Bediüzzaman’ın Hayvanlara Karşı Gösterdiği Şefkat

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin 1918-1934 tarihleri arasındaki hayatını anlatanProf. Dr. Ahmet Akgündüz “Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi ve İlmi Şahsiyeti” adlı kitabının ikinci cildinde ilginç bir hatıraları şu şekilde aktarmakta.
 
Molla Hamid Ekinci Ağabey Anlatıyor:
 
Erek Dağı’nda bir yaz mevsimi boyunca Üstad’la beraber kalmıştık. Bediüzzaman’ın hayvanlara karşı gösterdiği şefkatin birkaç örneğini vermek isteriz.
 
Rızıklar tayin edilmiştir
 
Dağlarda, bol miktarda yaban elmaları bulunurdu. Biz bu elmalardan koparıp yemek istediğimizde, Üstad mani’ olurdu.
“Bizim hissemiz bağlar ve bahçelerdekilerdir. Bizim rızkımızı Cenab-ı Hak oralarda tayin etmiştir. Bu yabani meyveler, yabani hayvanların rızkıdır. Onların kısmetine dokunmamamız gerektir” derdi.
 
Kekliğin intikamı alındı
 
Bir gün bir avcı, Erek Dağı’nda bir iki keklik avlamış… Üstad bunu duyunca üzüldü. “Cenab-ı Hak ehli hayvanları bize musahhar etmiş. Dağdaki hayvanlardan ne istiyorlar?” dedi.
 
Aynı günün akşamında, bir kurt o avcının sürü içindeki bir keçisini öldürmüş, yemişti. Bu haber üzerine, Bediüzzaman gülerek: “Tam, tam! Ben kurdumu gönderdim, kekliğin intikamı­nı aldı.“dedi.
 
Kendi başlarına hiç bir şey yapamazlar
 
Bir yaz gecesi Üstad’la birlikte Zernabad suyu yanındaki eski harabe kilisede idik. Biz yattık, geceleyin baktım bir kurt içeriye Bediüzzaman’ın yanına gelmiş bekliyor. Ben korktum, sesimi çıkarmadım. Biraz sonra Kurt gitti. Sabah oldu, BediüzzamanHazretleri akşamki hadiseyi bir vesileyle ben sormadan kendisi anlattı:
 
Dün gece, geç vakitte ben kalkmış, elbisemi giyiyordum. Açık kapıdan bir hayvan girdi.
Ben evvela köpek zannettim. Sonra bana doğru geldi, baktım ki kurt… O zaman düşündüm, bu hayvanın niyeti nedir acaba? Karşımda durarak bana bakmaya başladı. Yarım saat kadar durdu. O bana, ben de ona baktım. Sonra çekilip gitti.
 
Ben onun halini şöyle tefsir ediyorum; lisanı hal ile diyordu ki: “Bu kadar zamandır senin yanında durdum, bana bir ikramda bulunmadın. Öyle ise ben de sana minnet etmiyorum, işte gidiyorum. Rezzakı Hakiki’nin sofrasında rızkımı arayacağım.”
 
Bu kurt hadisesi münasebetiyle, bir gün ben Üstad’a kurtlardan çok korktuğumu söylediğimde, Üstad: “Kardeşim bak, eğer bu yırtıcı hayvanların dizginini Allah yedi kudretinde tutmasaydı ve başı boş olsalardı, bizim burada onlara karşı koyacak bir silahımız da olmadığına göre, bizi her zaman gelip parçalayabilirlerdi. Fakat her şeyin olduğu gibi, bu hayvanatın dizginleri Allah’ın elindedir. Kendi başlarına hiç bir şey yapamazlar” şeklinde bir ders yapmıştı.
 
Sen evini başına yıkmışsın
 
 Bir gün Üstad bizlere: “Ben tesbihatımla meşgul olacağım, siz gidin dolaşın”demiş­ti. Biz çıktık, dolaşmaya başladık. Bir kaya üstüne çıkmış bir kertenkele gördüm Onu bir taşla öldürdüm. Dönüşümüzde Üstad: Nerelere gittiğimizi, neler yaptığımızı sordu.
 
Biz de anlattık. Ayrıca ben bir kertenkele öldürdüğümü söyledim. Üstad buna çok üzüldü.. Ve bana “Sen kendi evini başına yıkmışsın” dedi.
 
Ben de, bizde yedi kertenkele öldürmenin bir hac sevabı kadar sevabı olacağım söylerler dedim. Bu defa Üstad: “Otur da meseleyi muhakeme edelim. Kim haklı, kim haksız…” Oturduk, Üstad bana “şimdi ben sorayım, sen de cevab ver.” dedi ve: 
 
O hayvan sana saldırdı mı? Hayır…
 
Elinden bir şeyini aldı mı? Hayır…
 
Senin mülkünde, tarlanda mı geziyordu? Hayır…
 
O hayvanın rızkım sen mi veriyorsun? Hayır…
 
Onu sen mi halk ettin? Hayır…
 
Bu hayvanların ne için yaratıldıklarını, yani yaratılış vazifelerini biliyor musun? Hayır,..
 
Bu hayvanı yaratan Halık, onu senin öldürmen için mi yaratmış? Hayır, bilmiyorum.
 
Öyle ise sana kim onu öldür dedi… Evet bu hayvanların yaradılış hikmetleri ta’dad ile bitmez. Sen onu öldürmekle hata etmişsin.
 
Bir evi yapalım derken, diğer bir evi yıkmak olmaz
 
Erek Dağı’nda iken, kış mevsimi yaklaşıyordu. Eski harabe kilise de kışın kalmak zor olacaktı. Belki de mümkün olmıyacaktı. Üstad bize emretti, toprak içinden mağara gibi bir yer kazmak suretiyle bir barınak yapalım dedi. Yerini de bize gösterdi. Eski harabe kilisenin karşı yamacında bir yerde… 
 
Biz kazmaya başladık, toprak altından çok karıncalar çıkıyordu, yuvalan imiş meğer. Üstad geldi, baktı, gördü: “Bu karıncalan rahatsız etmeye hakkımız yok. Bir evi yapalım derken, diğer bir evi yıkmak olmaz” dedi ve bizi men’ etti. Başka bir yer kazmamızı emretti. Burada da yine karıncalar toprak altından çıktı. Üstad yine gördü, bırakın dedi. Bir başka yere gidelim…
 
Bu defa üçüncü bir yer kazmaya başladık, yine karıncalar çıkıyordu. Arkadaşım dedi; “şimdi yine Seyda gelir, bizi men’eder. O buraya geleceği zaman, biz toprağı karıştıralım, geldiğinde karıncalar görünmesin ki, bu işi bitirelim. Yoksa bizi akşama kadar yer yer gezdirir.”
 
Biz hain değiliz!
 
Erek’te kaldığımız günlerde Cuma namazlan için beraber şehre inerdik. Yine böyle bir cuma günü şehre gelmiş, Cuma’yı kılmış dönüyorduk Yolda Zernebad menba’ının alt yamaç­larında yürüyüp giderken, birden ne görelim, kocaman azgın çoban köpekleri dağdan koşarak bize doğru hücuma geçmişler.
 
Ben de güya müdafaa için yerden birkaç taş topladım. Üstad: “Ne yapıyorsun?” dedi. Ben de, efendim dağdan bize doğru, dolu dizgin gelen köpekleri görmüyor musun, kendimizi müdafaa etmiyelim mi, dedim. Üstad gülerek: “Ayıp ayıp!.. At o taşları.” dedi.
 
Ben taşları yere attım ne olacak diye bekledim. Köpekler bize tam yaklaşmışlardı. Üstad elindeki şemsiyesini köpeklere doğru uzattı ve “Biz hain değiliz!.” dedi. Köpekler olduğu yerde durdular, hücumu ve havlamayı kestiler. Biz de yanlarından geçerek yolumuza devam ettik.”
RisaleAjans