BEN BİLÂL

Toplumlara yön veren insanların çok okuyan insanlardan çıktığı bir gerçektir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği konuşan, düşünen  ve okuyan bir varlık olmasıdır. İnsana ve insanlığa faydalı olmanın yolu okumaktan geçer… Allah’a güzel bir kul olmanın yolu da okumaktan geçiyor…

Okuyalım… Ancak bizi doğruya, güzele götüren yazıları, kitapları okuyalım… Yunus Emre’nin, ‘Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır’ …eleştirisine canı gönülden katılalım. Her emek meyvesi ile ölçülmelidir… Okumanın en güzel meyvesi insana kendini öğretmesidir.

Kitap vardır altın dolu kumbara gibidir… Kitap vardır sahte para dolu kumbaraya benzer. Okumak, insana öz eleştiri imkanı yapmasını sağlamalıdır.. İnsanı ahlaken yüceltmelidir. İnsanı bilgili ve ahlaklı yapmalıdır…Okumak insanı en doğruya ulaştırmalıdır. Okumak,  sapı-samandan ayırma kabiliyeti vermelidir. Okumak cahilliğin canına okumaktır… Okumak, sevgiliye koşmaktır… Okumak, bana bir zamanlar, kan pıhtısı olduğumu hatırlatmalıdır…

Kitaplar çeşmedir… Kitaplara,  çeşmelere koşan susuzlar gibi koşmalıyız… Susuzluğunu bilen çeşmelere koşar…Çeşmelerin kaynağı Kur’an’dır. Susuzluğunu gidermek istersen çeşmelerin kaynağına koş… Nefsini terbiye eden  kitaplara koş… Gönlüne tercüman olan kitaplara koş… Kitaplar meyveli ağaçlardır. Meyvelerin güzelini faydalısını seçmeliyiz. Yemeklerde tercih yaptığınız gibi,  kitaplarda da  tercih yapın. Zihninizin, kalbinizin, hayalinizin en güzel manalara layık olduğunu unutmayın. Rastgele  fikirlerin  oralara girmesine ve yerleşmesine  fırsat vermeyin.

Bataklığın bataklık olduğunu anlamanız için mutlaka o bataklığa girmeniz gerekmez.  Onun gibi,  batılın, yanlışın, batıl, yanlış  olduğunu anlamak  için batılı, yanlışı anlatan kitapları okumak  zorunluluğunuz yoktur. Karanlığa karşı en tesirli mücadelenin ışıkla yapıldığını  unutmayın.

Ben bugünlerde, H.A.L. Craig’ın kaleme aldığı “Ben Bilal”  kitabını okuyorum. Kitapta yazarın duygularının müthiş coşkulu, müthiş bir şiirsellik ve fevkalade güzel bir anlatımı var. İnsanları 21. asrın keşmekeş dünyasından, maddeyle, dünyeviliğe bulaşmış dünyasından alıp asr-ı saadetin sade, saf, temiz atmosferine götürüyor. Bilal’in davranışlarında, karanlığa karşı en tesirli mücadelenin, zulümlerin en acımasız şekilde uygulanmasına canı pahasına verdiği cevabı ve duyarlılığı  görüyoruz. Her yönüyle Müslümanların duygularının altüst edilmesi gerekiyor, duyarsızlıktan kurtarabilmek için, onları samimiyete, maneviyata sevk etmek için bu kitabın özellikle önemli bir fonksiyonu yerine getireceğine inanıyorum..

Kitabın her sayfasında “Ben Bilal”

“Ben kölelerin çocuğu, ben kırbaçların çocuğu Bilal” çığlığını hatırlatan cümleler karşılıyor bizi…

Gerçekten bu kitabı okurken Peygamberimizin (sav)  ve sahabelerin her birisini nasıl birer aslan olduğunu bir kez daha görüyorsunuz. Yazar H.A.L. Craig, çok ünlü, sadece Müslüman olmayanlar tarafından değil, “Çağrı” filminin senaristi olması sebebiyle Müslümanlar tarafından da hayranlık ve beğeniyle tanınan biridir. Craig, o film dışında, Çöl Aslanı, Ömer Muhtar gibi, ödüllü filmlerde ayrı bir yeri olan Waterloo gibi filmlerin de senaristliğini yapmış bir şahsiyettir.. Kendisi 1978 yılında vefat etmiş. Ama vefatından önce bu kitabı kaleme almış. Bu kitabı Türkçeye, İnsan Yayınları kazandırmış. Daha sonra Ufuk Çizgisi yayınevi tarafından 2008 tekrar yayınlanmıştır.. Gerçekten bir senaryodan beklenenin çok daha fazlası bu kitapta yer alıyor. Bir senaristin titizliğiyle, çevre tasvirleri, karakter tahlilleri, tabiatın anlatımı fevkalade… Kitap, 21. yüzyılın. idrakine, özellikle gençlerin mantalitesine, Hz. Bilâl gibi zirve bir şahsiyeti anlatan, önemli bir mesaj mahiyetindedir.

Asırlar geçti onun ismi unutulmadı. Milyonlarca Müslüman, çocuğuna Bilal adını verdi. Ben de oğluma Bilal adını verdim. Yeryüzünde Müslümanların ibadethaneleri, camileri onun sadasıyla çınladı. Ezan-ı Muhammedî okundukça hep o anıldı. O gün bu gün her mabette gökten inen bir hilâl, her minarede yerden yükselen bir Bilâl, hiç eksik olmadı. İnşallah kıyamete kadar olmayacak. Camilerde ona makam yapıldı. “Ya Hazreti Bilal-i Habeşî” (r.a.} diye yazılar yazıldı. Hat levhaları asıldı.

İslamiyet, insanlığa gönderildiği dönemde birçok ilkleri beraberinde getirdi. Sosyal, kültürel eşitlik getirdi, sınıf kavramını ortadan kaldırarak insanların eşit olduğunu ilan etti. Bilâl Habeşi’nin birçok yönüyle farklı bir konumu var. Birincisi Habeşli yani zenci, İkicisi, onun İslam’ı bereketlendiren Ebu Bekir Sıdık tarafından alınması ve azat edilmesi. Ve daha sonra son dinin “Son Peygamber”in tebliğ ettiği dinin mesajının, yani ezanı ilk okuyanın Siyahi, azatlı bir köle olması, Müslümanların ilk ezanını okumuş, daha sonra müezzinliğe devam etmiş, üçüncüsü Resulullah’ın özel müezzini olmuştur. Biliyoruz ki, namaz vakti girmeden önce Resulü Ekrem (sav) mescidi saadetine uğruyor “Ya Resulullah, essalat” diyordu. Onun çok az bilinen iki vasfı da, ordu levazımat tedarikçisi ve Beyt-ül mâl muhafızı oluşudur. Hz. Bilâl’in bütün bu özellikleri Craig’in dikkatini çekmiş olmalı ki, bu kurgusal romanını veya anlatısını onun üzerinden yapmıştır.

Miraç sonrası namaz emredildikten sonra, namaz vakitlerinin nasıl duyurulacağı hususunda Hz. Peygamber (sav) ve sahabeler arasında birtakım müzakereler yapılmıştır. Orada bazı tekliflerde bulunmuşlar. Mecusilerin ateş yakması, Hıristiyanların çan çalması veya Yahudilerin boru öttürmesi gibi bir çok davet şekilleri üzerinde durulmuştur. Ama o gece sahabeden bazılarına ezanın bugünkü şekli aynen rüyada talim edilmiş. Ve Peygamberimiz (sav) de bunu ilk defa okuma görevini Bilâl’e vermiştir. Bilâl’i seçmesinde de ilahi bir işaret vardı. Cenab-ı Hak Habibi Edibine Hz. Bilâl’i seçmesini emir buyurdu. Bu emirde, hem siyah, hem köle bir insanın seçilmesi ile insanların eşitliğini vurgulayan bir mesajı veriyordu. Üstünlüğün takva ile olduğu mesajı insanlığa bildiriliyordu. Ezan okuma görevinin Hz. Bilal’e verilmesi, Mehmet Akif’in deyimiyle ‘şahadetleri dinin temeli’ olan ezanların temeline bir insanın, eski bir kölenin sesinin tercih edilmesi, İslam davasının kılıçlara değil yüreklere dayandığını anlatan önemli bir simgedir.

 ‘Ben Bilal’ kitabının girişinde Bilal’e dair bir not başlığı altında Bilal’in kısaca hayatından kesitler verilmiş. Mekke’de doğmuş olup Rabah adlı Habeşistanlı bir kölenin oğludur Bilal-i Habeşi. Puta tapan bir şehirde bir Allah’a inancı sebebiyle eziyet görmüştür, Hz. Muhammed’in (sav)yakın arkadaşı Ebu Bekir tarafından satın alınıp âzâd edilmiştir, İslam’ın ilk savaşlarında ordulara yiyecek tedarikinden sorumlu olmuştur ve Peygamber’e öylesine yakındır ki sabah O’nu uyandırmakla vazifelidir. Hz. Muhammed’in vefatından sonra Bilal’in bacakları kederinden onu taşıyamamıştır. Tekrar ezan okumak için basamakları çıkamamıştır.

Amerika’daki siyahi Müslümanlar kendilerini Bilalî olarak adlandırmış olmaları da Bilal’i sahiplenmeleri açısından oldukça güzel bir davranıştır.

Kitap iki bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde Bilal’in köleliğinden tutun da, vahye şahit olmasına, ilk ezan okunması, Efendimiz ile karşılaşması, hüzün yılını anlatması ve Peygamber Efendimiz’in hayatında şahit olduğu en önemli olayları kısaca ele almıştır. Bilâl, İslamiyet’e girenlerin ilklerinden olduğu gibi, açıktan Müslüman olduğunu ilan edenden ilk yedi kişi içinde de yer aldı. Ancak, bu durum, İslam’a şiddetle karşı olan sahibi Ümeyye bin Halef’in büyük öfkesine sebep oldu. Ümeyye el ve ayaklarını bağlayarak Bilâl’i öğle vakti kızgın kumların üzerine sırtüstü yatırdı ve daha sonra büyük bir kaya parçasını da göğsünün üzerine koydu. Bu işkenceyi uzun bir süre devam ettirdi. Olayı, Bilal’in dilinden kısaca dinleyelim:

“Beni dışarıda kazığa bağladılar ve Ümeyye bir kırbaç aldı.

İşkenceme takılıp kalmayacağım. Acının hâfızası yoktur; o kendi mevcûdiyetinde var olur. Ayrıca o gün hakkında çok şey söylenmiştir ve ben kendimi çokça bir şehîd gibi buldum. Ancak Allah, güneşten daha kuvvetlidir ve insan ruhuna bir kırbaçla dokunulamaz.

Allah’ı yüksek sesle, bildiğim tek şekilde ve bildiğim tek ismiyle andığımı hatırlıyorum: “Tek Allah”. Ben, on binlerce kişiyi namaza çağıran Bilâl, o vakit hiçbir dua bilmiyordum. Yine de O’nun adını andım, O da kalbimde bana cevap verdi. Kırbaç altında çığlık atmadım, nefesimi Allahım için tuttum. Onların merhametini rica etmedim, yalnızca O’nunkini istedim.

Her işkencenin ara verildiği anlar, sınırların bir tanınması vardır. Şoklar esnasında çabucak ölseydim, Ümeyye’ye göre iki kez hırsız olurdum. O aralardan birinde Ebû Süfyân’ın karısı Hind, bir parfüm esintisi ve şemsiyesinin gölgesiyle tepemde belirdi.

Sözlerimi işitmek için eğildi: “Tek Allah”. Sonra dönüp güldü. Hind’in çok şirin bir gülüşü vardı. “Kölenin va’z ettiğine yemin edebilirsiniz.” dedi. Sonra kırbaç tekrar be tekrar ünledi üzerimde.

Bir anlığına, bir ağacın rüzgârdan salınışındaki gibi ölüme uğrayıp uğramadığımı merak ettim. Ama kim söyleyebilir? Öldüklerini bilen yalnızca ölülerdir. Yine de çektiğim acıların dindiğini söyleyebilirim. Bana işkence edenler ırak oldular bana; üzerime ağırlıkları eninde sonunda beni ezip öldürecek kayaları koyduklarında bile yalnızca yeni ve farklı bir şeyler yaptıklarını düşünüyordum.

Onların ulaşabileceklerinden ötedeydim. Onları büyük Ukaz Panayırı’nda dans eden keçiler gibi saçmalıklarıyla uğraşırken izledim.

Sonra gözlerimi kapayıp semaya baktım. Aniden önümde yeşil alanlar ve meyveli ağaçlar belirdi. Pınarların akışını işittim. Gölgenin şirinliğini tattım. Her ırktan erkek ve kızların saygınlıkla yürüdüğü bir bahçeye girdim. Beni selâmladılar ve bir çeşmeye götürdüler. İçtikçe ruhumun susuzluğu azaldı ve Allah’a yakın olduğumu anladım…”

İkinci bölüm. Bu bölümde tarihten sayfalar başlığı altında sekiz ayrı başlık bulunmaktadır. Ve her tarih sayfasının arasına yine Bilal’in anlatımları var. Efendimizin savaşları, Uhud günü, Ebu Süfyan’ın teslim oluşu, Kabe’ye nasıl tırmandığı v.s. yine Bilal’in dilinden anlatılmış konular. Yine bu bölümde Bilal’in Muhammed (a.s.)’ın vefatını anlatması yaşamadığımız halde, yaşattırır derecesinde etkili bir üslupla yaşattı zamanın en hüzünlü halini bizlere…

Bilâl’in sesi gür ve güzeldi. Mekke’nin fethinden sonra Kabe damına çıkıp, ezan okudu. Peygamber Efendimize de ömür boyu müezzinlik yaptı. Irk ayrımı gözetmeyen İslam Peygamberi’nin bu mübarek sahabeye ezanı okutması, ten renginden dolayı bazı kimseleri insan olarak görmeyen müşrikler tarafından hoş karşılanmadı. Risâle-i Nur’da da zikredilen bir hadisede Kureyş müşriklerinin Bilâl’e yaptıkları hakaretten söz edilmektedir: Kabe damına çıkıp ezan okuyan Bilâl’i gören Kureyş reislerinden Ebu Süfyan, Attab ibn Esid ve Haris ibn Hişam kendi aralarında söylenmeye başladılar. Attab; “Pederim Esid bahtiyardı ki bugünü görmedi” derken, Haris de, “Muhammed bu siyah kargadan başka adam bulamadı mı ki, müezzin yapsın?” sözleriyle hakarette bulundu. Buna karşılık temkinli olan Ebu Süfyan, “Ben korkarım, bir şey demeyeceğim. Kimse olmasa da, şu Batha’nın taşları ona haber verecek; o bilecek” dedi. Nitekim kısa bir süre sonra kendileriyle karşılaşan Peygamber Efendimiz, konuştuklarını aynen aktarınca, Attab ve Haris orada Müslüman oldular. (Mektubat, İstanbul  2007, s. 186-187)

Bilâl (ra), Peygamber Efendimizin katıldığı bütün savaşlara katıldı. Peygamber Efendimizin ahirete irtihaline kadar yanından hiç ayrılmayarak, zamanının büyük bir kısmını Onunla birlikte geçirdi. Hazreti Ebubekir’in halifeliği sırasında, cihad maksadıyla Medine dışına çıkmak istediyse de Medine’de kalmasında ısrar edildi ve Hazreti Ebubekir onu kalmaya ikna etti. Hazreti Ebubekir’in vefatına kadar yanında kaldı.

Bilâl (ra), Hazreti Ömer (ra) zamanında gerçekleşen birçok savaşa katıldı. 641 yılında Şam’da Hakk’ın rahmetine kavuştu. İslam’ın bülbülü Bilâl (ra), Şam’da mütevazi bir türbede Cafer-i Tayyar’la birlikte yan yana derin bir sükun içinde yatmaktadırlar. Hayatta iken Yüce Peygamberin(sav)övgüsüne mazhar oldu. Peygamber Efendimiz,(sav) “Ey Bilâl! Ben, Cennette, önümde senin ayakkabılarının tıkırtısını işittim” buyurarak cennetlik olduğunu kendisine müjdeledi. (M. Asım Köksal; İslam Tarihi, Şamil Y., C: VIII, İstanbul, s. 121)

Mekke fethi günü Rasûlullah (sav) efendimizle birlikte Kabe’nin içine girdi. Yine o sevgilinin emriyle Kabe’nin damına çıktı ve fetih ezanını okudu. Tevhid kelimesi onun gür ve yanık sesiyle Mekke semalarında dalgalandı.

Ne büyük mutluluk bu Allah’ım!.. nerden nereye!.. Dün bu topraklarda senin adını söyleyebilmek için zulüm gören, işkenceler altında inleyen Bilal, bugün Kabe’den Senin adını bütün dünyaya ilan edercesine ezan okuyor… Putlar devriliyor şirkin karanlıkları İslâm’ın nuruyla dağılıyor… Şefkat ve merhamet abideleri sahabeler büyük bayram yapıyor… Herkes serbest diyor. Sevgili Peygamber Müşrikler şaşkın ve mahcup. Kendini yenen koşuyor İslâm’a. Nefsini yenemeyen kin ve düşmanlıklarıyla baş başa kalıyor…

Bilal, Kabe’nin damına tırmandı.
Sorumluluk korku vericiydi.
Bilal putlara karşı tırmanıyordu.
Eğer düşseydi putlar parçalamış olacaktı.
Ve Bilal Kabe’nin damındaydı…
On binlerin yüzleri yukarı bakıyordu.
Aşağıda derin bir sessizlik…
Kalabalık tek bir kelime etmiyordu.
Gökyüzüne baktı Bilal.
Gök bütün nefesini tutmuştu. Bir esinti dahi yoktu. Kızgın çöl gözlerinin önündeydi.
Güneşe baş kaldıran yılanlar gibi ıslıklanıyordu yine kırbaçlar, “ehad… ehad…” sesleri geliyordu karşı tepelerden.
Birden korktu Bilal.
Nerede olduğunu ve kendisinden ne istendiğini biliyordu.
“Allahüekber Allahüekber”
Kabe’nin damından kanatlandı ilk ezan.
Ezan Arafat tepesinden yankılanıp geri geliyordu. Sadece Peygamberimiz (sav) bineğindeydi.
Başı önünde, bir eli diğerinin üzerindeydi.
En yakınında Ebu Bekir, Ali ve Ebu Zer ona eşlik ediyordu. Bilal uçuyordu.
Göklere doğru bir köle uçuyordu…. (Ben Bilal. kitabının kapak sayfasından)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Bilâl’e:

“Bilâl, Müslüman olduktan sonra yaptığın ibadetler arasında en fazla sevap beklediğin hangisidir? Çünkü ben cennette, senin ayakkabılarının tıkırtısını önümde duydum” diye sordu.

Bilâl de:

“Gece veya gündüz abdest aldıktan sonra bu abdestle kılabildiğim kadar namaz kılarım. En fazla sevap beklediğim ibadet budur, “dedi.(Buhârî, Teheccüd 17, Tevhîd 47; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 108)

İsmini büyük bir sevgiyle andığımız Bilal-i Habeşi’yi müşrikler ‘Kara karga’ diye küçük görürlerdi. Allah Resulü Efendimiz (sav) ise, ‘Bilal benim müezzinimdir!‘ diye sevgisini ifade eder, değerlendirmesini şöyle yapardı:

Allah sizin beden yapınıza ve dış görünüşünüze bakmaz. Kalbinizdeki niyetinize ve amellerinizdeki tercihlerinize bakar. Çünkü bunlar sizin kendi kazancınızdır.Sözün özü: İnsanlar fiziki ve fıtri yapısıyla değil, kendi idrak ve iradeleriyle kazandığı vasıflarıyla, bilgi ve becerileriyle değerlenir, itibar kazanırlar. Var mı kendimizi vasıflı insan haline getiren bilgi, beceri ve emek mahsulü vasıflarımız, azim ve gayretlerimiz? Yoksa kendi eserimiz olmayan, bize verilen fiziki ve  fıtri yapımızla mı kendimizi yüceltiyor, ya da aşağılıyoruz?

Resul-i Ekrem Efendimiz,  ”  Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.” Diyor.

“Sakın benim Sahabelerime sövmeyiniz, sakın benim sahabelerime sövmeyiniz. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Uhud dağı kadar altını sadaka olarak verseniz dahi, sahabelerimden birinin iki avuç hurma sadakasına, hatta bunun yarısına bile yetişemezsiniz.”

Bu gökteki yıldızlardan biri olan, Bilal-i Habeşi’yi hatırladık. Huzurlu yaşamak için, O’nun hayatından  örnek alacağımız çok prensipler var. Sahte, sönmeye mahkum yıldızların arkasından gitmeye gerek yok. Hayatımızı gökteki yıldızlarla şekillendirelim, güzelleştirelim. ‘Ben Bilal,’ kitabını okuyarak bu yıldızlardan birini daha yakından tanıyalım.

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org