Bediüzzaman’da Endişe Kavramı

    Endişe denilen psikolojik durum, insanı korkutan her olay ve olguya karşı farklı şekillerde biçimleniyor. İnsanlar genellikle geleceklerinden  endişe ederler. Dünyevi ihtiyaçlarını karşılamak, kimseye muhtaç olmadan el açmadan yaşamayı düşünürler. Bu  tutum iyi bir tutumdur, dünyada dünyevi anlamda aziz bir şekilde yaşamak geleceğini kurmak ile mümkündür, yoksa dünyada çektiği bütün sıkıntılar geleceğini inşa etmekte ettiği laubaliliklerden dolayı onu sürekli huzursuz eder ve “sürekli keşke ben de çalışsaydım, böyle mi olmalıydı “ gibi yorumlarda bulunur. İnsan gelişme çağında psikolojisini ve çalışma takvimini iyi ayarlarsa bütün hayatı boyunca ideallerine daha yakın olur. Ama aksi durumlar da kötü sonuçlar doğurur.

DÜNYEVİ VE UHREVİ ENDİŞELER

      Endişe kavramı iki önemli şekilde biçimlenir, birisi dünyevi endişeler, ikincisi ise uhrevi endişelerdir.

     Peygamberimiz bu iki endişeyi birleştiren açıklamalarda bulunmuştur. Hemen ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya  çalışmaya örgütleyerek bu iki sanırı birleştirmiştir.

    Hakikaten bu söz çok ideal ve yerinde söylenmiştir. Endişe ile korku arasındaki sınırı belirlemek  zor bir psikolojik çözüm.

Bu endişe daha sonra korkuya daha sonra da paniğe ve anskiyeteye dönüşebilir.Psikolojideki anskiyete panik endişe demektir, çok zaman zararlıdır. Cahit Sıtkı’nın ölümden korkması bir panik bir anskiyetedir. Yunus Emre korkuyu yenmiş ve şöyle demiştir,

   Ölümden ne korkarsın korkma ebedi varsın

Yunus , Sırat köprüsünden de korkmaz. Ve

Sırat kıldan ince kılıçtan keskin derler

Varıp anın üstünde evler  yapasım gelir

     Ne kadar, Allah yanında itibarlı bir yer edinmiş bu sözü söylerken.

     Yine ashabdan birisi “ Bir kişi cennete gidecek olsa ben o olmak için çabalarım, bir kişi Cehennem’i gidecekse ben  o olmamaya gayret ederim “ der.

PEYGAMBERİMİZİN ENDİŞESİ

    Hazreti Peygamber de endişe kavramı yeni bir boyut kazanır, o ümmetini endişe edendir. Büyük adamlar milletlerini peygamberler ümmetlerinden endişe ederler.

     Bediüzzaman’ın hayatında kendini endişe etmesi başına büyük riskler açar. Van’a  gittikten sonra kendini kurtarma endişesi ile ibadete verince , alıp Barla’ya sürgün edilir, bunu kendisi söyler.

     Hazreti Musa  dağdan döndüğünde ümmetini çok kötü bir durumda görür, sürekli onlara yerler gökler  İlahını anlatırken döndüğünde her şeyi unutmuş olan bu garip insanlar bir buzağıya tapmaktadırlar. Onları bırakıp gitmez , onları kurtarmaya gayret eder.

UYANIK VE DÜŞÜNEN İNSANLAR

     Bediüzzaman Peygamberimizden en büyük miras olarak bu endişe kavramını almıştır, o peygamber muavini olan büyük insan sanki “ümmetimin ahiretinden ve dünyasından endişe et, onları uyanık ve düşünen insanlar haline getir” emrini almıştır, veya gibidir diyelim, çünkü bu doğru ama fiktif bir yorumdur.

    “Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem, orası da bana zindan olur” der.

    Ne kadar büyük bir endişe değil mi, bir bize kendimize bakalım, bir de bu sözün sahibine. Endişeden mutlu olmak işte Bediüzzaman. Biz küçük mutluluklarla mutlu olurken o endişeden mutlu olur.

BU GÜN ALLAH İÇİN NE YAPTIN?

     Uçuruma  düşerken bile endişesi davasıdır “ ah davam “ diye feryat eder. Bir çok insan bir araya gelmişiz, endişesi dünyevi makul isteklerini gerçekleştirmek olan birçok sözde uhrevi insanlar. “Bugün Allah için ne yaptın” endişesinden mahrum insanlar.

     Kendini bir itfaiye neferi gibi gören

   “Karşımda büyük bir yangın var,  alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor”  diyen bir şefkatli baba ve ana gibi

    insanları küfrün ve inkârın ve ibadetsizliğin, lakaytlığın yangınından kurtarmaya  çalışan insan.

   İnkâr büyük bir yangın,

   dini hakaika yabanileşmek büyük bir yangın,

   ibadette aşksızlık bir büyük yangın,

   herkes sokakta kendi yangınını anlatmak için yangın var diye bağırsa yeridir. Çünkü herkesin yanan  bir yanı vardır.

   Fuzuli  yalnızlık yangınını anlatırken, dar bir yerde kalmıştır.

Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge

Ne açar kimse kapım bad-ı  sabadan gayri

Der.

     Bediüzzaman ‘da endişe  kavramı o kadar çok işlenmiş ki neredeyse bir kitap olacak kadardır. Bediüzzaman  denen bu büyük adam adeta endişeden doğmuştur.

    “Ben de Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir  nur olduğunu bütün dünyaya isbat edeceğim “ demek , işte Bediüzzaman’ın rahm-ı maderi.

ÖLÜM VE HAYAT HAKİKATI

       Onuncu söz bir endişeden doğmuştur, çünkü ahireti anlamayan  bir zihin büyük bir olumsuzluk içindedir, Bediüzzaman imanın bu büyük kapısını açmak için on iki kapılı bir hakikat sistemi kurmuş, önce o hakikatlerin girişini suretlerde anlatmış daha sonra ise hakikatlere geçmiş, ne kadar harika bir tefsir ve tasarım.

    Miraç bir endişeden doğmuştur. Barla’da miraç konusunda ruhani mi maddi mi konusunda hocaların tartışmasını biri  O’na nakleder o da birkaç dakika düşünür ve Şamlı  Hafız Tevfik  Beyefendi’ye “ yaz  Şamlı “ der. Sonra emsali olmayan bu bahis nasıl ortaya çıkar. Bediüzzaman’ın bütün eserleri onun endişesinden doğmuştur.

BU EJDERHA İMANIN ESASINA İLİŞECEK

     Tabiat risalesi bir endişeden doğmuştur, kendisi anlatır. “Bin ü ç yüz otuz sekizde Ankara’ya gittim. (Zannedersem 1922 li yıllar)İslam ordusunun Yunana galebesinden neşe alan ehli imanın efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm. Eyvah dedim bu ejderha imanın erkânına ilişecek! “ (Tabiat risalesi )Toplumun imanını nasıl korumaya almış zihninde  endişeye bak” Eyvah dedim bu ejderha imanın erkanına ilişecek” Hergün,  evlerde okullarda,  salonlarda, sokaklarda erkanına ilişilen iman  ve imanı kendine dava edinmiş endişesiz insanlar. Demek endişe kişinin imanından doğan bir olağan üstü insani ve imani durum.

    Nurları dar bir  kalıp içinde görmeyi sadakat telakki eden , Bediüzzaman’ı kendi dar dünyasına hapsetmeye çalışan sözde sevenler. Onu çok yükseklerde görüp hayatın içinden kaçıran yorumlar.

    Dağlar gibi insanları küçük mülahazalarla kar tanelerine çeviren mülahazalar.

    Sineği bile kendi sanatına yeryüzü galerisine koyan Allah, Akif ‘i Bediüzzaman’ı anlatmakta bir mukayese  unsuru göremeyen mülahazalar.

    Küçük dağlar , tepeler ve çukurlar bile dağların büyüklüğüne selam durur. “Bir dağ ne kadar yüksek olsa bir tarafı yol olur “diyen halk şairi , azamet ile insanı birleştirir.

     Karşısındaki kadının titrediğini gören Hülasa-i Kâinat, “Korkma be kardeşim ben kral değilim, kuru ekmek yiyen bir dul kadının oğluyum “diyen. Nebiyyi Zişan “

     Her bahsin arka planında bu Bediüzzaman endişesi var. En büyük endişelerinden biri kitapları ve talebeleri!

      Talebelerinin haysiyetini sırtında yumurta sepeti taşıyan bir yumurtacı hassasiyetinde koruyan insan!

    Ayeti Hasbiyede bu endişelerini uzun uzun anlatır. “ Hayatımı ve  ve bekamı  o resailin  hakaik-i  imaniyeyi  isbat eden  her bir risalenin  bekasına  , devamına , ifadesine , makbuliyetine  feda etmeğe  her vakit  hazır olduğumu  ve saadetimi onların Kur’an’a hizmet etmelerinde  bildim.”(Ayeti Hasbiye)

Bir kitap olacak azamette bir konu Bediüzzaman’da endişe kavramı. Herkes kendi endişe kavramını tahlil etsin Bediüzzaman gibi toplumu, Müslümanları düşünen endişesi olmuş mudur, yüreğini ve aklını yoklasın.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.org