Bilgi yükü taşımayan, varmasın kötülerin yanına!

739. vefat yılı münasebetiyle Hz. Mevlânâ’dan seçerek sunduğum özel ve güzel tefekkür ve tebessüm örneklerini bugün vereceğim bir diyalog örneğiyle tamamlamak istiyorum izin verirseniz.

Hz. Mevlânâ’nın bu diyalog değerlendirmesini okuduktan sonra bir daha anlıyoruz ki, yabancılarla diyaloğu ancak onları aydınlatacak bilgiye sahip olanlar yapacaktır, onların yanlış anlayışlarını verdiği doğru bilgilerle düzeltecek bilgili kimselerin görevidir diyalog.. Bilgisiz kimseler diyalogdan uzak duracak, kötülerin yakınında dahi bulunmayacaklardır.

Bundan dolayı Konya’da vaaz ederken halka yaptığı tembihlerinde hep şöyle uyarıda bulunmaktadır Hz. Mevlânâ:

Sizler iyilerin yakınında kötülerin de uzağında durun! Sakın kötülerle yüz yüze, göz göze gelip de kötülerle beraber olmayın

Ne var ki, halkı böyle kötülere karşı hep mesafeli durmaya çağıran Mevlânâ, kendisi söylediklerinin aksini yapar. Civarda ne kadar kötü bilinen kimse varsa hepsiyle de yüz yüze, göz göze diyaloğa geçip sohbet yapar, kötü bilinenlerle diyalogdan hiç geri kalmaz..

Bir gün yine kötü bilinen bir adamın dükkânında yüz yüze sohbet ettiği bir sırada dışarıdan kendisini gören cemaatten biri, öfkeyle beklemeye başlar. Maksadı, camide söyledikleriyle dışarıda yaptıklarının hesabını sormak.

Nitekim Mevlânâ kötü bilinen adamla konuşmasını tamamladıktan sonra çıkıp da yolda giderken arkasından erişen kızgın adam sorusunu şöyle sorar:

Sen değil miydin kürsüde, iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun diyen?

Hz. Mevlânâ beklemeden cevap verir:

-Evet, bendim!

Öfkeli adam:

Öyle ise nedir bu çelişkili halin, der? Kötülerle yüz yüze, göz göze diyalogdan geri kalmamakta, onlarla beraber olmaktasın?

Mevlânâ öfkeli adamı şaşırtan cevabını şöyle verir:

Ben yetmiş iki buçuk milletle beraberim!.

Büsbütün hiddetlenen adam:

-Zaten der, sizin gibileri bizim ahlakımızı bozuyor. Kürsüde öyle konuşuyorsunuz, sokakta da böyle davranıyorsunuz. Sözünüzle özünüz bir olmuyor!.

-Ben bu sözünle de beraberim, diyen Mevlânâ şöyle devam eder:

Gül tomurcuğu çiğ düşmüşDoğru olan, sözüyle özü bir olmaktır. Kürsüde ne söylüyorsak sokakta da öyle olmaktır. Yalnız der, benim sözümle özüm birdir. Çelişki yoktur davranışlarımda..

Şöyle açıklar kendi özel durumunu:

Ben, sırtında gül yaprağı taşıyan hamal gibiyim. Vardığım yerlere gül kokusu yayarım. Onların kötü kokularından etkilenmem. Sırtında gülü bulunmayanlar kötü kokulu yerlere varmasınlar. Bastıramadıkları kötü kokuların üzerlerine sinmesine sebep olmasınlar.

Bir benzetme daha yapar:

Bizim gibilerin vardığı karanlık yerlerde bilgi şimşekleri çakar, ilim sohbetleri aydınlatır muhatapların karanlıkta kalan dünyalarını. Vardığı yerdeki insanları aydınlatacak bilgiye sahip olmayanlar, girmesinler kötülerin aydınlatamayacakları karanlık dünyalarına! Konuşmasınlar faydalı olamayacakları kötülerle..

Bu mantıklı açıklamaları büyük bir dikkatle dinleyen itirazcı adam, ayaklarının ucuna bakarak düşünmeye başlar. Neden sonra tasdik makamında başını sallayarak söylendiği duyulur:

-Demek ki der, başında bilgi yükü taşımayanlar varmasınlar kötülerin yanına. Çünkü bilgileri yoktur ki bilgisizlik kokusunu bastırsınlar, ilim, irfan nurları yoktur ki cehalet karanlıklarını aydınlatsınlar…

Değerlendirmesini şöyle sürdürür:

Şimdi anlıyorum ki der, bilgisizlere düşen, kötülerden uzak durmak, bilgi sahiplerine düşen de kötüleri kendi hallerine bırakmayıp doğruyu anlatmak. Zaten der, sorumluluk duygusu taşıyan doktorlar hastalardan uzak kalamazlar, ihtiyaç içinde inleyenleri şifalı ilaçlardan mahrum bırakamazlar..

İtirazcı adam nihayet özürle bitirdiği sözlerini şöyle bağlar:

Kötülerle yaptığınız gül kokulu diyaloğunuza itirazımdan dolayı özür dilerim! Bağışlayın bilgi yükü bulunmayanların doğru bilgi veren diyaloğunuza faydasız itirazlarını.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi