Birlikteki Kemâl

“Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbanî tezahür eder.” Şualar

Bu hikmet dolu cümle bize küllî tefekkür dersi verir. Söz konusu cümlenin devamında bu küllî tefekküre üç tane harika misâl verilir: Şifa, rızık ve hidayet. Bu nimetler, tek bir insan için düşünüldüğünde de yine Allah’ın Rezzak olduğunu, Şâfî olduğunu ve Hâdî olduğunu gösterirler, ama bu ihsanlara mazhar olanların tamamı birden nazara alındığında, aynı hakikatler daha mükemmel olarak ve çok daha ileri bir mârifetle insanın kalp âlemine ve ruh dünyasına hükmederler.

Bu üç misâli bütün hâdiselere ve bütün mahlûkata tatbik edebiliriz.

Hayat verme, ölümü tattırma, şekil verme, güzelleştirme, ikram etme, mağfiret etme, aziz etme, zelil kılma ve daha nice hâdiselere mazhar olan bütün fertleri birlikte düşündüğümüzde, sırr-ı vahdetle, karşımızda çok daha yüksek ve çok daha geniş tefekkür tabloları ve mârifet levhaları buluruz.

“Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbanî tezahür eder” cümlesine bu nazarla baktığımızda, kâinatın tamamını bir kitap, bir fabrika yahut bir insan-ı ekber olarak değerlendirebilir ve bu kitabın harflerini, bu fabrikanın âletlerini ve bu muhteşem insanın organlarını tek tek tefekkür etmekten elde edeceğimiz mârifetin çok daha fazlasını elde edebiliriz.

Bu hikmetli cümleden, bir başka hakikat dersi:

İhlas Risalesinde harika bir misâl vardır; ittifaktaki kuvveti ders verir. Üç tane elif (bir) ayrı ayrı yazıldıklarında üç kıymetinde iken, yanyana geldiklerinde yüzonbir olurlar.

Bu vecizenin konumuzla da yakın ilgisi var. Vahdetten kıymet doğmuştur. Kâtip, üç tane bir rakamını yan yana getirmekle onlara ayrı bir kıymet kazandırmıştır. Bu rakamlar ne kendilerini yazmaya, ne de biraraya gelmeye güç yetirecek halde değildirler. Bu kemal, sadece ve sadece kâtibin bir lütfudur.

Aynı risaleden bir başka misâl: İslâm’a hizmet edenlerin ittifak hâlinde çalışmalarının büyük neticeler doğuracağı bir “fabrika misâli”yle güzelce ortaya konuluyor. Biz aynı misali konumuza şöyle tatbik edebiliriz: Bir fabrikadaki herhangi bir âletin tek başına kıymeti bir ise, fabrikada vazife almakla kazandığı kıymet, yüzlerdir, binlerdir. Fabrika sahibi, o âletleri, makinaları, çarkları bir araya getirmekle onları ayrı bir kemâle eriştirmiştir. Fabrikanın bütün müştemilâtı bu kemalden hisselerini alırlar.

Şimdi bu hikmetli misâllerin ışığında kâinata ve ondaki hâdiselere nazar edebiliriz:

Tek başına kalmış bir göz düşünelim, bir de o gözü bir bedende vazife görürken seyredelim. İkinci halde bedenin tümüyle bir alâka kurmuş ve yüzüne takıldığı kimse âlim ise ilme, sanatkâr ise sanata hizmet etmeye başlamıştır.Bedendeki vahdetten her organ şeref kazanmış, her hücre kemal bulmuştur.

Bu azaların herbirinin müstakil birer tesbihi vardır ama, bedene cüz olmakla tesbihleri küllîleşmiştir. Artık onlar, oruçtan da hisse alırlar, namazdan da, ilim tahsilinden de şeref bulurlar, cihad etmekten de.

Bedendeki bütün organlar, hücreler, hissiyatlar bir tek ruhun emrine girmekle vahdete ererler. Ve bir tek isimle yâd edilirler: İnsan.

Bu isim kesret içinde vahdetin tecellisidir.

Bir kitaptaki herhangi bir harf de kendine göre bir varlığa sahiptir, kâtibini kendi ölçüsünde bildirir, tanıttırır. Ama o harf, kitapta vazife almakla ayrı bir kemâle ermiş, ayrı bir kıymet kazanmıştır. Kitaptaki onbinlerce kelime kesreti ifade eder, ama onlar artık bir tek isimle yâd edilmeye başlanmışlardır:Kitap

Ve o kitabın taşıdığı mânâlardan, ilim ve irfan âlemine ettiği hizmetlerden her harf de hissesini alır; o kemâlden o da nasiplenir.

Kâinat kitabı da bunun gibidir. Semâdaki her yıldızın, her gezegenin, zemindeki her dağın her derenin, deryadaki her balığın, ormandaki her ceylânın ayrı bir ibadeti, ayrı bir tesbihi ve ayrı bir kemâli vardır. Ama bunların bir araya gelmesiyle kâinat kitabı ortaya çıkar. O kitaptaki her harf, her cümle nice kemâllere erer, nice mânâlar kazanır. Güneş, tek başına düşünüldüğünde de yine güzeldir. Ama gezegenleriyle bir araya gelip vahdete erdiklerinde ayrı bir kemâle kavuşur, ayrı bir güzelliğe erişirler; güneş de bu kemâlden lâyık olduğu büyük payı alır. İnsanların, hayvanların, çiçeklerin ayrı ayrı güzelliklerinde onun da bir hissesi olur. Bu ikinci kemal, güneşin tek başına haiz olduğu kemâlden rakamlara sığmayacak kadar üstün.

Gövdenin, dalın, yaprağın, çiçeğin ve meyvenin de ayrı ayrı güzellikleri vardır, ama ağacın esas güzelliği, kâmil mânâda, ancak bu güzelliklerin bir araya gelmesiyle kendini gösterir.

Bir çiçekten tek bir yaprak koparıp seyretseniz ruhunuza yine güzellikten bir nur doğar, gönlünüze yine bir sürur iner. Ama yaprakların biraraya gelmesiyle ortaya ayrı bir güzellik çıkar. Bu güzellik daha kâmil, daha üstündür. Kalp ve ruhu kendine daha çok celbeder.

Prof. Dr. Alaaddin Başar