Bilim/sellik Felsefe ve Epistemolojisinin, ‘otomatik evren’ Tasavvur ve Kurgusu

Günümüz Bilim/sellik Felsefesinin ürün ve sonucu olan Bilim; evreni, “süper bir bilgisayar / makina”ya benzetip; böyle kurgulayıp – modellediğinden; bu kurgu üzerinden de, evrendeki “fizik – doğa yasaları”nı, bir “bilgisayar programı” gibi tasavvur ettiğinden; o ‘yasaların’, madde ve enerji üzerinde, bir “yaptırım kuvveti” olduğunu tahayyül eder!

Evrenden elde edilen gözlem – ölçüm bilgilerinin; “Bilimsel Bilgi” formatına dönüştürülerek ifade edilmesinde kullanılan: “Bu olay; şu sebep – sonuç ilişkisi (fabrika dişlisi!) ve bu tabiî dönüşüm – döngü – mekanizması ve o doğa kanunu ve şu fizik kuvvetiyle oluyor / olur…” kalıbında kurulan; Failsiz veya Sahte failli Yatay Determinist – Materyalist ve Natüralist şablon; hep bu, günümüz Bilim/sellik Anlayışının, “kendi kendine ve otomatik olarak çalışan evren”, kurgu ve modelinin sonucudur. Seküler – Lâik Bilim/sellik’in; Bilimsel Bilgi’yi inşa ederken, “ateist – deist/ik” felsefelerden ödünç aldığı bu paradigma ve kavramları kullanması; inançtan kaçayım derken, inançsızlığın tarafına geçmesinden kaynaklanmaktadır.

Halbuki: Bilimsel Gözlem – Ölçüm Bilgilerinin ifade edilmesinde; herhangi bir olay / olguya “neden” olarak gösterilen “fizik – doğa yasaları”nın, madde ve hareketi üzerinde bir etki ve te’siri yoktur. Yani: Varlık ve hareketine; “fizik – kimya, doğa kanunları”nı, “sebep” olarak göstermek; okuduğumuz kitaptaki ölçü ve düzeni görüp; “Bu kitabı, gramer – imlâ kuralları yazmıştır” demeye benzer…

İnanmak – İnanmamak” ortası veya dışı, yani tarafsız ve objektif noktası ve üçüncü şıkkı olmadığı için; “inanç”tan kaçayım derken, diğer mecburî şık olan “inançsızlık” tarafına geçen, günümüz Bilim/sellik anlayışına göre; iki boyutlu resim olan, cansız “Mona Lisa”yı yapan, ‘usta bir fail ve ressam’ var! (Hem de bu usta; ‘resim’ cinsinden olmayan ve resmin, hem her yerinde ve hem de hiçbir yerinde olması gereken bir usta olmalı.) Ama üç boyutlu kâinattaki, hakiki ve canlı Mona Lisaların, fail ve ustası yok!

Çünkü: Bu Bilim’e göre; bu Mona Lisalar, üç boyutlu atom ve fırçaların, “çeşitli madde – enerji etkileşimleri, sebep – sonuç sistemleri, falan kanun – mekanizmaları…”yla hareket etmesi sonucu; yani failsiz olarak, yani kendi kendine ve otomatik olarak oldu ve olmaya devam ediyor!…

Çağımız Bilim/selliğine hâkim olan episteme, hak – bâtıl ayırmadan tüm “inançlar”ı, ‘bilgi’nin nesnellik ve objektifliğini bozan bir ‘virüs’ gibi görüyor ama ne hikmetse, kendi “inanç/sızlık”ını; tarafsızlık ve objektifliğini bozan bir “virüs” olarak görmüyor! Doğru kabul ettiği bu “Bilim/sellik Kriteri”ni; kendisini, ateizm ve natüralizm’e bağımlı ve taraf yapan; bir “virüs” olarak görmüyor!

Seküler – Lâik Bilim; “Evrende bir fail ve özne var mı, varsa kim?” sorusunu dışlayıp; bu tür soruları, felsefe ve metafiziğe attığı için; Bilimsel Bilgi’de, fail ve öznenin olmadığı, yani “failsiz ve kimsesiz” bir evren tasviri yapıyor! Yani sormak gerekir onlara: “Bu size, bilimsel ve objektif bir davranış olarak mı görünüyor!?”

“Kim sorusu; Bilim’in konusu ve sorusu değil” diye; bilimsel gözlem verilerinizi, böyle “kimsesiz” (ateist – materyalist – natüralist) kavram ve şablonlarla modifiye etmek; size, “inanıp – inanmamak”tan bağımsız ve nötr bir davranış olarak mı görünüyor!?

Siz ‘inançtan bağımsız ve tarafsız olacaksınız’ diye; bilimsel ve objektif olmayan, ‘inançsızlık’a taraf olmanız ve bunu bilgi ve bilim’e enjekte etmeniz; hiçte etik değil! Bu tür eksik ve dezenformatif bilgilerle, zihnimizi belli bir yöne manüple ve kanalize etmeye ve böylece, kendi varlık ve bilgi tasavvurunuzu, bize endoktrine etmeye; bizim oralarda, ‘epistemik baskı ve şiddet’ denir!

“Bilim/sellik, tüm inanç ve inançsızlıklara tarafsız ve bağımsız ve onlara nötr ve yüksüz” dediğiniz hâlde; gözlem ve ölçüm, deney veri ve bilgilerini; bir “inançsız”ın bakış açı ve nazarıyla kodluyorsunuz! Yani: Bilimsel bilgi’yi; “ateist – materyalist – natüralist – yatay determinist” kontekst / bağlam /şablon /çerçeve / kalıpta, tasvir ve kodluyor ve bu sentaks – semantikte, ifade ediyorsunuz!

Halbuki: Mantığın dili ve Dilin mantığı icabı, “inanmak – inanmamak” ortası ve dışı, gidebileceğiniz ve gözlem bilgi ve sonuçlarını ifade edebileceğiniz, başka bir üçüncü ihtimâl ve şık yok. Teorik olarak bile; epistemolojik ve ontolojik, üçüncü bir “bilgi biçimi” ve “ifade biçimi” yok. Yani: “Tanrı Var – Yok” şıklarının, ortası ve dışı yok; yani “inanıp – inanmamaktan”, bağımsız ve ayrı ve nötr, bir bilgi ve ifade biçimi yok…

Sonuç olarak:

Okullardaki ‘fizik, kimya, biyoloji, coğrafya vs…’ tüm ders kitapları ve müfredat; bu kirli ve virüslü bilgilerden dezenfekte edilip, temizlenmedikçe; ve bu kitaplar, yeniden, kendi kavram ve anlam ve medeniyyet haritalarımıza göre yazılmadıkça; okulda öğrenciye, haftada 1000 saat Din dersi, Siyer dersi de versek; hattâ tüm Kur’ân-ı Kerim ve Hadisleri de ezberletsek; (bozuk arabaya, en kaliteli benzini de koysak, fayda etmemesi veya hasta insana, gıda fayda etmemesi; hattâ zarar verebilmesi gibi;) o öğrenci ve insanda, beklenen, zihin ve davranış değişikliğini meydana getirmez.

Çünkü, Fen dersinde: “Yağmur; şu şu sebep – mekanizmalarla yağar…” deyip, sonraki Din dersinde: “Yağmur; Allah sebebiyle ve O’nun rahmet ve ihsan ve ni’meti olarak yağar…” arasındaki; kopukluk ve boşluğu kapatabilecek, bilgi ve verilerden, çoğumuz mahrum!

Mahrum olduğumuz için de:

“Madem, yağmur; şu şu sebep – mekanizmalarla yağıyor. O hâlde; Allahü Teâlâ neresinde bu işin!? Mâdem, Bilim’in gösterdiği bu maddî neden ve sistemler bu işi yapabiliyor ve yapıyor; o hâlde, benim Allah’a inanmak için; aklî veya gözlemsel gerekçe ve delilim nedir!? Seküler – Lâik Bilim/sellik’in çizdiği bu deterministik evrende, Tanrı ne iş yapar veya Tanrı’ya gerek var mı!?” gibi soru ve şüphelere cevap verebilecek bilgiden yoksun olanlarımız; ateist olabiliyor veya deist olup; farazî bir “İlk Neden Tanrısı”na inanmaya başlıyor!

Elhasıl: Güya “inanıp – inanmamak”tan bağımsız ve ayrı; güya “seküler – lâik” eğitim diyerek; aslında, bir “ateist – natüralist”in gözüyle ve onların kullanabileceği kavram ve ifadelerle yazılmış, bu fen ve ders kitapları ve müfredatla; kendi anlam küremize yabancı olan bu okullar; bizce, ‘misyoner’ okullarından çok daha tehlikeli ve zararlı olmaktadır!

Gizli İkna Metodu ve bilinçaltı (subliminâl) mesajlarla zihnimize kodlanan bu “ateist – deist ve naütalist” inanç/sızlık ve felsefeler; bu Yanlış Bilgi Virüsleri’ni zihnimize zerkeden; bu bilim ve ders kitapları; alenî ve aşikâr, küfür ve şirkin, reklâm ve propagandasını yapan, kitap ve yayınlardan çok daha tehlikeli ve zararlıdır!

Çünkü: “İnanmak – İnanmamak’tan bağımsız ve ayrı, objektif ve nötr Bilim” diyerek; “seküler ve lâik eğitim” diyerek; bu algı ve ambalajlarla zihnimize telkin ve ilka edilen, bu “kirli ve virüslü bilgiler”e karşı; herhangi bir savunma ve antivirüs kalkanlarımız olmadığı için; bu virüsleri farkedemez ve bunları, zihin ve anlam dünyamıza buyur ederiz.

Bu şekilde, bilinçaltı (veya bilinçdışı) mesajlarla; yani gizli ve sinsi olarak, “ateizm – materyalizm ve natüralizm”i zihnimize kodlayan ve bizi formatlayıp, yeniden programlayan, bu tür bilim ve ders kitapları; küfür ve şirkin, alenî reklâm ve propagandasını yapan, kitap ve yayınlardan, çok daha etkili ve tehlikeli ve zararlıdır!

Ayhan Küflüoğlu

yazının tamamını indirmek için tıklayın