Bediüzzaman’ın Şiddetle Karşı Çıktığı İki Hareket: Kürt Teali Cemiyeti Ve Şeyh Said Hadisesi

Son zamanlarda Bedîüzzaman’a yönelik bazı itirazlar yükselmeye başladı. Bir asırdır bu itirazlar yapılıyor ve hatta Bediüzzaman, yalancı peygamber bile ilan ediliyordu. Ancak “her üren köpeğe taş atılırsa yeryüzünde taş kalmaz” kaidesince bunlara cevap vermeye değmez deniliyordu. Fakat son zamanlarda televizyon kanallarından açık hatalar yapılmaya başlayınca, bazı meselelerde cevap verme ihtiyacını hissettim.

Hem devletin istihbarat raporlarında ve hem de Bediüzzaman’ı tanımayana yahut meşreb farklılığı sebebiyle çekemeyen insanların en büyük ithamları, onun Kürtçü ve devlet düşmanı olduğu ve bu sebeple de Kürt Te’ali Cemiyeti ila Şeyh Said Hadisesi’nin birinci derecede kurucusu ve tahrikçisi olduğu yönündeydi. Yıllardır Bedîüzzaman ve Risale-i Nur hakkında yazdıklarımı bir araya getirdim ve yenilerini de ekleyerek değerli okurlarımız için bu eseri telif eyledim. Umarım ki, bu eser, neşrettiğimiz 6 ciltlik “Arşiv Belgeleri Işığında Bediuzzaman Said Nursi ve Şahsiyeti” isimli eser, aslında bu tür iddialara yeterli cevabı vermiştir. Ancak konu hassas olunca, bu konuyu bazı küçük ilavelerle herkesin okuyabileceği şekilde ayrı bir kitapçık yapmayı tavsiye eden çok sayıda talep üzerine ayrı bir kitap olarak neşretmeye karar verdim. Umarım ki, bu eser, hem okuyucuların dualarını ve hem de ağabeylerimin de hem maddi ve hem de manevi katkılarını temin eyler.

Bediüzzaman’ın her iki kesim tarafından Kürtçülük ve de bölücülükle itham edilmesine, iki açıdan bakmak gerektir:

Bediüzzaman’a hücum eden birinci cephe: Cumhuriyet nesli, Bedîüzzaman’ı yanlış tanımaktadır ve daha doğrusu, senelerdir devletin bütün imkânları ve bukalemun türünden aydınlar kullanılarak, Bedîüzzaman, Cumhuriyet nesline kötü tanıtılmaya çalışılmıştır. Onun mücadelesini tanımayan ve eserlerini okuyup talebelerini görmeyen, câhil veya aydın her cumhuriyet nesli, Bedîüzzaman, Said Nursi veya Risâle-i Nur kelimelerini duyunca, yapılan telkinler sonucu, Kürtçü, bölücü, gerici ve devlet düşmanı bir insan ve eser hayaline bir nevi mecbur edilmiştir. İstihbârât teşkilâtımızın bu zat ve eserleri ile alakalı raporlarını; silahlı kuvvetlerimize dağıtılan bölücü faaliyetlerle alakalı bilgilendirici eserlerin konuyla ilgili bölümlerini; 12 Eylül Hareketinden sonra YÖK eliyle bütün üniversitelerimize dağıtılan bölücü örgütler kitabının ilgili başlığını ve de bunların tesirinde fikrini geliştirmiş ilim adamlarımızın sohbetlerini okur yahut mütâla’a ederseniz, Bedîüzzaman’ı sevmemeyi bir ibâdet ve millî vazife telakki edersiniz. Gerçekten ben de mezkûr yerlerde anlatılan Bedîüzzaman’ı asla sevemem. Hâlbuki bu çevreler, nasılki senelerce, dünyaya adâlet tevzi eden ecdadımızı bize barbar ve kızıl sultanlar diye takdim etmişler, öyle de İslam düşmanları, şahsiyetinden ve eserlerinden çok korktukları Bedîüzzaman ve eserlerini de Cumhuriyet nesline öyle yanlış ve kötü tanıtmışlardır. Ancak güneşin balçıkla sıvanamayacağı hakikatını unutmuşlardır. Ne acıdır ki, son on yıldan önceye kadar güvenlik kuvvetlerimiz de bu menfî propagandanın tesiri altında kalmıştır.

Vatanı için hayatını ortaya koyan bu büyük dahiyi, bir vatan hâini gibi değerlendirmişlerdir. Meseleyi uzatmamak için sadece bu menfî vasıflardan birisi üzerinde duracağım. Geriye kalanları da, sizin idrâklerinize havale ediyorum. Ne zaman Bedîüzzaman ve onun eserlerinden bahsetseniz, siz, ister Türk ouan, ister Arap olun ve isterse de Osmanlı Hânedânından olun, Kürtçü damgasını yersiniz. Hâlbuki dünyada Kürtçülük ve Risâle-i Nur kadar birbirine zıt iki kelime bulunmadığı gibi, Türkiye’deki bölücü kürtçü hâdiselere karşı, Risâle-i Nur’dan daha mükemmel bir panzehir asla bulunamaz. Mevzuyu isterseniz biraz açalım ve bazı müşahhas misaller verelim:

Birincisi: Bir kısım araştırmacılar, Bedîüzzaman’ınc umhuriyetten önceki yıllarda Said-i Kürdî ünvanını kullandığını da ileri sürerek, onun doğuda bir Kürt devleti kurmak gayesiyle 1918’de tesis edilen Kürt Te’âli Cemiyetinin üyesi olduğunu ve bölücü faaliyetlerde bulunduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialarını desteklemek üzere, aynı cemiyetle beraber çalıştığını ileri sürdükleri Kürt Neşr-i Ma’ârif Cemiyeti kurucuları arasında Bedîüzzaman’ın da bulunmasını, fevkalade bir demagoji ile serrişte ediyorlar. Bu iddiaları hiçbir esasa dayanmadığını yapılacak kısa bir inceleme hemen ortaya koyacaktır.

Evvela, Osmanlı devleti kavim ve ırk esasına değil, din esasına dayanan bir devletti. Bu sebeple müslüman olmak şartıyla, millet farkı son 20-30 yıl bir tarafa bırakılırsa, ehemmiyet arz etmediğinden, Doğudaki bazı bölgelere Kürdistan Eyâleti yahut Bilâd-ı Ekrâd denilmesi ve orada yetişmiş devlet veya ilim adamlarına da Kürdî lakabının verilmesi, o zatın tanınması için kullanılan resmî bir ifade tarzıydı. Said-i Kürdî lakabı bu mana ile kullanılmış ve ne zamanki Cumhuriyet kurulup bu ifade yanlış anlaşılmaya başlanınca, bizzat Bedîüzzaman bunu Said-i Nursî şeklinde değiştirmiştir. Bununla da yetinmeyip eski eserlerindeki Kürdistan veya Bilâd-ı Ekrâd ifadelerini dahi vilâyât-ı şarkıyye şeklinde değiştirdiğini neşredilen eserleri ve talebelerinin şahâdetleri isbat etmektedir.

Sâniyen, Kürt Te’âli Cemiyeti ile Kürt Neşr-i Ma’ârif Cemiyeti arasında organik bir bağ yoktur ve maksadları da aynı değildir. Tarık Zafer Tunaya, bu cemiyetin kuruluşunu 1919’da demişse de, neşrettiği belgenin tarih ve kaynağını kaydetmemiştir. Ancak belgeyi, öylesine işlemiştir ki, mütalala edenler, Bedîüzzaman’ı Kürt Te’âli Cemiyeti üyesi zannederler. Hâlbuki ikisi arasında hiç bir alaka yoktur. Bedîüzzaman, İstanbul’a ilk defa geldiği 1907’lerden beri, şarkta bir dar’ülfünûn açılmasını müdâfa’a ettiği zaten bilinmektedir. Hatta Sultan Reşad’dan bu gaye ile belli bir tahsisat da almıştır.

Her ne kadar Kürt Neşr-i Ma’ârif Cemiyetinin ne zaman, hangi gayelerle ve hangi kurucularla tesis edildiği de tam belli değilse de, belli olsa ve Bedîüzzaman da bu cemiyetin kurucuları arasında bulunsa bile, bunda garipsenecek bir cihet yoktur . Zira Bedîüzzaman, şarkta maarifin geliştirilmesi ve bir üniversite açılması için başından beri gayret göstermektedir. Bu cemiyet, Erzurum yahut Bayburt Kültür ve Eğitim Vakfı gibidir.

Sâlisen, Kürt Teâli Cemiyetinin reisi olan Seyyid Abdülkadir’den gelen teklife verdiği şu cevap ise meseleyi kökünden halletmektedir:

“Allah u Zülcelâl Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de “Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever bu¬yurmuştur. Ben de bu beyan-ı ilahî karşısında düşündüm. Bu kavmin, bin yıldan beri âlem-i islamın bayraktarlığını yapan Türk Milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine ve 450 milyon (o zamanki islam âleminin nüfusu) kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi (bir kısım kürtçü) kimsenin peşinden gitmem” .

İkincisi: Bedîüzzaman’la alakalı yanlış tesbit ve yorumlardan biri de, onun Şeyh Said ile karıştırılması veya en azından Şeyh Said isyanına destek vermiş olduğunun yayılmasıdır. Maalesef gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bu tesbit, güvenlik raporlarına yazıldığı gibi, vatanperver ilim adamlarının zihinlerine de yer etmiş durumdadır. Şeyh Said’in Bedîüzzaman gibi bir dâhiyi yanına almak isteyişi doğrudur; ancak bu büyük âlimin mezkûr teklif karşısında takındığı tavır, kasden yanlış aksettirilmiştir. Buyurun, Şeyh Said’e olan cevabını beraber okuyalım:

“Türk Milleti, asırlardan beri islamiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştırmayınız. Bu şer’an câiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir. Dâhilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’an ve iman hakikatlarıyla tenvir ve irşâd etmektir. En büyük düşmanımız olan cehaleti izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akîm kalır. Bir kaç cani yüzünden binlerce kadın ve erkekler telef olabilir” .

Bediüzzaman’a hücum eden ikinci cephe: Kürtçülerdir. Bunlar da yukarıdaki iki hareketin kurucuları arasında Bediüzzaman’ın bulunduğunu ve Bediüzzaman’ın daima Kürtçülükten yana olduğunu izah etmeye çalışırlar.

Maalesef, yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, Bediüzzaman’a Kürtçü, Devlet Düşmanı ve vatan haini diyenler, aslında birbirine zıt iki ayrı grup halindedirler:

Birinci Grup, Kemalist Devletin ve rejimin resmi tarihidir. Kitapta açıklayacağımız üzere, ilk İstiklal Mahkemelerinde bütün büyük alimleri gözaltına alırken Kürdistan Teali Cemiyetinin kurucu ve yönetim kurulu üyelerinin listelerini İstanbul Valiliğinden istemeleri ve bunlar arasında Bediüzzaman ismine rastlamamalarına; nihayet İngiliz Arşiv belgeleri de ithamlarını çürütmelerine rağmen Kürtçü ithamlarına devam etmişler. Hatta her iki dernek ile alakalı İstiklal Mahkemesi Savcısının hazırladığı 333 kişilik listede, İngliz Muhibler Cemiyetinin Cağaloğlu Şube Başkanı olan Molla Said, kurucu olmasa da sonradan Yönetim Kuruluna girmiş olması ve İngiliz Dışişlerine yazılan Kürdistan Mektubunda imzası bulunması hasebiyle, kasden Bediüzzzman Said Nursi ile karıştırılmıştır. Sonradan 333 kişilik her iki cemiyetin maznunları arasında ve üçüncü sırada “Molla Said (Bediüzzaman)” diye kasden tahrif edilmiştir.

İkinci grup, hatta günümüzde bile yazılan doktora ve mastır tezlerinde de konu böyle anlatılmıştır. Aynı şey, Bediüzzaman’ı kürtçü göstermeye gayret gösterilen ve Şeyh Said’e itiraz etmemiş gibi yalanlar üreten ırkçılar da aynı ithamlara sarılmışlardır. Bu ikinci grubun itham ve yalanları hala devam etmektedir.

Bu çalışma gelen istek üzerine kaleme alınmış ve tarihe beyaz bir sayfa açılmıştır. Bu eserde belgeler konuşacak ve tabular yıkılacaktır. Zannediyorum ki, her iki itham ve iftira sahiplerini de susturacak derecede ikna edici olacaktır.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

Rotterdam – 15 Nisan 2017