Bekaya Nasıl Ulaşabiliriz-2? (Lem’alar, 3. Lem’a, 3. Nükte’nin Şerhi)

Şu mes’ele münâsebetiyle deriz: Ey insanlar! Fâni, kısa, faidesiz ömrünüzü; bâki, uzun, faideli meyvedar yapmak ister misiniz? Mâdem istemek insaniyetin iktizasıdır, Bâki-i Hakîki’nin yoluna sarfediniz. Çünkü: Bâkiye müteveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar olur. Mâdem her insan gâyet şiddetli bir sûrette uzun bir ömür ister, bekaya aşıktır ve mâdem bu fâni ömrü, bâki ömre tebdil eden bir çâre var ve ma’nen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çâreyi arayacak ve o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfîk-i hareket edecek. İşte o çâre budur: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. “Lillah, livechillah, lieclillah” rızası dâiresinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.

[ Lillâh, Allah için işleyiniz demektir. Livechillah, Allah rızası için görüşünüz demektir. Lieclillah, Allah için çalışınız demektir. Lillah kısmı, bireysel boyutu anlatır. Çünkü Allah için işlemek ile Allah için çalışmak bir birine benziyor. Aradaki farkı ortadaki Livechillah ifade eder. Bireysel ibadet etmek ve bireysel hizmet etmek, Lillah sınıfına girer. Livechillah, Allah için görüşünüz kısmı elbette Allah rızası için beraber çalışma, ibadet etmek mantığını doğurur. Allah’ın da istediği aslında budur. Lieclillah, Allah için beraberce çalışınız demektir. Ki Üstad 21. Lem’ada bu sıralama ile dine hizmeti anlatıyor. İlk Düsturda “ Kûmu lillâhi kanitîn” ( Allah için kıyam ediniz, namaza kalkınız, hizmet için toplumda kıyam ediniz ) diyor. Sonraki düsturlarda bir insanın âzâları gibi veya bir geminin müretttebatı gibi organize çalışmayı anlatıyor. Bu organize çalışmayı sağlayacak husus, Allah rızası için görüşmek ve organize hizmet kararı alacak şekilde meşveret ve şûra yapmaktır. ]

Bu hakîkata işareten Leyle-i Kadir gibi bir tek gece, seksen küsur seneden ibâret olan bin ay hükmünde olduğunu Nass-ı Kur’ân gösteriyor. Hem bu hakîkata işâret eden ehl-i velâyet ve hakîkat beyninde bir düstûr-u muhakkak olan “bast-ı zaman” sırrıyla çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı mi’rac, bu hakîkatın vücûdunu isbat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Mi’racın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs’ati ve ihâtası ve uzunluğu vardır. Çünkü: O mi’rac yoluyla, beka âlemine girdi. Beka âleminin birkaç dakikası, şu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir. Hem şu hakîkata bina edilen beyne’l-evliyâ kesretle vuku’ bulmuş olan “bast-ı zaman” hâdiseleridir. Ba’zı evliyâ bir dakikada, bir günlük işi görmüş. Ba’zıları bir saatte, bir sene vazifesini yapmış. Ba’zıları bir dakikada, bir Hatme-i Kur’âniye’yi okumuş olduklarını rivayet edip ihbar ediyorlar. Böyle ehl-i hak ve sıdk, bilerek kizbe elbette tenezzül etmezler. Hem o derece hadsiz ve kesretli bir tevatürle “bast-ı zaman” hakîkatını aynen müşahede ettikleri medâr-ı şübhe olamaz.

Şu “bast-ı zaman” herkesce musaddak bir nev’i, rü’yada görünüyor. Ba’zan bir dakikada insanın gördüğü rü’yayı, geçirdiği ahvali, konuştuğu sözleri, gördüğü lezzetleri veya çektiği elemleri görmek için yakaza âleminde bir gün, belki günler lâzımdır.

[ Zamanın uzayıp kısalması, hızlayıp yavaşlaması bir hakikattir. İnsan zamanın uzayıp kısalması meselesini hastalık zamanının bir türlü geçmemesinde hissediyor. Özellikle acı çekilen anlar, geceyi bir ömür kadar uzatıyor. Çünkü insanın ömrü boyunca çektiği acılar 5 voltajında 100 sefer yaşanmış ve 1 er saat sürmüş olsa, 40 yıllık süreç böyle olsa; bir sefer 100 voltajında bir hastalık acısı çekse ve 5 saat sürse bütün ömrünün acılarına bedel bir süreyi o zaman zarfında yaşar. O 5 saat ona 40 yıl gibi uzun gelir. Hakikatte de öyle uzun süreçte elde edilen kârı bir gecede Allah ona acıların temizleyici eliyle yaşattırır. Bu manada o 5 saat, 40 yıl hükmünde bir sonucu vermesiyle 40 yıl geçmiş gibi insan hayatında kalıcı izler ve sonuçlar bırakır. Bu, bast-ı zamana verilecek bir örnektir. Buna mukabil mutluluk içinde, her şeyin yolunda gidip aktığı dönemler su gibi akar. Kişi bir bakar ve kendini yoklar ki o eski günler üzerinden 10 yıl belki 20 yıl geçmiş. Benim Lise yıllarımın üzerinden 23 yıl geçti. Nasıl geçtiğini anlamadım bile… Çünkü zahmetsiz, elemsiz bir dönem… Fakat lisede kolum kırılmıştı. O gece ağrıdan sabahı zor ettim. Elemler ile insan terbiye oluyor; lezzetler insanı şımartıyor. Hayatımdaki bütün günahlarım lezzetli, rahat, zahmetsiz dönemlerimde işlendi. Bu gösterir ki, lezzetler insanı yoldan çıkartan bir bela oluyor. Eğer şükrü artırmazsa… Buna mukabil elemler insana haddini, hududunu, kulluğunu bildiren, işlenen günahların kirlerini temizleyen, şımaran nefsi tezkiye eden, gururlanan enaniyetin burnunu büken mukaddes bir araçtır. Hastalık dönemlerimde daha ihlaslı ibadetler yapmam, çaresizliğimi hissedip Allah’ın azametini müşahede etmem gösterir ki, elemler insan için bir lütuftur.

Bu noktada kişinin hayatında kalıcı ve bâki izler bırakması, insana hakikati net göstermesi, iç dünyasına hakikati nakşettirmesi noktasında yaşanan şeylerin değeri ölçülür. Beka âlemi bu boyuta bakar. Mahşer günü, milyarlarca insan lezzetlerin ona ebediyeti kaybettirdiğini görüp o lezzetlerden pişman olacak; milyarlarca kişi dünyada yaşadığı zahmet ve elemlerin ona bâki hayatı kazandıran kapı olduğu görüp Allah’a şükredecek… İşte o fâni lezzetler, bâki azapları doğurduğu gibi o fâni acılar ve zahmetler de, bâki lezzetler ve rahmetleri doğurmasıyla gösterir ki fânilerin içinde beka gizlenmiş, saklanmış. Asıl iş o bekaya bakan yönü keşfedip onu aktif hale getirmektir.

Bu noktada her fani iç dünyasında beka cilvesi taşıyan yönler bulundurduğundan ömründe o beka boyutuna mutlaka misafir oluyor. Sıradan insanlar rüya âleminde… O âleme girerek bizler, bast-ı zaman hakikatini yaşıyoruz. Bast-ı zaman, Bâsıt isminin tecellisidir. Zamanın değerini bilen, onu israf etmemek için çabalayan kişilere Allah’ın ihsanıdır. İnsanların hayatlarını kolaylaştırıp onların zamanını israf olmaktan kurtaran kişilere Allah’ın bir lütfudur. Çünkü asıl iş sadece kendi zamanını değil bütün insanların zamanını israftan kurtarmak ve Hakikat yolunda herkese yol aldırmaktır.

Bu manada insanlara hayatı kolaylaştıranlara Allah da maneviyatı kolaylaştırır. Binlerce evliyanın yaşadığı bast-ı zaman hadisesi buna misaldir. Onlar maddiyata ait işlerini bu tecelli ile kısa sürede halletmişler. Fakat büyük evliyalar maneviyata ait uzun mesafe ve zaman isteyen işleri çok kısa sürede bast-ı zaman ile halletmişler. Mir’ac hadisesi de bu tarz bir mu’cizedir. Beka âlemine girip gayb ve şehadetin hakikatlerini temaşa ederek milyarlarca belki katrilyonlarca yılda elde edilecek hakikat bilgisi ve hak hikmetini birkaç dakika içinde aldı ve geldi. Rivayete göre gidip geldiğinde abdest aldığı leğenin içindeki su dalgaları daha dalgalanmaya devam ediyordu. O kadar kısa süre içinde ezel ve ebedi duydu ve gördü.

Peygamberimiz ve diğer peygamberlerin miraçlarında, evliaullahın maddi-manevi kerametlerinde, sıradan insanlaran rüyalarında bu bast-ı zaman hakikati bir kanun olarak bulunuyor. Bu durum gösterir ki mekân da, zaman da Allah’ın elindedir. İsterse mekânı dürer, “tayy-ı mekan” yaptırır. Buna kabz-ı mekan da denilir. Bir anda kişi İstanbul’dan Mekke’ye namaza gider, gelir. İsterse mekânı ve maddeyi genişletir, insanı onun içine çeker ve boğar. Buna bast-ı mekan da denilir. Karun’un boğulmasında olduğu gibi… İsterse zamanı, katlar, dürer. Tayy-ı zaman ve kabz-ı zaman yapar. Ashab-ı Kehf’in 309 yıl uyumalarında olduğu gibi… İsterse zamanı genişletir, yayar, bir geceye 1000 ayın mahsulünü verdirir. Kadir Gecesi’nde olduğu gibi… Bu durum gösterir ki zaman da, mekân da mahluktur. Allah, zaman ve mekânda dilediği gibi tasarruf eden Baki-i Mutlak ve Mâlikü’l-Mülk’tür. ]

Elhâsıl: İnsan çendan fânidir. Fakat beka için halkedilmiş ve bâki bir Zâtın âyinesi olarak yaratılmış ve bâki meyveleri verecek işleri görmekle tavzif edilmiş ve bâki bir Zâtın, bâki esmâsının cilvelerine ve nakışlarına medâr olacak bir sûret verilmiştir.

[ İnsana verilen aklın gördüğü, ezeliyet ve ebediyet, ölüm sonrası ve doğumu öncesi zaman dilimleri ve daha ötede zamansızlık ve mekânsızlık hakikatleri gösteriyor ki insan zaman ve mekan üstü olan Yaratıcısı ile muhatap olabilecek donanımdadır. Bu manada insanda beka cilvesi taşıyan, zaman ve mekanla bağlı olmayan yönler bulunuyor. İnsan Bâki Zâtın aynası olarak yaratıldığı için bekayı arıyor. Beka ise, zamansızlık ve mekansızlık ile bağlantılı bir hakikat olduğu; insan ise zaman ve mekana mahkum olduğundan insanın bekaya erişebilmesi ancak Baki-i Hakiki ile irtibatıyla ve irtibatının kalıcılığı ile bağlıdır. Buna ehl-i tasavvuf “ beka billah ” diyor. Bizzat baki olan Allah’tır. Kulların bekası ve ebediyeti Onun ile mümkündür. Onun rızası ve tecellilerine aynalık için yaşadığı durumda insan için beka bilfiil hale gelir. İnsanın her hali baki bir hakikati gösterecek özellik kazanır. Aciz bir köylünün muhteşem Osmanlı Ordusu’na nefer olarak katılması ve o Orduyla beraber Avusturya’dan İran’a, Kırım’dan Yemen’e kadar geniş sahada yıllarca koşma imkanı kazanması gibi Allah’ın Ezelî ve Ebedî Saltanatına iman ile intisap edip İslamiyet ile teslim olarak katılıp bir nefer olan bir müminin ruhu için o saltanatın zaman ve mekana yayılan bütün âlemlerinde seyahat etme imkanı doğar. Çünkü fani Osmanlı Sultanı, askerine beka ve ölümsüzlük veremez, çünkü kendisi ölümlüdür. Fakat zaman ve mekanı dilediği gibi dürüp açan, dün ve bugüne insanı her an misafir eden, insanın kalb elini tâ ezele uzatıp sayısız üzüntüleri yaşatabilen, insanın ruh elini ta ebede uzatıp sayısız korkularla boğuşturan, insanın akıl ve hayalinin elini yaratılmışlar âleminin tamamında gezdirdikten sonra Kendi Alem-i Hususi’sine misafir eden ve uzandıran Zât-ı Akdes, isterse kullarına beka ve ölümsüzlük verebilir. Çünkü kendisi zâtî bir beka ile bâkidir. Nasıl ki nura sahip olan başkasına nur verebilir, ilim sahibi olan başkasına ilim verebilir, hayat sahibi olan başkasını ihya edebilir. Elbette beka sahibi olan da başkasına beka verebilir. Yeryüzünde ve kâinatta var olan hayat, ebedî bir ihya fiilini ve sermedi bir hayat sahibini akla gösterdiği ve kalbe hissettirdiği gibi; baki hakikatler ve değişmez kanunlarla kâinatı devam ettiren ve sabitleştiren bir iktidar da kendisinin değişmez bekasını ve sabit hakikatlerini bütün ihtişamıyla gösterir. İnsanı gittikçe yıpranan cismin kontrolünden çıkartıp günahlardan uzaklaştıkça gittikçe gençleşen, hakikatleri bildikçe gittikçe kuvvetlenen, hak uğrunda çabaladıkça gittikçe elmaslaşan bir ruhun hayat seviyesine doğru yükseltir. Bu şekilde gençleşen bir ruh, beka zevkini insana tattırabilir. Üstad’ın yaşlılık döneminde Çam Dağı’na koşarcasına hızlı çıkması, yanındaki genç ağabeylerin ona yetişememesi gösteriyor ki, O beka ufkunda ve ruhani bir hayatta yaşıyor. ]

Öyle ise böyle bir insanın hakîki vazifesi ve saadeti: Bütün cihâzâtı ve bütün isti’dâdatiyle o Bâki-i Sermedî’nin dâire-i marziyyatında esmâsına yapışıp, ebed yolunda o Bâkiye müteveccih olup gitmektir. Lîsanı

dediği gibi; kalbi, ruhu, aklı, bütün letaifi  “Yâ Bâki ente’l-Bâki” demeli.

[ Bâki-i Sermedî gibi terkiplerde Üstad bir sistemi anlatır. O, Bâki’dir. Fakat sen sana düşen vazifeleri yaptığında senin dünyanda Sermedî olarak tecelli eder, seni de Kendi zâtî bekası ile bağlar, sana da bekayı yaşattırır der. Bu meselenin tahakkuk sırrını Üstad hemen arkada şöyle ifade eder: “ dâire-i marziyyatında esmâsına yapışıp… ” Daire-i marziyatı, yukarıda izah edildiği üzere, Allah’ın emirlerinin çizdiği ruhani âlemde yaşamak, Onun yasakladığı fiil, duygu ve hallerden uzak durmaktır. Bu noktada farzları tahkiken yapma, haramları tahkiken terk etmek çok önemlidir. Bu durumda kişi bütün ruhuyla farzlara yapışır ve bütün ruhuyla haramlardan uzaklaşır. Onun bu tavrı, o farzları isteyen Esma-yı Hüsnayı kişinin ruhuna nakşeder. Mesela namaz, Kayyum isminin tecellisidir. Dinin, direğidir. Hem kişinin nura ermesidir. Bu manada Münevvir isminin eseridir. Hem bir zikirdir. Kişinin kalbine zevk verir. Bu açılardan dolayı Kur’an namazı hakkıyla kılmayı “ ikame ” ile ifade edip namazını böyle kılanları “mukim” olarak isimlendirir. Kayyum ismi, İbn-i Sina’nın tespit ettiği üzere Kaim ve Mukim isimlerinin toplamıdır. Var olup ayakta duran kaimdir; namazını hakkıyla kılan mukimdir. Bu şekilde kişi tam manasıyla Kayyûm ismine ayna olur. Zekat, Müzekki isminin eseridir. Hem malı temizler, hem mal ile kirlenen nefisleri temizler. Hem Cevad, hem Kerîm isminin tecellisidir. Allah’ın fakire ikramı ve cömertliğinin göstergesidir. Hem Müslümanlar arası köprü vazifesi görerek toplumu bir araya getiren Cami’ isminin bir tecellisidir. Bu şekilde İlahi emirleri yerine getiren bir kişi sayısız isimlere tutunmuş ve onlarla Allah’a bağlanmış, beka adına yaşanan bir hayatı kendi ömründe sergilemiş olur. Yaptığı her fiili, Allah toplum hayatı tarlasında 1000 meyve ile mahsuldar eder. Bizlere ebedî sevaplar olarak geri döndürür.

Bâki ismi, Sermedî şeklinde tecelli edince, zaman hakikati ortaya çıkar. Sermedî, ezelî ve ebedî demektir. İnsan ezelden gelip ebede giden bir yolcudur. İşte ezel geçti, ama ebediyete doğru yürüyoruz. İşte bu noktada Üstad cümlenin devamında “ esmâsına yapışıp, ebed yolunda o Bâkiye müteveccih olup gitmektir ” der.

Ebediyet bundan sonraki zaman dilimine bakar. Bu manada karşılaşılacak şeylerle ilgilidir. Dolayısıyla ruhumuzla alakalıdır, diyebiliriz. Ehl-i tasavvuf, kalbin aşk-ı bekası ile değişmezlik hakikati içinde bekayı arar ve bulur. Nur Talebeleri ise, madem Allah ebediyen yaratıyor ve yaratacağını söylüyor, o halde asıl iş ebediyet ve değişkenlik hakikati içinde bekayı bulmaktır, diyerek Cenab-ı Hakk’ın kullarının değişkenlikleri içinde tecelli eden değişmez saltanatı ve sabit Esmaü’l-Hüsnaları ile, sırr-ı Ehadiyet ve külli İlahi tecelliler içinde bekayı arar, bulur. ‘ Daha çok yarat, daha da farklı şekillerde tecelli et ya Rabbi! Bu şekilde bekanı doya doya zevk edeyim, cemal ve kemalini seyr ve temaşa edeyim ’ der. Ehl-i tasavvufa dehşet veren âlemin değişken, girift, karmaşık yapısı Ona celal, kemal ve azamet tecellisi olarak Tevhidin külliyeti içinde görünür. Allahu Ekber zikri içinde sonsuz bekayı hisseder. Allah’a daha bir odaklanır. ]

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: