Benliğine İtimad Edenin Hali

İnsanların anlayışları ve kabiliyetleri insanlar adedince farklı ise de, insanlık Adem Babadan başlayarak kıyamete kadar iki fırka üzere devam edecektir. “Biri fırka-i Naciye” denilen, Yaratana inanıp Onun emirlerinin karşısında boyun büküp, zorda olsa sonuna kadar nefsin kötü isteklerinden uzak yaşamaya çalışan guruptur. Buna göre bütün hayatında emel ve arzularına tatmine teşebbüs ederken, izin var mi yok mu helal mı haram mı anlamak için kafasındaki aklına değil, tabiri caiz ise kendi vücut makinesinin Allahtan gelen kullanma kılavuzu olan Kur’ani Kerimin elmas terazisi ile tartarak alır veya almaz. Bütün yiyecek ve içecekleri nefsi arzularını tatmin için değil, onu yoktan var edip bütün ihtiyaçlarını önüne serene itaati ana vazife bilerek, Her şeyi O İlahi kanunun terazisine vurarak kullanır. Hatta bütün harekat ve sekenatını ona göre yapar. Alış verişte nasıl davranılır, komşu, eş dost, ve akrabalara karşı nasıl bir tavır takınmak lazım, evden çıkıp eve girerken, oturup ayağa dikilirken , yatağa yatıp kalkarken hangi adaba uyması gerekeni bilir ve ölünceye kadar bütün yaşayışı ile Allah’ını memnun etmek için çaba sarf eder .

Öteki Batıl fırkanın fertleri ise nefsin kötü isteklerine uyan benliğine tapan guruptur. Bu fırkanın fertleri hiçbir kayıt altına girmek istemez. Hayatı boyunca nefsin isteklerini tatmine çalışır, Ben keyfime göre yaşarım, benim hürriyetime hiç kimsenin karışma hakkı yoktur. İstediğimi yaparım, hoşuma giderse alırım gitmezse almam yapmam, yemem içmem konuşmam ve saire… Bunun ölçüsü şehvani duygularını tatminden geçer. Evet Allahın sıfatlarını tanımak maksadı ile ölçü birimi olarak kullanması için insana verilen görme, işitme, düşünme bilme gibi duyguları gafil ve fasık insan onları kötüye kullanıp istismar ederek hislerini tatmin etmeğe çalışmakla hayatını devam eder. Onun yapmayacağı şey ancak devletin kanunlarını tatbik eden emniyet kuvvetlerinin korkusudur. Hatalarına karşı oradan peşin olarak ceza geldiği için cezaya düçar olmamak için yakalanmadan korkup çekinir. Allaha inanmadığı için Onun kanunlarından korkmaz, veya inandığı halde günahlar kalbini siyahlandırdığı için ölümünü çok uzak ve cezasını belki olmaz görerek itaata yanaşmaz, helal mı haramı bakmadan yer içer polislere yakalanmama garantisi elde ettikten sonra, hırsızlık yapar çalar çarpar, tecavüz eder. Zaten ahrette hesap vereceğini inanmayan ateist dünyada cezadan kurtulmayı temin etti mi yukarıda saydıklarımı yapmaması için aptal olması lazım. Çünkü insani insan eden kalpteki imandan neş’et eden sevaba ve günaha inanmaktır, yoksa insanın akli haşeratı muzırra gibi başkasına zehirini sokmaktan hoşlanır. İşte böyle kimselerle beraber yaşamak çok zor olduğu için Peygamberimiz a.s.m. hadisi şeriflerinde “ Komşusu şerrinden emin olmayan kimse bizden değildir” buyurmuş, gene bu sebepten dolayı dinimiz hükümet olmayan yerde vatan kurmamayı emretmiş

Evet benliğini putlaştırıp her şeyi onun isteğine göre yapmaya kalkışan, alçak bir firavun olur. Adeta nefsini ilah kabul ederek onun isteklerini yerine getirme gayreti ile ömrünü tüketir, herkesten saygı ve hürmet bekler, onu bulamadığı zaman rahatsız olur. Başkasını ancak menfaatinin hatırı için sever, menfaati tükendiği yerde öz kardeşi olsa bile ona karşı olan sevgisi söner ve tükenir. Bunun bu vaziyeti çevrede hoş olmayan bir hal aldığı için, cemiyetten ona karşı gelen bir nefret, onu mahveder bitirir. Bunun için Müslüman Allahtan hidayetini dilerken “İyiliklerin tamamını Allahtan hataların tamamı da kendinden” olduğunu kabul ederek yaşar Allah’ına karşı minnettarlığını şükür ve hamd la ilan etmeye çalışır. Tabii ki böyle birisini herkes sever.

Evet, daha önce belirttiğim gibi kendini beğenip nefsin her istediğini yerine getirmeye uğraşmak dünya ve âhiretini perişan eden baş sebeplerden bir tanesidir. Nefsin arzularını tatmine kalkışan gurur ve kibre sapıp Allah’ına isyan ederek kendinden başka kimseyi beğenmez ki sevsin. Bu hal insan için bir felakettir. Halbuki insanın iyi olması için tek şart var, oda kötülükle emreden nefse taraf çıkmamak, onu kötü görerek beğenmemesidir, yaptığı suçu kabul etmesidir. Müslüman kardeşlerin iyiliğinden bahsedip, hataları kötülükleri kendine alıp kendini yermesidir. Ancak bu şekilde insan, insanlığa layık o yüce makama erebilir. Cemiyetimizin bu günkü hale düşüp bencil olmasının da sebebi batıda ki egoizmi alıp, ismini bencil takarak, keyfi ve lüks hayatın peşine koşarken başkası açlıktan ölse de bana ne diyerek geçer. Hele başkasını kendinden iyi görse hasedinden yanar ayni apartmanda beraber yaşadığı kimseleri tanımaz, onlarla karşılaşırsa ilgilenmez merdivenlerden inerken çıkarken onların hal hatırlarını sormak şöyle dursun selam bile vermez. Halbuki, her Müslüman, Müslüman olanlara selam vermesi dinimizin bir emri olduğu için, Müslüman din kardeşine her zaman selam verir, hal hatırını sorar, onunla ilgilenir, herhangi derdi var ise yardımına koşar, ziyaretine gider, evine oturmaya çay içmeye hatta bazen da yemeğe davet eder. Yani, Müslüman arkadaşı veya komşusu ile muhabbet bağları kurar, sevinç ve kederinde hisse almak için ölümlerine ve düğünlerine katılır. Peygamberimiz a.s.m. “Sizden biriniz Müslüman kardeşi ile birkaç adım beraber yol alırsa onunla tanışsın ismini sorsun” “ komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” ve “Allah komşu hakkını bana o kadar tembih etti ki, ben komşuları biri diğerine mirasçı yapacağını zannettim” demesi, yukarı da bahsettiğimin ehemmiyetine parmak basar. İşte Müslüman ahlakı ile dalalete düşenlerin ahlaklarının arasında ki farkı burada görebilirsin. Birisi alçak gönüllü, diğeri kibirli gururlu, birisi bencil devamlı kendi yükünü başkasına atmaya çalışır. Mümin olan kişi ise, kardeşini rencide etmemek için çok dikkat gösterir. Kısacası bize verilen o benliği Allah hesabına kullanırsak ne mutlu bize, yok o benliği nefis ve şeytan hesabına kullanırsak, Allah göstermesin o benlik cehennemi boylamaya bir sebep olur. Allahın sıfatlarını anlamak için bize verilen o benlik kibrit gibidir, onunla evimizi veya samanlığımızı da yakabiliriz. Yok aklımızı kullanarak bize kötülükle emreden o nefsi terbiye etmek için, zamanın ihtiyacına cevap verebilen Kur’anın Hakiki tefsirlerinden alınan ders ile o nefsi terbiye edip, onunla Allahın rızasını da kazanabiliriz İnşallah Çünkü “Nefis her şeyden edna vazife ise her şeyden ala”!..

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: