Bizim Savaşımız Nasıl Olmalı?

“Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?/ İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise bâtıl dava uğrunda savaşırlar. Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın planı (tuzağı) daima zayıftır.” (Nisâ, 4/75-76)

Savaşla ilgili ayetlere bakıldığında İslâm’ın, ancak zulmü, din yüzünden baskıyı ve haksız saldırıyı ortadan kaldırmak için buna izin verdiği görülmektedir.

Allah Teâlâ’nın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmadığından, O’nun rızâsı için savaşmak, kullarının yararı, din ve vicdan hürriyetinin temini için savaşmaktır.

Allah’a ve hak dine inanmayanların da bir tanrıları, baş eğdikleri, itaat ettikleri -maddî, mânevî- önderleri olacaktır. Bu önderler Kur’an’a göre tâgutlardır, şeytanlardır.

Bunlara tâbi olanların savaş amaçları ise hukuk ve adaletin gerçekleşmesi değil, egolarının tatminidir, zulüm, baskı ve sömürüdür.

Bunların tarih boyunca yaptığı savaşlara bakıldığında, bu ilâhî tespitin dehşet veren örneklerini bolca görmek mümkündür.

İnsanın yaratılış amacı Allah’a kulluk ve itâattir. Kulluk ve itâat bölünmez bir bütündür.

İnsan din-dünya, zâhir-bâtın, ferdî-ictimaî, siyasî, hukûkî… hayatını -bölünmez bir bütün hâlinde- Allah’a kulluk şuuru içinde, O’nun irâde ve rızâsını gözeterek yaşamadıkça kulluk vazifesini yerine getiremez, şirkten kurtulamaz ve ehl-i tevhîd olamaz.

Garaudy’nin deyişi ile “Peygamberlerin, gerçek ve bir Allah’a kul olmaya, Allah’tan başka güçlere (tâğûtlara) tapınmayı terk etmeye ısrarla dâvetlerinin sebebini anlayabilmek için şuna dikkat etmek gerekir: Kötülük ve bozukluğun asıl kaynağı, ya doğrudan yahut da dolaylı olarak bir kısım insanların diğerlerine tanrı olmalarıdır.

“Tarihi incelediğiniz zaman; insanların tanrısız olmadıklarını, ya gerçek tanrıya tapındıklarını yahut da kendilerini tanrı yerine koyan kişilere, zümrelere, sınıflara, partilere itâat ettiklerini görürsünüz…”

“İnsanların sosyal dengeyi gerçekleştirebilmeleri için insandan üstün bir güce ve dünya hayatının hazlarından daha büyük ve yüce bir mükâfata iman etmeleri şarttır. İnsanlar ilâhî otoriteyi tanımaz ve âhiret günü hesabından habersiz olurlarsa, kendi nefislerinin sınırına mahpus olarak yaşarlar. Allah yerine insanı koyan, insan yerine de kendini koyacaktır; çünkü başka bir insanın ondan farklı tarafı yoktur (o da insandır).”

“Dünya hayatı ve hazlarından başka bir beklentisi ve hesabı olmayan kimselerin hedefi ne yapıp edip dünyadan en büyük payı kendisi için koparmak olacaktır; bunun da kaçınılmaz sonucu egoizm, maddî faydacılık, imkân bulanın altta kalanı ezmesi ve sömürmesidir.”

Kadîsiye Harbi‘nin başlarında, İslâm tarafından Rib’iyy b. Âmir’in Farslıların komutanı Rüstem’in, “Buraya niçin geldiniz?” sorusuna karşı, verdiği şu cevap evrensel amacın belîğ bir ifâdesidir:

“Bizi Allah gönderdi, gönderdi ki; dilediklerini kullara kul olmaktan Allah’a kul olmaya, daralmış dünyadan geniş bir dünyaya, (yörüngesinden saptırılmış) dinlerin zulmünden İslâm’ın adâletine çıkaralım. Bizi, dînine dâvet edelim diye halkına Allah gönderdi.”

İslam fethinin amacı din hürriyetini temin, hak dini tebliğ ve adaleti tesis etmektir.

Dinde zorlama yoktur ve Allah zalimleri sevmez.

sorularlaislamiyet.com