Bitmeyen İşler Yüzünden

Tam marketten çıkmak üzereydim. Karşımda yürüyen kadın biranda belini tuttu ve yüzünden belli olacak kadar büyük bir acıyla kıvranmaya başladı. Öylesine kötü görünüyordu ki aniden yere yığılacak diye korktum. Elimi uzatıp, kenardaki banka oturması için yardımcı oldum ve alışveriş arabasını da yanına çektim.
İyi misiniz, rahatsız mısınız, derken… “Bahar temizliği yapıyorum da” dedi kadıncağız zar zor. Kim bilir kaç gün önce başladı ve kaç gün daha süreceği belli olmayan, uçsuz bucaksız bir süreçten bahsediyor gibiydi.

Şaşırdım, üzüldüm. “Siz bahara sağlam çıkamadıktan sonra yaptığınız temizliğin bir anlamı olur mu,” diyebildim. Haklısınız, dedi. Kurduğum cümlelerin, kadının haline üzülmemin ona ne kadar fayda edeceğini bilemeden, Allah şifalar versin, diye dua edebildim. Henüz yanından ayrılmamıştım ki, asık suratlı, her an patlayacak kadar gergin görünen bir beyefendi geldi, eşiymiş. “Başlarım senin temizliğine” der, gibi bir hali vardı. Zaten başladı da, “böyle temizlik mi olur,” diye söylene söylene ilerledi… Sonra bir çocuk geldi, ağlamaklı, ardından bir çocuk daha o daha çok ağlıyor. Kadın alışverişe devam edemeyeceğim, yürüyemiyorum, diye seslendi eşine. Sonra çocuklarına “noldu ki size şimdi” diyerek ve belini tutarak, arabalarına doğru yöneldi.

Kadıncağızın sadece kendine değil, eşine ve çocuklarına da günlerdir çile çektirdiği her hallerinden belliydi.
Bu temizlik konusunda muzdarip olmayan aile var mı acaba, diye düşünmeden edemedim.

Bir hanım arkadaşımın eşi, misafir gelmeden önce evde çıkan gerginlik yüzünden misafir davet etmeye korktuğunu söylemişti.
Biz kadınlar bütün evi egemenliğimize almışız biraz. Eşler ve çocuklar ise bu egemenliğin altında savunmasızca itaate mecbur olmuşlar.

Oraya oturma, onu orada yeme, bunu buraya koyma… Her cümlemizde bir emir, sesimizde bir buyurganlık.
Beyler yorgun argın geliyor, daha eve adımını attığıyla “çoraplarını çıkar”, “hemen banyoya”, “sakın o kıyafetlerle oturma”… Çocuklar eve girer girmez, “hemen ellerini ve ayaklarını yıkıyorsun,” “yine mi kirlettin üstünü” …

Nedendir acaba, bu kurallara düşkünlüğümüz? Ya nedendir daha yeni cam sildim, sakın yağmur yağmasın, diye dua edişimiz… Evin neşesi çocuklarımızın oyunlarından oyuncaklarından rahatsızlık hissedişimiz… Evin rahmeti, bereketi misafirleri ağırlamaktan korkar hale gelişimiz… Belki biraz elalem baskısı, kendimizi meşgul etme ihtiyacı, belki de bitmeyen işlerin telaşından başımızı alamayışımız…

Diyor ya şair: Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz)/ Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi/ Kalbinizi dolduran duygular/ Kalbinizde kaldı.

Bitmeyen işler, hiçbir zaman bitmeyecek. Biraz genişlemeye ihtiyacımız var sanırım.

Hiçbir mikrop, bir çocuğa evinde yaşatılan değersizlik hissinden daha çok zarar veremez. Fakat evi ve kıyafetlerini kirlettiği için sürekli kendisini suçlu hissettirilen çocuk, yanında kendini iyi hissedeceği kişilerin arayışa girer. Ya da değer görme çabasıyla anormal davranışlar sergiler.

Hiçbir eş, bir koltuk köşesinde beş dakika yorgunluk giderirken bütün evi kirletemez. Fakat karısının emirlerinden, engellerinden daralan bunalan bir erkek, her fırsatta eser, gürler. Evi hem çocuklara hem de karısına zindan eder.
Hiçbir gerçek dost, evin tozuna, perdenin isine, camın lekesine bakmaz. Evin orasını burasını inceleyip, negatifliğini yanında getiren kişilerin, zaten insana zararı daha çok değil midir?

Bozulmayan örtüler, kullanılmayan koltuklarla dolu kirlenmeyen bir evde, gergin bir eş ve mutsuz çocuklarla bel ağrıları çekeceğimize, dağılmış kirlenmiş bir evde de olsa huzur dolu muhabbetler kaydetsek belleğimize. Bugünlerin de bir gün geçeceğini düşünsek, şu an yanımızda olanların yarın bizimle olamayabileceğini hatırlatsak kendimize… Temizliğini yaptığımız baharlar daha yaşanılası olmaz mı, hem bizim için, hem de ailemiz için.

Gonca Anıl / cocukaile.net