’nın, Eskişehir’in, Denizli’nin, Emirdağ’ın, Afyon’un geceleri, dağları, evleri, otelleri, zindanları şahitti.

İniltisini saklamıyor, belki de saklıyordu ama, o kadarının sızmasına mani olamıyordu. Zira mesuliyet duygusu taşıyan bir insan için Rabbinin azameti karşısında öyle ağlayıp inlemek çok değildi. Çok görmüyordu. Ahiretteki inilti yanında bunun çok az kaldığını iyi biliyordu. Ve yine biliyordu ki burada inleyenler, orada inlemeyeceklerdi.

Refet Barutçu ağabey diyor ki: “Namazını vaktinde kılardı. Heybet ve huşu içinde namaza bir girişi vardı ki, tarifi mümkün değil. “İlahî Ya Rab, İlahî Ya Rab, İlahî Ya Rab!.. Allahu ekber!” diyerek sarsılır, haşyet içinde namaza girerdi. Biz arkasında korkar ve ürperirdik.” Bayram Yüksel ağabey de diyor ki: “Allahuekber!” dediği zaman, mübalağa olmasın ahşap bina sarsılırdı.

Emin Tekinalp ağabeyi Afyon’da hapse atmışlardı. Suçu belliydi. İman hakikatlerini okumayacaktı. Hapishaneye ulaştıklarında gecenin ikisiydi. O saatte ağlar gibi bir inilti duymuş ve bekçiye sormuştu. Adam: “Burada yetmiş beşlik Bediüzzaman diye bir hoca var. O her gece sabaha kadar böyle devam eder. Ne yapar bilmiyoruz, diyordu.

Üstad’ı evinde üç ay misafir etme ve arkasında namaz kılma şerefine nail olan Mehmet Fırıncı ağabey, Hazret’in namazda tesbihatı ve okuduklarını gayet ağır okuduğunu, duyarak, düşünerek okuduğunu söylemiştir.

Üstad, her gece teheccüd namazına kalkıyor, bazı günler uyuyamayan Molla Hamid onu görüyor, Üstad Hazretleri: “Keçeli! Madem uyuyamıyorsun, kalk sen de gel, beraber dua edelim.” diyordu. Molla Hamid, okuyacak bir şey bilmediğini ifade ediyor, o: “Ben dua ederim, sen amin, dersin.” buyuruyordu. Molla Hamid’in dua esnasında uykusu gelirse: “Ben de eskiden senin gibi idim; sonra alışırsın.” derdi, çok mütevazı idi. Arkasında kıldığım namazlardan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehabet ve haşyet verirdi insana. Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize:

Namazın sonunda tesbihat, namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.” Hazin bir sada ile bizden çok ağır tesbihat yapardı. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşu içinde kılana rastlamadım. Lailahe illallah` diye tesbihata başladığı zaman, eğer yanında bir tarikat ehli olsa cezbeye gelirdi. Sesi top güllesi gibi tok çıkıyordu.

Üstad daima ibadet ve münacatla meşgul olurken, saatlerce diz üstü otururdu. Böyle oturmaktan, ayağının parmağı yara olmuştu. Molla Resûl`e parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söyledi. Bu esnada Molla Resûl ateş yakmakla meşguldü. Üstad’ın o halini ve parmağının yarasını gören Molla Rasul, içinin acısını şöyle dile getirdi:

Biz de Allah`tan korkuyoruz, ama Üstadım, senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursaydın ayağın yara olmayacaktı!”

Üstad Molla Rasûl’ün bu sözüne karşılık:

Molla Resûl! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem Cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya” dedi.

8,5 sene kadar kaldığı Barla’daki komşuları diyorlar ki: “Üstadı, geceleri, Dershane-i Nuriye’nin önündeki bir mübarek çınar ağacının dalları arasında bulunan kulübecikte, sabahlara kadar zikr ü tesbihle meşgul olurdu. Hele bahar ve yaz mevsimlerinde bu muhteşem ağacın binlerce dalların, şevk ve cezbe içinde uçuşan kuşların arasında Üstadın böyle sabahlara kadar çalışmasını gördükçe, ne zaman uyur, ne zaman kalkar bilemezdik.

Bediüzzaman okuduğu evradı, tefekkürle içine sindire sindire okurdu. Hatta birçok hakikatin, evrad okurken kalbine doğduğunu biliyoruz.

Kur’an’ın hakiki ve tam bir nevi münacaatı ve Kur’an’dan çıkan bir çeşit hülasası olan Cevşen-i Kebir.” dediği bu muhteşem duayı Türkiye’de meşhur eden Bediüzzaman olmuştur. Bin özelliği bulunan bu duayı Üstad, her gün okurmuş; dünyevî çok faydalarını da görmüştür. Mesela Emirdağı’nda kendisini zehirlemişlerdi, ama öldürememişlerdi. O bunu okuduğu duaya bağlıyor ve şöyle diyordu:

Cevşen-ül Kebir gibi evrad-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat, hastalık, ızdırap çok şiddetlidir.” Ve yine diyordu ki:

Düşmanlarımın maddi-manevi zehirlerine karşı, Cevşen ve Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar.

13. Şua’da gördüğümüze göre, İmam-ı Gazali Hazretleri’nin tertip ettiği “Hizb-i Masûnu” da okuyordu. Bu dua Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tertip ettiği Dua Mecmuası’nda mevcuttur.

Üstadın düzenlediği Hizb’ül Hakaik-i Nuriye adlı evrad (dua) kitabında yer alan Abdulkadır Geylanî hazretlerinin münacaatı ve Şah-ı Nakş-ibendin evradı, evliyanın büyüklerinin salavatlarını içine alan “Delail’in-Nur, İmam Gazalî’den aldığı “Sekine”, Tabiî’nin büyüklerinden Üveys-el Karanînin duası, Lem’alar kitabının başına koyduğu ve akşam namazından sonra 33 kere okunmasının çok faziletli olduğunu söylediği altı ayet-i celile, Üstad’ın okuduğu muhteşem dualar arasındadır.

Bu kadar evrad ve ezkârı okumaya kimin gücü yetebilir ki? El-cevap: Ancak Bediüzzaman’ın gücü yeter. Bediüzzaman’ı, Bediüzzaman yapan özelliklerden biri de her halde bu olsa gerek.

Onun bu dua ve münacatları, onu dünya çapında tanınan, sevilen bir insan haline getirmiş ve Risale-i Nur gibi bir irfan hazinesinin doğmasına vesile olmuştur. Allah, bu duaları okumayı ve vird edinmeyi, Üstad-ı Muhterem’in kafilesi içinde Nebiyy-i Muhterem’e (s.a.v) kavuşmayı, onun şefaatiyle de Cemal-i Pâk’iyle şereflenmeyi hepimize nasip eylesin.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

1- Bu yansımaların daha detaylı ele alındığı bir dosya: Karakaş, Vehbi, Hz. Peygamber’den Bediüzzaman’a Yansımalar, (henüz yayınlanmadı, doğumu bekleniyor.)
2- Karakaş, Vehbi, Hicazlı Sevgili, s.72
3- Şiblî, II, s. 45
4- Tirmizî, Şemail, s. 224, 229-230
5- Müslim, Zikir, 41-42
6- Buharî, Teheccüd, 6; Müslim, Münafikûn, 18
7- İbn Mace, Mukaddime, 3
8- Buharî, Küsûf, 2; Müslim, Küsûf,1; İbn Mace, Hüzn,1
9- Bkz. Namazzamanı.net Peygamber Efendimizin Namazı
10- Üstad’ın bu sözü, zayıf bir rivayet olsa da Efendimizin şu sözüne ne kadar benzemektedir: “Benim Allah’la öyle vakitlerim olur ki, o vakitlerde ne bir mukarreb melek ve ne de mürsel bir nebi (hiç kimse) o araya giremez.” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafa, II, 173-174)
11- Akar, Mehmet, Secdede Bir Ömür,19-21
12- Akar, aynı eser, 25-26
13- Akar, aynı eser, 22-23
14- Şahiner, Necmeddin, Son Şahitler.
15- Nursi, Said, Tarihçe-i Hayat, 461
16- Nursî, Emirdağ, I, 145
17- Bkz. Yenidendoğus.net

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: