Bediüzzaman’da Endişe Kavramı 2

Yavuz Sultan Selim‘in önemli endişelerinden biri Müslümanların ittihadı konusudur.

Milletimde ihtilaf-ı tefrika endişesi
Kuşe-i kalbimde bizar eyler beni
İttihatken savlet-i adayı defa çaremiz
İttihad etmezse millet dağıdar eyler beni

Büyük adamların endişeleri ne kadar büyük. Yavuz Sultan Selim anadoludaki meydana getirilen tefrika ortamını Uzun Hasan ile yaptığı savaşta bitirmiştir. Eğer o gün Anadolu birliği sağlanmasaydı bugün ortam çok farklı olurdu. Bu yüzden endişede Bediüzzaman onunla birleşir. Onu ittihad-ı islamda selefi olarak kabul eder.

Hem Allah ile olan münasebetlerinde hem de ümmeti konusunda en büyük endişe imparatoru Cenab-ı Peygamber aleyhisselatü vesselamdır. Ümmetinin menfaatler konusunda birbirine düşeceğinden endişe etmiştir. Bir gün evinde sürekli dışarı içeri girer çıkar, Hz Aişe , “ Ne var Ya Resulallah “ . O’da “ Gökyüzü çok karabulutlarla kapalı korkarım geçmiş peygamberler gibi bir belaya duçar olur ümmetim “ der.

Mehmet Akif bedenini gerektiği gibi kullanmamanın endişesindedir.
Ne bana yaradı cismim ne yara yar oldu
İlahi bu bir avuç türabı neyleyeyim
Der.

Bediüzzaman okuyucularının imanlarının kurtulması endişesi ile eserlerine ihtarlar yazar, İkinci şuanın başında “ Bu risale benim nazarımda çok mühimdir, içinde çok mühim ve ince olan esrar-ı imaniye inkişaf ediyor. Bu risaleyi anlayarak okuyan adam imanını kurtarır inşallah” Başkalarının imanı kurtulunca inşirah ve ferah hisseden bir insan. Çünkü bu mühim ve ince iman esrarlarını ortaya koyan risale yine onun endişesinden doğmuştur, o endişeden doğduğu gibi , eserleri de endişeden doğmuştur. Bütün saadetler endişeden doğduğu gibi bütün ihanetler ve sorumsuzluklar ve kötülükler de endişesizlikten doğmuştur.

Daha küçük iken İstanbul surlarını gören küçük Fatih “Ne olur Allah’ım bu şehri ben zaptetsem “ diye , gayeyi hayalini açığa vurur. Doğduğunda babası Fetih Sure-i Muşikafını okuyan baba , ona Fatih ünvanını verir.
Bediüzzaman endişesizliğin talebeliği etkilediği birçok olay anlatır. Sünnet-i seniye risalesi ve Hikmet ül istiaze risalesi bu yönden önemli iki risaledir. Ebedi hayatın inşasında sünnete uymanın getirdiği faydaları , uymamanın getirdiği zararları anlatır. Hikmet-ül İ stiaze risalesinde ise arzuların ve şeytanla mücadelenin büyük bir endişe olduğunu ve insanın dini başarısını hazırladığını anlatır.

İhlas risalesi baştan sonar bir endişe risalesidir. Özellikle Yirmibirinci Lema’nın girişi bir ihlas endişesini yerleştirmek için yapılmış harika bir ifadeler zinciridir. İhlasa dokuz önemli özellik yükler.
Mühim bir esas
En büyük kuvvet
Şefaatci
Nokta-i istinad
Tarik-ı hakikat
Dua-yı manevi ,
Vesile-i makasıd
Haslet
Safi ubudiyet

Hep sempozyumlar yapıyoruz , ihlas sempozyumu yapsak daha vurucu olmaz mı . Bu kadar açık göz ve kurnaz insanın içinde ihlasın düsturları insanı muvaffak yapar mı , bunu araştırmak lazım. Her işte açıkgözler ve kurnazlar önde ise bunun ihlasla ne alakası var. Eğer bu dusturlara uyulsaydı dağ taş nur talebesi olurdu. Girişte zamana, düşmanlara , tazyikat, bida ve dalaletlere yapılan vurgular ne kadar ihlas endişesini zorunlu hale getirir. Bir de bizim halimizi ortaya koyan ifadeler vardır “Bizler gayet az ve zaif ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde “ Peki yük nasıldır.
Gayet ağır
Büyük
Umumi
Kudsi
Ne peki
Kudsi vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’aniye
Nereye konmuş

“ Omuzumuza ihsan-ı ilahi tarafından konulmuş. “Bediüzzaman’ın maksadı hasıl etmek için yaptığı bu yorum düzeni sonunda şu ifade zorunlu ve endişeyi harekete geçiren bir cümledir.

“Elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız”

İslam ve Osmanlı tarihindeki bütün ayrılıkların ve kavgaların özünde bu ihlas konusu var.

Risalede öyle endişeli cümleler varki . Nur talebelerini saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarklarına benzetiyor. Bu çarklar küçük mülahazalarla birbirinin önüne çıkarsa nasıl ahenkle çalışsın fabrika. Müslümanları selamet sahiline çıkaran bir geminin hademelerine benzetir nur talebelerini , hademelik değil beyfendilik, ağalık, despotizm, dayatma, ezme , büzme, ihtirasın hakim olduğu gemide nasıl selamet sahiline gidilir. Aldatmanın marifet uyarlığın enayilik olduğu bir yorum ve yaşam düzeni içinde iyi niyetli ve her hizmete uyar kişilerin garibanlığı mı ihlası anlamak. Lafı menfatlerinine göre uzatıp kısaltan bir yorum düzeni mi ihlası kazanmak. Nur hizmetinin tarihindeki bütün ayrılıkların özünde bu risaleden uzak düşünme var. Bir imparatorluk olacakken küçük dükalıklara dönen bir Anadolu beylikleri ne benziyor manzara.

Bediüzzaman endişeden doğmuştur dedik, onun büyük talebeleri de endişeden doğmuştur. Bir büyük endişe sahibi Zübeyr Gündüzalptir. Üstadın kapısı önünde yatar, olur ki ilk çağırdığında hemen koşamaz diye kendini hırpalar. Zübeyr ! dediğinde o hemen ! Buyur üstadım !” diye hazır olur. Ne ruh.Koşup tarlasını satıp Ayet ül Kübra veya Haşir’in basımı için çalışan odur. Hafız Ali’ Abi’nin “ Bir yolda iki ayakla yürünür “ deyişini bir ihtar kabul edip. Bütün malını mülkünü , aracılara tevzi edip, hizmete koşan adamdır. Bak şu Tahir Abi’nin yüzüne , o köyden nasıl bu büyük ruhlu adam çıkmış, her ihtilafı , her kötü sözü duymak istemeyen bir inanılmaz büyük ruh. “Tahir ahretteki makamını görseydi , delilirdi “ diyen bir Bediüzzaman.

Allah hepimizi endişeli kullarından eylesin.

Prof. Dr. Himmet Uç

 

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: